Herkesin soyunu sopunu kurcalayan Yalçın Küçük'ün Dedesi Vatan Haini çıktı.
Etme bulma dünyası, Yalçın Küçük onun bunun şeceresini kurcalayarak çok beddua topladı. Sonun da biri çıktı onun da şeceresini kurcaladı. Meğer Yalçın Küçük'ün dedesi Fransız işbirlikçisiymiş. Dede Abdullah Sabuni, Hatay'ın Türkiye'ye bağlanmaması için Çerkez Ethem'in kurup, yönettiği örgütün üyesiydi.
Yalçın Küçük, "Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede artık yaşayamam" diyerek çekip gittiği Fransa'dan döndü döneli (1989) kaleme aldığı kitaplarında (Aydınlık Zindan, Tekelistan, Tekeliyet, Sırlar, İsyan), dergilerde, basında, televizyonda, çeşitli söyleşi programlarında ve konferanslarda, kendi ifadesiyle "saklı bir Türk tarihi" üretiyor. Bunun için mezar taşlarını inceliyor, gazetelerde çıkan ölüm ilanlarını okuyor, insanları isimlerine, soyadlarına göre Yahudi ilan ediyor.
Ona göre, son 150 yıllık Türk tarihi, aslında Yahudilerle Hıristiyanların mücadelesidir ve Türkler bu sahnede figüran dahi olamamıştır. Türkiye'de ister İttihat Terakki'nin içinde, ister dışında, ister onlarla beraber, ister onlara karşı 1906 ile 1926 arasındaki 20 yıllık süreçteyse, en önemli kavga Siyonistlerle (Yahudilerle), Sabetaycılar (İbraniler) arasında yaşanmıştı. Çünkü Siyonistler ayrı bir devlet isterken, Sabetaycılar, Anadolu'yu 'vaat edilmiş toprak' olarak görüyorlardı da ondan! Zaten İttihat Terakki Partisi'ni ve onun gizli örgütü olan Teşkilatı Mahsusa'yı da Selanik'te Sabetaycılar kurmuştu. Bunlar Balkan Savaşlarında Selanik elden çıkınca, Anadolu'yu vatan yapmak için Ermeni ve Rum tehcirini organize ettiler. Ermenilerin ve Rumların boşalttığı yerlere de Sabetaycıları yerleştirdiler. Kurtuluş Savaşı, bu amaç doğrultusunda Sabetaycıların örgütlediği ve önderlik ettiği bir hareketti. Kurtuluş Savaşındaki direnişi Teşkilatı Mahsusa ateşlemişti. Bu mücadele içinde Sabetayist olmayan bir tek Enver Paşa ile Cemal Paşa vardı. Onlar da 1922'ye gelindiğinde tasfiye edilmiş ve Sabetayistlerin rezerv devleti (Türkiye Cumhuriyeti) kurulmuştu.
BÜLBÜLDERESİ'NDE YATAN ÇANAKKALE GAZİLERİ
Küçük'ün saklı tarihine göre, Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919'dan önce önemli bir subay ve kişilik değilmiş. Çanakkale Savaşı'nda Mustafa Kemal'in tayin edici bir rolü olmamış. Çanakkale'de kara savaşlarında kazanılan da o kadar büyük bir şey değilmiş ve bunun için çok zayiat verilmiş. Çanakkale Savaşının asıl kahramanları Vehip Paşa ve Esat Paşa'ydı. Bu iki paşa da Sabetayistti. Ama kahramandılar. Ölümlerinden sonra Üsküdar'da, Sabetayistlere ait Bülbülderesi mezarlığına gömüldüler.
1915 Ermeni katliamını Türkler yapmadı. Karar İttihatçı Hükümetindi. Karar, Talat Paşa'nın aldığı karardı. Talat Paşa da Sabetayist. Türklerin Ermenilere ve Kürtlere yaptıkları soykırım sayılamazdı. Çünkü bizde iyi Ermeniler de vardı. Eğer bir tek Ermeniye dahi iyi Ermeni diye dokunmadıysak, soykırım yoktur. Halbuki Hitler, babası olsa Yahudiyi fırına gönderdi. Erivan bunları biliyor, Erivan, kendilerine yapılanlardan dolayı Türkleri sorumlu tutmaz. Ayrıca Rusya'nın Türkiye'den toprak istediği de yalandır.
Bu saklı tarih, çok kılçıklı bir balık ziyafeti gibi, yutkunabilene aşkolsun! Bakın daha ne sürprizler var: Mesela Türk halk Kurtuluş Savaşı'na karşıydı. Kurtulmak falan istemiyordu. Bir tek Çerkez Ethem vardı Kurtuluş Savaşı'na inanan. Çerkez Ethem bir sosyalistti. Zenginden alır fakire verirdi. Sonradan Kemalistlerce "hain" ilan edildi. Halbuki Çerkez Ethem, Türk askerine değil bir mermi, sapanla taş bile atmamıştı. Ama onu tasfiye ettiler. O hain olduğu için, birilerinin kahraman olması gerekirdi. Onun için de İnönü zaferi icat edildi. İnönü zaferleri diye bir şey yoktur.
ENVER PAŞA'YI SABETAYİSTLER YARATTI
"Mübadeleyi hâlâ anlayamıyorum" diyor Küçük, Yunan ordusu Sakarya'ya kadar geldiği halde Rumlar, bize sapanla dahi taş atmadı. Yerli Rumlar onlara en ufak yardımda bulunmadı. Ama onları gönderdik. Zengindiler. Mübadele ile gönderilenlerin yerine gelenlerin tümü Sabetaycıydı. 1919-20 yıllarında nerede çok zengin Rum varsa, şimdi orada yoğun olarak Sabetaycılar vardır. İzmir'de, Antalya'da, Kayseri'de, Samsun'da, Zonguldak'ta, Adana'da, Trabzon'da. Anadolu'dan Rumları, Ermenileri Sabetaycılar çıkardı. Sonraları 6/7 Eylül'ü vesaireyi de onlar yaptı. Bu yüzden Kurtuluş Savaşlarını fazla önemsemeyin.
Küçük niçin Sabetayistlere taktığını şöyle açıklıyor: "Sabetayist İsmail Cem'in cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için!" Sonuca bakılınca engelledi de denebilir. Öyleyse amacına ulaştı. Fakat o bununla yetinmiyor. Onun nihai hedefi Atatürk. Bu takıntıyla kahve falı bakar gibi tarih yazıyor. Ve şimdi ondan bir bomba daha geliyor: Bu rezerv devlet (yani T.C.), günümüzde Büyük Ortadoğu Projesi'ne zemin hazırlamak ve orayı ileride kurulacak İsrail'e hediye etmek için Musul'u alabilecekken almamış! "Musul Orta Doğunun sıklet merkezidir. Yahudilerin bölgedeki en önemli müttefiki Kürtlerdir. Türkiye'deki anti-emperyalist mücadelenin merkezi -bugünlerde- Musul'a kaymıştır" diyor Küçük. İsrail'de 200 bin kadar Kürt Yahudisi, Irak'ın kuzeyinde de 200 bin kadar Kürt Yahudisi var. MOSSAD, Irak'ın kuzeyinde infaz timleri kurdu. Küçük, şu sıralar her fırsatta, her ortamda bunu söylüyor: "Musul'u alamazsanız Diyarbakır'ı verirsiniz! Atatürk'ten İnönü'ye, İnönü'den Ecevit'e, Ecevit'ten de Ahmet Necdet Sezer'e iletilmiş bir vasiyet var: Musul'u alın!" Yalçın Küçük'ün Musul meselesine bir çözüm önerisi de var, sıkı durun: "Öcalan pazarlıkla salıverilecek. PKK Barzani'nin üstüne salınacak, Musul bizim olacak!"
1789 Fransız Devrimi, tüm dünyada olduğu gibi Osmanlı'da da milliyetçiliği ateşledi. İmparatorluğun kurucu ve devam ettirici unsuru olan Türkler de bu milliyetçilik dalgasından etkilendiler. İttihat Terakki içinde Sabetaycıların bulunması doğrudur. Hatta Enver Paşa'yı ön plana Emanuel Karasu, Dr. Nazım, Maliye Nazırı Cavit Bey gibi Sabetayistler çıkarmışlardı. Keza aynı isimler, bu sırada Mustafa Kemal'in önünü tıkayarak Enver Paşa'ya avantaj sağladılar. Esasen İttihat Terakki içinde sadece Sabetayistler değil, Boşo gibi Rumlar, Abdullah Cevdet gibi Kürtler, Ermeniler ve Çerkezler ile daha başka etnik unsurlar da vardı ve doğal olarak Türkler de. Hal böyleyken İttihat ve Terakki'yi sadece Yahudilerin örgütüymüş gibi göstermek bilimsellikten ve gerçeklerden uzaktır.
Küçük'ün son dönem tezleri böyle. Acaba bunlar referans alınabilir mi? Acaba bunlar sağlıklı bir aklın ürünü sayılır mı? Bu dayanaksız atışları acaba ciddiye alan çıkacak mı derken, ortaya Ahmet Efe çıktı. 1963 Adana-Osmaniye doğumlu bir tarih öğretmeni. Nasıl Yalçın Küçük'ün uzmanlık alanı Yahudiler-Dönmelerse, onun da uzmanlık alanı Çerkezler ve Çerkez Ethem. Bu efsaneyi örten sis perdesini kaldırmak için kaleme aldığı "Çerkez Ethem" kitabının sonunda dayanamamış, bir kulp uydurup Yalçın Küçük'ü "Kemalistçe" bir güzel benzetmiş. Ama zaman zaman onunla hemfikir, mesela:
"İtiraf edelim ki Yalçın Küçük, hiç bilmediğimiz Yahudilik, Sabetaycılık ve Kabala konularında yazdıklarıyla bizleri aydınlattı. Düşünsel anlamda ufkumuz açıldı. Siyasal yaşama ve olaylara bakışımız farklılaştı. Bunun için Küçük'e toplum olarak teşekkür borçluyuz. Ancak..."
ADIVARLAR’I MUSA ANTER KORUDU
Ancak diyor ve ekliyor; "Küçük, Jön Türkizm: Doğu Birliği adlı yazısında Mustafa Kemal'i İngiliz ajanı, dolayısıyla Kurtuluş Savaşını da İngiliz operasyonu olarak itham etti ve bununla da yetinmeyip, Cemal Paşa'yı, İngilizlere Mustafa Kemal'in ihbar ederek öldürttüğünü ima etti." Yalçın Küçük anti-Kemalistlik yapmasa Ahmet Efe ile çok güzel anlaşacakları kesin.
"Biz sadece Nutuk'ta yazılanlara bakarsak tarih yazamayız" diyen Küçük, sıkı bir Enver Paşacı olup, dolayısıyla anti-Kemalisttir. Anti-Sabetaycılık ve Yahudi düşmanlığının asıl hedefi Mustafa Kemal'dir. Ancak bunu açıkça söylemiyor. Ahmet Efe'nin deyişiyle "Yalçın Küçük, âdeta bir libero gibi topu kendi kalesinden alıp orta sahaya getirmiştir. Bu santrfora gol pasıdır. Ancak Sabetayist Cavit Beyin torunu, Şiar Yalçın'ın oğlu, 'Efendi'nin yazarı olup santrforluğa soyunan Soner Yalçın da topu kaleye atamamıştır. 'Gol yapmak' elbette Mustafa Kemal'i de Sabetaycı ilan etmektir. Yalçın bunu kitabında yapamasa da Ertuğrul Özkök'ün muayyen günler yazarı Ayşe Arman'a verdiği röportajda, 'Peki Atatürk?' şeklindeki Mustafa Kemal'in Sabetaycı olup olmadığına ilişkin soruya 'Ben bilmem! Onu da tarihçiler araştırsın' gibi her tarafa çekilecek bir yanıt vermişti."
Sabetayistlere yer açmak için Ermeni ve Rumların kovulması (tehcir) olayına gelince, Ahmet Efe soruyor; O Ermeniler, tarlasında ekin biçerken, terzihanesinde elbise dikerken, dükkanında müşterisini tıraş ederken, durup dururken mi göç ettirilmiştir?Yoksa Türk ordusunun aynı anda hem Sarıkamış'ta, hem Irak, hem Çanakkale'de savaşırken, Ermenilerin de cephe gerilerinde bu orduları arkadan vurup masum halkımızı da katletmesini nasıl görmezden gelir ve bunu Sabetaycılar'a nasıl bağlayabilir? Bundaki amacı nedir?
Sabetaycı Adnan Adıvar ve Sabetaycı Halide Edip ikilisi, İttihat Terakki Hükümetinin son derece isabetli ve insani bir uygulaması olan Ermeni yer değiştirmesini "katliam" olarak nitelemiş ve sonra yurttan firar etmişti. 1939'da yurda dönen Adıvarlar'ı, Küçük'ün "Yahudi Kürt" diye tanımladığı Musa Anter ve adamları korumuştu!
Ermeni yer değiştirmesi, Türk ülkesinden başka bir ülkeye değil, yurt içinde bir yer değiştirmedir. Bu da Ermeni yer değiştirmesini hukuksal açıdan "tehcir" tanımına sokmaz. Tehcir, bir ülkeden başka bir ülkeye zorunlu göçe denir. Böyle olduğu halde vatan satıcısı Damat Ferit, İngilizlere yaranmak için 1915 olaylarını tehcir tanımına sokturarak İttihatçıları yargılatmıştır. Ayrıca Ermenilerin yoğun olarak göç ettirildiği Deyrizor, çok uzaklarda değil, Anadolu'nun hemen yanı başında ve öyle çöl ve kurak bir yer değil, Fırat kenarında, sulak ve verimli topraklara sahip, iklimi güzel bir bölgedir.
Ahmet Efe "Şunu da söyleyelim ki, Küçük nasıl bir Enverist ise biz de o derece Kemalistiz" diyor. Ancak her şeye karşın, Enver Paşa başta olmak üzere İttihatçıların hepsinin 1915 olaylarından dolayı "Türklüğün bekâsı" bağlamında çok yararlı ve hayırlı bir icraat yaptığını düşünüyor. "Ve salt bu icraat bile onların -eğer varsa- tüm hatalarını aklamaya yeter de artar! Eğer İttihatçılar Ermenilerle ilgili önlemleri almasaydı, Türk İstiklâl Harbi olmazdı. Anadolu da Mondros/Sevr sürecinde Türk'ten kazınarak Rum, Ermeni ve diğerleri tarafından paylaşılırdı diyor.
Sonra Mübadele ile gelenlerin tümünün Sabetaycı olduğunu iddia etmek de konuyu saptırmaktır. 1923'ten 1927'ye kadar 500 bin Türk'e karşılık 1 milyon 200 bin Rum göç ettirildi. Küçük, bu 500 binin tümünün Sabetayist olduğunu iddia ediyor. Ahmet Efe'ye göre bu "Türklüğe yapılmış bir iftiradır." Mübadele öncesi ve sonrası Sabetayistlerin nüfusu hiçbir zaman 100 bini aşmamıştır. "Yalçın Küçük merak etmesin!" diyor Ahmet Efe, Türk devleti kimin Sabetaycı olup kimin olmadığını gayet iyi bilmektedir. Bizzat Sabetaycıların açıkladığına göre, kendilerine aynı tip seri numaralı pasaport verilmesi onların -kendi ifadelerine göre- Türk devletince takip edildiklerini göstermektedir. Yine bu bağlamda, Rum, Ermeni ve Yahudiler dışında Sabetaycıların da kapsama alındığı 6/7 Eylül olaylarını nereye oturtmaktadır? Ahmet Efe keza Varlık Vergisini de savunuyor: "Onu da söyleyelim ki, son derece yerinde bir karar olan Varlık Vergisi, bu topraklarda bin yıldır kurucu ve taşıyıcı unsur olan Türklerin iktisadi anlamda milli bir intikamıdır!"
"PEKİ YA SİZ KİMSİNİZ YALÇIN KÜÇÜK BEY?"
Musul'a gelirsek; İngilizlerin kışkırttığı, Çerkez Ethem'in de içinde bulunduğu Kürt İsyanları, 1925'ten başlayarak 1937'ye kadar fırsat mı verdi de, Cumhuriyet ve onun kurucusu Atatürk Musul'u "Mutlaka alacağım!" dediği halde alamadı?
"Cumhuriyet ile Osmanlının değirmeninde öğütülen Türklük diriliyor ve bu görmezden geliniyor" diyor Ahmet Efe, "bunu görmemek Türk duyarsızlığıdır." Kurtuluş Savaşı yıllarında Avrupa'da yan gelip yatan Sabetaycı İttihatçıların Türk zaferine el koymak istemeleri görmezden geliniyor. Bunlardan Maliyeci Cavit'in Lozan pazarlığı sırasında karşı tarafa bilgi aktardığı unutuluyor. 1926 yargılamalarında Dr. Nazım ve Cavit'in, araya Rothschild gibi dünyayı yöneten 12 Yahudi ailenin girmesine rağmen asılmaktan kurtulamadıkları görmezden geliniyor.
Yurt çapında yürütülen 'derin' bir kampanya sonucu başlatılan Yahudi düşmanlığının kanlı ve utanç verici tezahürleri olan 1927 İstanbul Elza Niyago olayı (İzmir'e de sıçramıştı) ve 1934 Trakya olayları (Bursa'ya da sıçramıştı) ortada dururken Mustafa Kemal ve onun kurduğu Cumhuriyet nasıl Sabetayist oluyor!
"Atatürk'de mi Sabetayist" sorusuna "Efendi" Soner Yalçın ne demişti, hatırlayalım: "Ben bilmem! Onu da tarihçiler araştırsın." Bakalım aynı soruya Yalçın Küçük ne cevap verecek: "Ben Atatürk Sabetayisttir demiyorum. İsrail kaynaklı kitaplardan alınma internetteki bazı siteler öyle yazıyor. Biz onları reddediyoruz!" Böylece Küçük, golü atmak için zamanın henüz gelmediğini bildiğinden buraya kadar özetlediğimiz tüm tezlerini inkâr ediyor.
Yalçın Küçük, 1998'den önce Fransa'da bulunduğu yıllarda kendi anlatımlarına göre, "ABD ve Avrupa istihbarat servislerinin güdümündeki terör örgütü PKK'yı, Türk devleti adına Türkiye yanlısı bir çizgiye çekmekle görevliydi." Ama Ahmet Efe buna inanmıyor ve soruyor: "Yalçın Küçük PKK ile onları Türkiye yanlısı bir çizgiye çekmek için mi ilişkiye geçti, yoksa Kürt hareketini mayın merkebi olarak peydahlayıp kullanmak isteyen, Türkiye'nin milli üniter yapısını bozmayı amaçlayan güç odakları adına mı orada yer aldı?"
Tansu Çiller, 24 Aralık 1995 seçimlerinden hemen önce Abdullah Öcalan'a karşı Şam'da yaptıracağı suikast, Mesut Yılmaz tarafından bir şekilde haber alınıp, Paris'teki Küçük'e, Küçük tarafından da Öcalan'a bildirildi. Böylece Çiller'in oya dönüştürmeyi tasarladığı suikast, Küçük aracılığıyla önlenmiş oldu. Nitekim Çiller bu seçimlerde ancak üçüncü olabildi.
Sadece Sabetaycılar'ın değil, hemen herkesin etnik kökenini kurcalayan Küçük, kendi etnik kökeni konusunda ise açık sözlü olamıyor. Önceleri "Türk oğlu Türküm, hatta Türkmenim" demesine karşın, zamanla baba tarafında Türk, anne tarafından Kafkasya kökenliğini olduğunu ve ana tarafında İbrani kökenli kimselerin bulunduğunu itiraf etti. Yalçın Küçük'ün bir palavrası da şu: Her fırsatta Kıbrıs savaşında "Magosa'yı benim birliğim aldı" diyor. Sonra cüzdanından çıkardığı gazilik belgesini gösteriyor. Magosa gibi büyük ve önemli bir kenti alma görevi, birkaç aylık yanaşık düzen eğitimi almış, takım komutanı bir asteğmen olan birliğe verilemez. Gazilik belgesi bu savaşa katılmış herkese verilmişti.
Küçük'ün Sabetayist olmakla itham ettiklerinden biri de Çanakkale gazilerinden İzzettin Çalışlar Paşa'nın torunu Oral Çalışlar. Çalışlar, Cumhuriyet'te 14 Haziran 2004'te yayınlanan "Yalçın Küçük'ü referans kabul etmek" başlıklı yazısı şöyle bitirmişti:
"...Şimdi ben ne yapmalıyım, Sabetayist olmadığımı kanıtlamak için geçmişimi mi anlatmalıyım? Bu gülünç olmaz mı? Benim kökenimin ne olduğu kimseyi ilgilendirmez ki. Böyle kökenlere dayalı tahlil yapmak ırkçılıktır. Ama şunu yapabilirim, onun tarzıyla ortaya bir portre çıkarabilirim: Küçük, MİT'çi Cenk Duatepe'nin bacanağıdır. Askerlik görevini Genel Kurmayda yapmış, ve Kıbrıs müdahalesine Genelkurmayın özel emriyle katılmıştır. Kıbrıs gazi kimliğini ortalıkta göstererek dolaşmaktan hoşlanan bir kimsedir. Devlet Planlama Teşkilatı'ndan sonra eğitim için Amerika'nın ünlü Yale Üniversitesi'ne gitmiştir.
Öcalan'a 'Başkanım' diyerek uzun görüşmeler yapmıştır ve daha sonra bu görüşmeleri şöyle izah etmiştir: 'Türk devleti benim Öcalan üzerinde fazla nüfuzum olduğunu düşünüyordu.' Türkiye'yi bir daha dönmemek üzere terk etmiş, daha sonra Türkiye'ye gelmiş ve bir süre cezaevinde kaldıktan sonra 'Sabetaycılık' uzmanı kesilip büyük basının ilgisini çekmiş, tezleri çok satan kitaplara kaynaklık etmiştir. Babasının da Fransız işgali döneminde Antakya'da Fransız işbirlikçisi olduğunu kendisi söylemektedir.
Bunları birleştirip Küçük tarzıyla isterseniz bir sentez de siz yapın. Bakalım ortaya ne çıkacak? Sorun Yalçın Küçük değil, onu önemli bir referans haline getirenler."
Oral Çalışların sözünü ettiği Fransız İşbirlikçisi Ahmet Sabuni, Yalçın Küçük'ün dedesi ya da babasıdır. 1930'lu yılların ortasında, Hatay'ın Türkiye'ye katılmasını engellemek için Fransız istihbaratının Çerkez Ethem'e kurdurduğu Cenup Vilayetleri Yıldırım Komitesi'nin yöneticilerinden biriydi.
(Ada Bayazıt / Chronicle)
Yalçın Küçük, "Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede artık yaşayamam" diyerek çekip gittiği Fransa'dan döndü döneli (1989) kaleme aldığı kitaplarında (Aydınlık Zindan, Tekelistan, Tekeliyet, Sırlar, İsyan), dergilerde, basında, televizyonda, çeşitli söyleşi programlarında ve konferanslarda, kendi ifadesiyle "saklı bir Türk tarihi" üretiyor. Bunun için mezar taşlarını inceliyor, gazetelerde çıkan ölüm ilanlarını okuyor, insanları isimlerine, soyadlarına göre Yahudi ilan ediyor.
Ona göre, son 150 yıllık Türk tarihi, aslında Yahudilerle Hıristiyanların mücadelesidir ve Türkler bu sahnede figüran dahi olamamıştır. Türkiye'de ister İttihat Terakki'nin içinde, ister dışında, ister onlarla beraber, ister onlara karşı 1906 ile 1926 arasındaki 20 yıllık süreçteyse, en önemli kavga Siyonistlerle (Yahudilerle), Sabetaycılar (İbraniler) arasında yaşanmıştı. Çünkü Siyonistler ayrı bir devlet isterken, Sabetaycılar, Anadolu'yu 'vaat edilmiş toprak' olarak görüyorlardı da ondan! Zaten İttihat Terakki Partisi'ni ve onun gizli örgütü olan Teşkilatı Mahsusa'yı da Selanik'te Sabetaycılar kurmuştu. Bunlar Balkan Savaşlarında Selanik elden çıkınca, Anadolu'yu vatan yapmak için Ermeni ve Rum tehcirini organize ettiler. Ermenilerin ve Rumların boşalttığı yerlere de Sabetaycıları yerleştirdiler. Kurtuluş Savaşı, bu amaç doğrultusunda Sabetaycıların örgütlediği ve önderlik ettiği bir hareketti. Kurtuluş Savaşındaki direnişi Teşkilatı Mahsusa ateşlemişti. Bu mücadele içinde Sabetayist olmayan bir tek Enver Paşa ile Cemal Paşa vardı. Onlar da 1922'ye gelindiğinde tasfiye edilmiş ve Sabetayistlerin rezerv devleti (Türkiye Cumhuriyeti) kurulmuştu.
BÜLBÜLDERESİ'NDE YATAN ÇANAKKALE GAZİLERİ
Küçük'ün saklı tarihine göre, Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919'dan önce önemli bir subay ve kişilik değilmiş. Çanakkale Savaşı'nda Mustafa Kemal'in tayin edici bir rolü olmamış. Çanakkale'de kara savaşlarında kazanılan da o kadar büyük bir şey değilmiş ve bunun için çok zayiat verilmiş. Çanakkale Savaşının asıl kahramanları Vehip Paşa ve Esat Paşa'ydı. Bu iki paşa da Sabetayistti. Ama kahramandılar. Ölümlerinden sonra Üsküdar'da, Sabetayistlere ait Bülbülderesi mezarlığına gömüldüler.
1915 Ermeni katliamını Türkler yapmadı. Karar İttihatçı Hükümetindi. Karar, Talat Paşa'nın aldığı karardı. Talat Paşa da Sabetayist. Türklerin Ermenilere ve Kürtlere yaptıkları soykırım sayılamazdı. Çünkü bizde iyi Ermeniler de vardı. Eğer bir tek Ermeniye dahi iyi Ermeni diye dokunmadıysak, soykırım yoktur. Halbuki Hitler, babası olsa Yahudiyi fırına gönderdi. Erivan bunları biliyor, Erivan, kendilerine yapılanlardan dolayı Türkleri sorumlu tutmaz. Ayrıca Rusya'nın Türkiye'den toprak istediği de yalandır.
Bu saklı tarih, çok kılçıklı bir balık ziyafeti gibi, yutkunabilene aşkolsun! Bakın daha ne sürprizler var: Mesela Türk halk Kurtuluş Savaşı'na karşıydı. Kurtulmak falan istemiyordu. Bir tek Çerkez Ethem vardı Kurtuluş Savaşı'na inanan. Çerkez Ethem bir sosyalistti. Zenginden alır fakire verirdi. Sonradan Kemalistlerce "hain" ilan edildi. Halbuki Çerkez Ethem, Türk askerine değil bir mermi, sapanla taş bile atmamıştı. Ama onu tasfiye ettiler. O hain olduğu için, birilerinin kahraman olması gerekirdi. Onun için de İnönü zaferi icat edildi. İnönü zaferleri diye bir şey yoktur.
ENVER PAŞA'YI SABETAYİSTLER YARATTI
"Mübadeleyi hâlâ anlayamıyorum" diyor Küçük, Yunan ordusu Sakarya'ya kadar geldiği halde Rumlar, bize sapanla dahi taş atmadı. Yerli Rumlar onlara en ufak yardımda bulunmadı. Ama onları gönderdik. Zengindiler. Mübadele ile gönderilenlerin yerine gelenlerin tümü Sabetaycıydı. 1919-20 yıllarında nerede çok zengin Rum varsa, şimdi orada yoğun olarak Sabetaycılar vardır. İzmir'de, Antalya'da, Kayseri'de, Samsun'da, Zonguldak'ta, Adana'da, Trabzon'da. Anadolu'dan Rumları, Ermenileri Sabetaycılar çıkardı. Sonraları 6/7 Eylül'ü vesaireyi de onlar yaptı. Bu yüzden Kurtuluş Savaşlarını fazla önemsemeyin.
Küçük niçin Sabetayistlere taktığını şöyle açıklıyor: "Sabetayist İsmail Cem'in cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için!" Sonuca bakılınca engelledi de denebilir. Öyleyse amacına ulaştı. Fakat o bununla yetinmiyor. Onun nihai hedefi Atatürk. Bu takıntıyla kahve falı bakar gibi tarih yazıyor. Ve şimdi ondan bir bomba daha geliyor: Bu rezerv devlet (yani T.C.), günümüzde Büyük Ortadoğu Projesi'ne zemin hazırlamak ve orayı ileride kurulacak İsrail'e hediye etmek için Musul'u alabilecekken almamış! "Musul Orta Doğunun sıklet merkezidir. Yahudilerin bölgedeki en önemli müttefiki Kürtlerdir. Türkiye'deki anti-emperyalist mücadelenin merkezi -bugünlerde- Musul'a kaymıştır" diyor Küçük. İsrail'de 200 bin kadar Kürt Yahudisi, Irak'ın kuzeyinde de 200 bin kadar Kürt Yahudisi var. MOSSAD, Irak'ın kuzeyinde infaz timleri kurdu. Küçük, şu sıralar her fırsatta, her ortamda bunu söylüyor: "Musul'u alamazsanız Diyarbakır'ı verirsiniz! Atatürk'ten İnönü'ye, İnönü'den Ecevit'e, Ecevit'ten de Ahmet Necdet Sezer'e iletilmiş bir vasiyet var: Musul'u alın!" Yalçın Küçük'ün Musul meselesine bir çözüm önerisi de var, sıkı durun: "Öcalan pazarlıkla salıverilecek. PKK Barzani'nin üstüne salınacak, Musul bizim olacak!"
1789 Fransız Devrimi, tüm dünyada olduğu gibi Osmanlı'da da milliyetçiliği ateşledi. İmparatorluğun kurucu ve devam ettirici unsuru olan Türkler de bu milliyetçilik dalgasından etkilendiler. İttihat Terakki içinde Sabetaycıların bulunması doğrudur. Hatta Enver Paşa'yı ön plana Emanuel Karasu, Dr. Nazım, Maliye Nazırı Cavit Bey gibi Sabetayistler çıkarmışlardı. Keza aynı isimler, bu sırada Mustafa Kemal'in önünü tıkayarak Enver Paşa'ya avantaj sağladılar. Esasen İttihat Terakki içinde sadece Sabetayistler değil, Boşo gibi Rumlar, Abdullah Cevdet gibi Kürtler, Ermeniler ve Çerkezler ile daha başka etnik unsurlar da vardı ve doğal olarak Türkler de. Hal böyleyken İttihat ve Terakki'yi sadece Yahudilerin örgütüymüş gibi göstermek bilimsellikten ve gerçeklerden uzaktır.
Küçük'ün son dönem tezleri böyle. Acaba bunlar referans alınabilir mi? Acaba bunlar sağlıklı bir aklın ürünü sayılır mı? Bu dayanaksız atışları acaba ciddiye alan çıkacak mı derken, ortaya Ahmet Efe çıktı. 1963 Adana-Osmaniye doğumlu bir tarih öğretmeni. Nasıl Yalçın Küçük'ün uzmanlık alanı Yahudiler-Dönmelerse, onun da uzmanlık alanı Çerkezler ve Çerkez Ethem. Bu efsaneyi örten sis perdesini kaldırmak için kaleme aldığı "Çerkez Ethem" kitabının sonunda dayanamamış, bir kulp uydurup Yalçın Küçük'ü "Kemalistçe" bir güzel benzetmiş. Ama zaman zaman onunla hemfikir, mesela:
"İtiraf edelim ki Yalçın Küçük, hiç bilmediğimiz Yahudilik, Sabetaycılık ve Kabala konularında yazdıklarıyla bizleri aydınlattı. Düşünsel anlamda ufkumuz açıldı. Siyasal yaşama ve olaylara bakışımız farklılaştı. Bunun için Küçük'e toplum olarak teşekkür borçluyuz. Ancak..."
ADIVARLAR’I MUSA ANTER KORUDU
Ancak diyor ve ekliyor; "Küçük, Jön Türkizm: Doğu Birliği adlı yazısında Mustafa Kemal'i İngiliz ajanı, dolayısıyla Kurtuluş Savaşını da İngiliz operasyonu olarak itham etti ve bununla da yetinmeyip, Cemal Paşa'yı, İngilizlere Mustafa Kemal'in ihbar ederek öldürttüğünü ima etti." Yalçın Küçük anti-Kemalistlik yapmasa Ahmet Efe ile çok güzel anlaşacakları kesin.
"Biz sadece Nutuk'ta yazılanlara bakarsak tarih yazamayız" diyen Küçük, sıkı bir Enver Paşacı olup, dolayısıyla anti-Kemalisttir. Anti-Sabetaycılık ve Yahudi düşmanlığının asıl hedefi Mustafa Kemal'dir. Ancak bunu açıkça söylemiyor. Ahmet Efe'nin deyişiyle "Yalçın Küçük, âdeta bir libero gibi topu kendi kalesinden alıp orta sahaya getirmiştir. Bu santrfora gol pasıdır. Ancak Sabetayist Cavit Beyin torunu, Şiar Yalçın'ın oğlu, 'Efendi'nin yazarı olup santrforluğa soyunan Soner Yalçın da topu kaleye atamamıştır. 'Gol yapmak' elbette Mustafa Kemal'i de Sabetaycı ilan etmektir. Yalçın bunu kitabında yapamasa da Ertuğrul Özkök'ün muayyen günler yazarı Ayşe Arman'a verdiği röportajda, 'Peki Atatürk?' şeklindeki Mustafa Kemal'in Sabetaycı olup olmadığına ilişkin soruya 'Ben bilmem! Onu da tarihçiler araştırsın' gibi her tarafa çekilecek bir yanıt vermişti."
Sabetayistlere yer açmak için Ermeni ve Rumların kovulması (tehcir) olayına gelince, Ahmet Efe soruyor; O Ermeniler, tarlasında ekin biçerken, terzihanesinde elbise dikerken, dükkanında müşterisini tıraş ederken, durup dururken mi göç ettirilmiştir?Yoksa Türk ordusunun aynı anda hem Sarıkamış'ta, hem Irak, hem Çanakkale'de savaşırken, Ermenilerin de cephe gerilerinde bu orduları arkadan vurup masum halkımızı da katletmesini nasıl görmezden gelir ve bunu Sabetaycılar'a nasıl bağlayabilir? Bundaki amacı nedir?
Sabetaycı Adnan Adıvar ve Sabetaycı Halide Edip ikilisi, İttihat Terakki Hükümetinin son derece isabetli ve insani bir uygulaması olan Ermeni yer değiştirmesini "katliam" olarak nitelemiş ve sonra yurttan firar etmişti. 1939'da yurda dönen Adıvarlar'ı, Küçük'ün "Yahudi Kürt" diye tanımladığı Musa Anter ve adamları korumuştu!
Ermeni yer değiştirmesi, Türk ülkesinden başka bir ülkeye değil, yurt içinde bir yer değiştirmedir. Bu da Ermeni yer değiştirmesini hukuksal açıdan "tehcir" tanımına sokmaz. Tehcir, bir ülkeden başka bir ülkeye zorunlu göçe denir. Böyle olduğu halde vatan satıcısı Damat Ferit, İngilizlere yaranmak için 1915 olaylarını tehcir tanımına sokturarak İttihatçıları yargılatmıştır. Ayrıca Ermenilerin yoğun olarak göç ettirildiği Deyrizor, çok uzaklarda değil, Anadolu'nun hemen yanı başında ve öyle çöl ve kurak bir yer değil, Fırat kenarında, sulak ve verimli topraklara sahip, iklimi güzel bir bölgedir.
Ahmet Efe "Şunu da söyleyelim ki, Küçük nasıl bir Enverist ise biz de o derece Kemalistiz" diyor. Ancak her şeye karşın, Enver Paşa başta olmak üzere İttihatçıların hepsinin 1915 olaylarından dolayı "Türklüğün bekâsı" bağlamında çok yararlı ve hayırlı bir icraat yaptığını düşünüyor. "Ve salt bu icraat bile onların -eğer varsa- tüm hatalarını aklamaya yeter de artar! Eğer İttihatçılar Ermenilerle ilgili önlemleri almasaydı, Türk İstiklâl Harbi olmazdı. Anadolu da Mondros/Sevr sürecinde Türk'ten kazınarak Rum, Ermeni ve diğerleri tarafından paylaşılırdı diyor.
Sonra Mübadele ile gelenlerin tümünün Sabetaycı olduğunu iddia etmek de konuyu saptırmaktır. 1923'ten 1927'ye kadar 500 bin Türk'e karşılık 1 milyon 200 bin Rum göç ettirildi. Küçük, bu 500 binin tümünün Sabetayist olduğunu iddia ediyor. Ahmet Efe'ye göre bu "Türklüğe yapılmış bir iftiradır." Mübadele öncesi ve sonrası Sabetayistlerin nüfusu hiçbir zaman 100 bini aşmamıştır. "Yalçın Küçük merak etmesin!" diyor Ahmet Efe, Türk devleti kimin Sabetaycı olup kimin olmadığını gayet iyi bilmektedir. Bizzat Sabetaycıların açıkladığına göre, kendilerine aynı tip seri numaralı pasaport verilmesi onların -kendi ifadelerine göre- Türk devletince takip edildiklerini göstermektedir. Yine bu bağlamda, Rum, Ermeni ve Yahudiler dışında Sabetaycıların da kapsama alındığı 6/7 Eylül olaylarını nereye oturtmaktadır? Ahmet Efe keza Varlık Vergisini de savunuyor: "Onu da söyleyelim ki, son derece yerinde bir karar olan Varlık Vergisi, bu topraklarda bin yıldır kurucu ve taşıyıcı unsur olan Türklerin iktisadi anlamda milli bir intikamıdır!"
"PEKİ YA SİZ KİMSİNİZ YALÇIN KÜÇÜK BEY?"
Musul'a gelirsek; İngilizlerin kışkırttığı, Çerkez Ethem'in de içinde bulunduğu Kürt İsyanları, 1925'ten başlayarak 1937'ye kadar fırsat mı verdi de, Cumhuriyet ve onun kurucusu Atatürk Musul'u "Mutlaka alacağım!" dediği halde alamadı?
"Cumhuriyet ile Osmanlının değirmeninde öğütülen Türklük diriliyor ve bu görmezden geliniyor" diyor Ahmet Efe, "bunu görmemek Türk duyarsızlığıdır." Kurtuluş Savaşı yıllarında Avrupa'da yan gelip yatan Sabetaycı İttihatçıların Türk zaferine el koymak istemeleri görmezden geliniyor. Bunlardan Maliyeci Cavit'in Lozan pazarlığı sırasında karşı tarafa bilgi aktardığı unutuluyor. 1926 yargılamalarında Dr. Nazım ve Cavit'in, araya Rothschild gibi dünyayı yöneten 12 Yahudi ailenin girmesine rağmen asılmaktan kurtulamadıkları görmezden geliniyor.
Yurt çapında yürütülen 'derin' bir kampanya sonucu başlatılan Yahudi düşmanlığının kanlı ve utanç verici tezahürleri olan 1927 İstanbul Elza Niyago olayı (İzmir'e de sıçramıştı) ve 1934 Trakya olayları (Bursa'ya da sıçramıştı) ortada dururken Mustafa Kemal ve onun kurduğu Cumhuriyet nasıl Sabetayist oluyor!
"Atatürk'de mi Sabetayist" sorusuna "Efendi" Soner Yalçın ne demişti, hatırlayalım: "Ben bilmem! Onu da tarihçiler araştırsın." Bakalım aynı soruya Yalçın Küçük ne cevap verecek: "Ben Atatürk Sabetayisttir demiyorum. İsrail kaynaklı kitaplardan alınma internetteki bazı siteler öyle yazıyor. Biz onları reddediyoruz!" Böylece Küçük, golü atmak için zamanın henüz gelmediğini bildiğinden buraya kadar özetlediğimiz tüm tezlerini inkâr ediyor.
Yalçın Küçük, 1998'den önce Fransa'da bulunduğu yıllarda kendi anlatımlarına göre, "ABD ve Avrupa istihbarat servislerinin güdümündeki terör örgütü PKK'yı, Türk devleti adına Türkiye yanlısı bir çizgiye çekmekle görevliydi." Ama Ahmet Efe buna inanmıyor ve soruyor: "Yalçın Küçük PKK ile onları Türkiye yanlısı bir çizgiye çekmek için mi ilişkiye geçti, yoksa Kürt hareketini mayın merkebi olarak peydahlayıp kullanmak isteyen, Türkiye'nin milli üniter yapısını bozmayı amaçlayan güç odakları adına mı orada yer aldı?"
Tansu Çiller, 24 Aralık 1995 seçimlerinden hemen önce Abdullah Öcalan'a karşı Şam'da yaptıracağı suikast, Mesut Yılmaz tarafından bir şekilde haber alınıp, Paris'teki Küçük'e, Küçük tarafından da Öcalan'a bildirildi. Böylece Çiller'in oya dönüştürmeyi tasarladığı suikast, Küçük aracılığıyla önlenmiş oldu. Nitekim Çiller bu seçimlerde ancak üçüncü olabildi.
Sadece Sabetaycılar'ın değil, hemen herkesin etnik kökenini kurcalayan Küçük, kendi etnik kökeni konusunda ise açık sözlü olamıyor. Önceleri "Türk oğlu Türküm, hatta Türkmenim" demesine karşın, zamanla baba tarafında Türk, anne tarafından Kafkasya kökenliğini olduğunu ve ana tarafında İbrani kökenli kimselerin bulunduğunu itiraf etti. Yalçın Küçük'ün bir palavrası da şu: Her fırsatta Kıbrıs savaşında "Magosa'yı benim birliğim aldı" diyor. Sonra cüzdanından çıkardığı gazilik belgesini gösteriyor. Magosa gibi büyük ve önemli bir kenti alma görevi, birkaç aylık yanaşık düzen eğitimi almış, takım komutanı bir asteğmen olan birliğe verilemez. Gazilik belgesi bu savaşa katılmış herkese verilmişti.
Küçük'ün Sabetayist olmakla itham ettiklerinden biri de Çanakkale gazilerinden İzzettin Çalışlar Paşa'nın torunu Oral Çalışlar. Çalışlar, Cumhuriyet'te 14 Haziran 2004'te yayınlanan "Yalçın Küçük'ü referans kabul etmek" başlıklı yazısı şöyle bitirmişti:
"...Şimdi ben ne yapmalıyım, Sabetayist olmadığımı kanıtlamak için geçmişimi mi anlatmalıyım? Bu gülünç olmaz mı? Benim kökenimin ne olduğu kimseyi ilgilendirmez ki. Böyle kökenlere dayalı tahlil yapmak ırkçılıktır. Ama şunu yapabilirim, onun tarzıyla ortaya bir portre çıkarabilirim: Küçük, MİT'çi Cenk Duatepe'nin bacanağıdır. Askerlik görevini Genel Kurmayda yapmış, ve Kıbrıs müdahalesine Genelkurmayın özel emriyle katılmıştır. Kıbrıs gazi kimliğini ortalıkta göstererek dolaşmaktan hoşlanan bir kimsedir. Devlet Planlama Teşkilatı'ndan sonra eğitim için Amerika'nın ünlü Yale Üniversitesi'ne gitmiştir.
Öcalan'a 'Başkanım' diyerek uzun görüşmeler yapmıştır ve daha sonra bu görüşmeleri şöyle izah etmiştir: 'Türk devleti benim Öcalan üzerinde fazla nüfuzum olduğunu düşünüyordu.' Türkiye'yi bir daha dönmemek üzere terk etmiş, daha sonra Türkiye'ye gelmiş ve bir süre cezaevinde kaldıktan sonra 'Sabetaycılık' uzmanı kesilip büyük basının ilgisini çekmiş, tezleri çok satan kitaplara kaynaklık etmiştir. Babasının da Fransız işgali döneminde Antakya'da Fransız işbirlikçisi olduğunu kendisi söylemektedir.
Bunları birleştirip Küçük tarzıyla isterseniz bir sentez de siz yapın. Bakalım ortaya ne çıkacak? Sorun Yalçın Küçük değil, onu önemli bir referans haline getirenler."
Oral Çalışların sözünü ettiği Fransız İşbirlikçisi Ahmet Sabuni, Yalçın Küçük'ün dedesi ya da babasıdır. 1930'lu yılların ortasında, Hatay'ın Türkiye'ye katılmasını engellemek için Fransız istihbaratının Çerkez Ethem'e kurdurduğu Cenup Vilayetleri Yıldırım Komitesi'nin yöneticilerinden biriydi.
(Ada Bayazıt / Chronicle)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder