vikileştirilecek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
vikileştirilecek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Nisan 2009 Pazartesi

Dinç Bilgin, Mustafa İsen, Necip Hablemitoğlu, Sait AKARLILAR - Mavi, Metin Boşnak, diğerleri..

http://www.bosnasancak.net/forum/showthread.php?t=5472&highlight=%FCnl%FC+bo%FEnaklar&page=20

İlk öğretmeni, ilk ustasıydı

Sait Akarlılar, 1940 yılında İstanbul'da doğdu. Ailesi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Saraybosna'dan göçmüş, Boşnaklar'dandı. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle çocuk denecek bir yaşta çalışmaya başladı. Daha sonra tüm gençlik yıllarını geçireceği Gedikpaşa'da işe başladığında 12 yaşındaydı.
Yıllarca dikiş dikti. Türk, Ermeni, Musevi ustaların yanında çalıştı. Farklı kültürleri öğrendi. Ancak ilk ustası onda büyük izler bıraktı. Gerek işi, gerekse kişiliğinin oluşumunda büyük etkisi olan emektar bir terziydi ustası. Küçücük, ışıksız bir atölyede, sabahın ilk ışıklarından akşamın geç saatine kadar ceket dikiyor, dur durak bilmeden çalışıyorlardı.
Ustası; dürüst, işini seven biriydi. Akarlılar, onun karakterinden çok etkilendiğini, işveren olduğu günden itibaren onun ilkelerini izlediğini söylüyor: "Ustam, sabahları işe herkesten erken gelirdi. Gece gündüz çalışırdı. Titiz, dürüst biriydi. En sıkıntılı zamanlarında bile işçilerine maaşlarını tam ve gününde ödemesi beni çok etkilemiştir. Ben de hayatım boyunca çalışanlarıma bu anlamda hiç sıkıntı çektirmedim."

Günde 20 saat çalıştım
Sait Akarlılar, 20 yaşına geldiğinde, artık kendi kanatlarıyla uçması gerektiğine inandı. İstanbul tekstil piyasasında kendine göre bir çevre edinmiş, para biriktirmişti. Ustasıyla helalleşti. 1960 yılının Ocak ayında kendi atölyesini kurdu. İlk başta işleri iyi gitti. Beş işçisi vardı ve aldığı siparişler de fena değildi. Ancak, bu refah dönemi sadece beş ay (27 Mayıs 1960'a kadar) sürdü. İhtilal sonrası siparişler bıçak gibi kesildi, yokluk yılları başladı. Akarlılar, ceket dikiminde uzmanlaşmıştır ama artık ayakta kalma mücadelesi vermek zorundadır. Bunun için ne bulursa onu dikmeye karar verir. Pantolon, şort, postane üniforması... Eline ne gelirse diker, hiçbir siparişi geri çevirmez. Günde 20 saat çalışır. Gece gündüz kavramını yitmiş, elleri dikiş dikmekten delik deşik olmuştur.
Bu dönemden çıkardığı ders şudur: 'İnsan her koşulda ekmeğini çıkarabilir. İşsiz kalmak kişinin kendi seçimidir. Ben en sıkıntılı dönemlerde bile hiç işsiz kalmadım çünkü gelen işi geri çevirmenin doğru olmadığını düşündüm."


Baba yadigârını rehin verdim

Ekonomik sıkıntılara rağmen, Sait Akarlılar ayakta kalmayı başardı. Ancak askerliği gelip çatmıştı, mecburen gitti. Giderken, atölyesini yanında çalışan güvendiği bir arkadaşına teslim etti. Askerlik döneminden sonra, İstanbul'a döndü. Ama atölyesinin yerinde yeller esiyordu. Ne işçileri ne de makinaları vardı. Yıkıldı... Arkadaşının, makinalarını Kapalıçarşı'da bir rehinciye sattığını öğrendi. Rehinciyi buldu ama makinaları geri alacak parası yoktu. Hayatta sahip olduğu tek varlığı olan baba yadigârı saatini, rehinciye verdi. Makinalarını 100 lira karşılığında geri aldı. İşini tekrar kurdu. Borcunu ilk ay ödeyemedi. İkinci ayın sonunda biriktirdiği 150 lirayı vererek rehinciden saatini geri aldı.


Ailemi kaybedince korktum

Sait Akarlılar, ailesini çok erken yaşta kaybetmiş. Ancak bu trajedi, onu sıfır noktasından başlayıp bugünlere gelmesinde büyük rol oynamış. Kendisi de, iş prensiplerinin oluşmasında, Türkiye'nin en önemli markalarından birini yaratmasında çocukluğunda yaşadığı acı günlerin etkisi olduğunu belirtiyor:
"Daha yedi yaşında annemi kaybettim. 14 yaşındaydım babam öldü. Küçük yaşta yaşadığım bu iki acı olay, beni başka yerlere itebilirdi ama hırslandırdı. 'Hiçbir kimseye muhtaç olmamak' üzere yetiştirdim kendimi. Yokluğu bilen insanlar, sürekli kaybetme korkusu içinde olur ve elde ettikleri her şeyi daha sıkı tutarlar. Ben de bu kaybetme korkusuyla yaşadım. Bu korkunun verdiği motivasyonla hep daha iyisini yapmaya çalıştım. Yaptığım işleri, hiçbir zaman elimin ucuyla tutmadım, ortaya hep kaliteli, iyi, güzel ürünler çıkarmaya çalıştım." 


Her gün rapor alıyorum

Akarlılar, başarısını, alın terine borçlu her insan gibi, konuşurken, 'yaptım, ettim' şeklinde tekil değil, çoğul konuşuyor. İş hayatında kazandığı başarının sadece kendisine ait değil, eşine, çocuklarına, ekibine, işçilerine de ait olduğunu sık sık vurguluyor. Başarısının temel faktörünü 'ölesiye çalışmak' olarak özetliyor.
"50 yıldır iş hayatının içindeyim ama sanki 150 yıldır çalışıyorum. Haftada 100 saat çalışırım. Kafam hep işle meşguldür" diyor.
İlk tatilini 50 yaşındayken yapmış. Bir haftalık bir tatilmiş bu. İşinden hem ruhen hem bedenen ilk kez koptuğu bir hafta. "Tatil güzel ama çalışmak yaşam biçimi olmuş benim için" diye anlatıyor.
Akarlılar, işlerinin önemli bir kısmını çocuklarına devretmiş gibi görünse de kontrol ve 'son söz' hâlâ onun. Mavi mağazalarından hergün rapor aldığını, satış ve yönetim işlerini takip ettiğini, yöneticilerin 'özel hayatlarına' kadar her konuyu denetlediğini anlatıyor.


Eşime ilk görüşte aşık oldum

Hayatında hiç 'zengin olayım' diye dua etmemiş. Duaları hep tek bir şey içinmiş Akarlılar'ın: "Tanrı'ya çok dua ettim, bana iyi bir eş versin diye. Güzelliğin önemi yoktu. İyi bir anne, güzel ahlaklı bir eş için yalvardım hep" diyor.
28 yaşına bastığı yıl, duaları kabul olmuş. Birgün işten öğlen saatlerinde çıkıp, birtakım evrakları almak için evine gelmiş. Evini paylaştığı halaoğlunun yanında gencecik bir kız oturmaktadır. Kızın, akraba olduğunu öğrenmiş. Ve o an karar vermiş; "İşte benim eşim dedim. İlk görüşte âşık olmuştum. Benden 10 yaş küçüktü. Tanıştık, anlaştık. 18 yaşını doldurduğu gün evlendik." 
Hayriye Hanım, Sait Bey'e üç yılda üç evlat vermiş. Akarlılar, eşinin bugünlere gelmesinde rolünün çok büyük olduğunu sık sık vurguluyor.
Anlattığına göre Hayriye Hanım, çocukların yetiştirilmesinde, eğitiminde büyük rol oynamış. Eşinin hâlâ, şimdi 30'lu yaşlarda olan çocuklarının bavullarını hazırladığını, ABD'de yaşayan Ersin ve Elif'e kendi elleriyle hazırladığı reçelleri, kurduğu turşuları yolladığını anlatıyor.


Mavi, bir aile başarısıdır

Sait Akarlılar, Mavi'nin özellikle dünyada geldiği noktayı çocuklarına borçlu olduğunu belirtiyor. Kendisine, 50 yaşından sonra fabrika kurma cesaretini çocuklarının verdiğini vurguluyor:
"Bu markayı yaparken 'nesillere intikal eden' bir marka olmasını çok istemiştim. Gerçekçi bir şeyler yapmayı, iz bırakmayı dilemiştim. Çocuklarımın tahminimden daha heyecanlı bir şekilde işe sarılmaları bana büyük enerji verdi. Onların iyi eğitim almaları, heyecanları cesaret verdi. 50 yaşımda Çerkezköy'de fabrika kurdum. Şimdi bu fabrikada 2 bin kişi çalışıyor." 
Çocuklarının başarısında ise eşinin ve kendisinin büyük rol oynadığını söylüyor gururla.
"Çocuklara çok vakit ayırdık. Eşim eğitimleriyle bizzat ilgilendi. Ben de baba olarak onlara çalışkan ve disiplinli bir rol modeli oldum. Evimizde açık bir ortam vardı. Kararları birlikte aldık. Hiçbir şeyi onlardan saklamadık" diyen Akarlılar, daha küçük yaştalarken bile birlikte Amerikan pazarına giderek, blucin satın aldıklarını ve birlikte dikişlerini incelediklerini söylüyor ve ekliyor: "Mavi bir aile başarısıdır.


Dinç Bilgin



1940 yılında İzmir’de doğdu.Yeni Asır gazetesi sahibi Şevket Bilgin’in oğlu.İİTİA’de okudu.Mesleğe Yeni Asır gazetesinde başladı.1985 yılında İstanbul’da Sabah gazetesini yayınlamaya başladı.Foto Maç,Yeni Yüzyıl,Yeni Binyıl, Ateş, Takvim, Bugün gazeteleri ve Aktüel başta olmak üzere bir çok dergi yayınladı.ATV’yi kurdu.Özelleştirme çerçevesinde Etibank'ı aldı.İngilizce biliyor.Evli ve iki çocuk babası.İzmir Gazeteciler Cemiyeti ve Gazete Sahipleri Birliği üyesi.2000 yılı içinde ekonomik krize giren Sabah Grubu, bir ara Mehmet Emin Karamehmet tarafından satın alındı.Ancak satışın onaylanmaması üzerine Dinç Bilgin tekrar Sabah Grubu’nun başına geçti.

Mustafa İsen 



KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI MÜSTEŞARI Prof. Dr. MUSTAFA İSEN'İN ÖZGEÇMİŞİ

Doğum Tarihi:1953
Doğum Yeri:Adapazarı
Yabancı Dil:İngilizce
Medeni Hali: Evli, 3 çocuk babası

EĞİTİM DURUMU :
1975 Lisans Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
1979 - 1983 Doktora Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
1983 - 1988 Yardımcı Doçent Atatürk Üniversitesi, Fen - Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
1988 - 1994 Doçent Gazi Üniversitesi, Fen - Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
1994 - Prof. Dr.Gazi Üniversitesi, Fen - Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

YAPTIĞI GÖREVLER :
Fakülte'yi bitirdikten sonra İstanbul'da öğretmenlik, Atatürk Üniversitesinde asistanlık yaptı.

1981 yılında Milli Eğitim Bakanlığı aracılığı ile Belgrad Üniversitesi Filoloji Fakültesi Doğu Dilleri Bölümüne öğretim elemanı olarak gönderildi. 1983 yılına kadar burada görev yaptı. Aynı yıl yardımcı doçent tayin edildi ve yurda dönüşünden sonra Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim üyesi olarak çalıştı.

Bu yıllarda kuruluş aşamasında olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde de alanıyla ilgili dersler verdi. 1988 yılında Milli Eğitim Bakanlığı�nda müşavir olarak görevlendirildi. Aynı yıl, Eski Türk Edebiyatı alanında doçent oldu ve 1989 yılında Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü�ne doçent olarak atandı. Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekan yardımcılığı ve Gazi Üniversitesi Türkçe Öğrenim Uygulama ve Araştırma Merkezi Başkanlığı (G.Ü. TÖMER) yaptı.

1994 yılında Profesör oldu. Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü�nde müdürlük, Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Bölüm Başkanlığı yaptı. Ardından Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi dekanı oldu (1997). 2000 yılında Başkent Üniversitesi'ne geçti ve burada Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü kurdu.

17 Aralık 2002 tarihinde Kültür Bakanlığı Müsteşarlığına atandı. Kültür ve Turizm Bakanlıklarının birleşmesi sonucu 17.6.2003 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarlığına tayin edildi. Prof. Dr. İsen�in Türk Edebiyatı ve Balkanlarda Türk kültürü ile ilgili yayınlanmış çok sayıda çalışması var.

biyografi.net

Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu (1954 - 2002)

1954 yılında Ankara’da doğan Hablemitoğlu, 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Basın Yayın Yüksek Okulu'ndan mezun oldu. 1977 ve 1978 yıllarında "Dilde Fikirde İşde BİRLİK" adlı aylık dergi yayınladı. Uzun yıllar çeşitli kuruluşlarda basın müşaviri olarak çalıştıktan sonra, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde master ve doktora yaptı. 

Türkiye dışındaki Türk topluluklarının yakın tarihi ile ilgili olarak çalışmalar yapan Hablemitoğlu, Orta Avrupa ve Balkanlar’da Türk eserleri, Türk azınlıkları ve şehitliklerimiz konusunda alan çalışmaları yürüttü. 1995-1996 yılları arasında Birleşmiş Milletler Örgütü’nün (UNDP) bir projesinde görev alarak Gagauz Türkleri’nin latin alfabesine geçişi ile ilgili olarak danışmanlık hizmeti verdi. 

METİN BOŞNAK

Eğitim:
1991-1996 Hacettepe Üniversitesi, Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü Bölümü Doktora

1988-1990 Indiana University, Bloomington, USA, Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü, Yüksek Lisans

1983-1987 Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun, ELT Bölümü, Lisans

İş Tecrübesi:

2000-2007 Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü, Fatih Üniversitesi, Istanbul
Yardımcı Doçent

1997-2000, 2001-2006
İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölüm , Fatih Üniversitesi, Istanbul, Yardımcı Doçent

1995-1997 
İngilizce Bölümü, Erciyes Üniversitesi, Kayseri, Öğr.Gör.

1991-1995 
İngilizce Bölümü, , Cumhuriyet Üniversitesi, Sivas, Öğr.Gör.

1988-1990 
Dept. of Comparative Literature, Indiana University, IN, USA, Öğr.Gör.

1987-1988
ELT Bölümü, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun, Öğr.Gör.

Çok sayıda yerli ve yabancı akademik dergide makaleleri yayınlanmış ve birçok akademik toplantıda bildiri sunmuştur
Türkiye’de ve yurt dışında faaliyet gösteren bölücü terör örgütleri ve Alman vakıfları üzerine yaptığı araştırmalarla dikkat çeken Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002'de uğradığı bir suikast sonucu öldürüldü.

Kaynaklar 
http://hablemitoglu2002.cjb.net/

Mehmet Zeki OBDAN

Rahmetli Zeki Bey Bosnalı Boşnak bir ailenin çocuğu olarak istanbul-Rami Boşnak mahallesinde (Yeni mahalle) dünyaya gelmiştir.
çocukluğu ve gençliğinin belirli bir bölümü ramide diğer bölümü karagümrükte geçmiştir.
Gençliğinde bileğine çok sağlam bir delikanlı olması sebebiyle karagümrükte, eyüp,rami ve sirkecide nam salmış,bu nedenle sirkecide gayri müslüm bir bankerin korumalığını yapmıştır.
Birikimlerini Rahmetli sabit BÜYÜKBAYRAK beyle birleştirerek yıldız plastik fabrikasını kurmuşlardır.
Zeki bey Pendik,Kocaeli-Dilovası ve Gaziosmanpaşa-Haraççı'da birer okul yaptırarak,yine Gaziosmanpaşa-Berec'te bulunan çifte minare camisini Sabit beyle birlikte yapmışlardır.
Ayrıca,yaptığı kayıtlı yardımların dışında,yapılan sayısız ayni yardımlar vardır.
bunlardan birisini size aktarayım:
Hiç unutmam Yıl 1964-1965 Rami tantavi ilkokulunda okurken öğretmenler fakir çocukları belirlerken benide yazdılar dışarıda kar diz boyu yırtık ayakkabı,yamalı pantolonlarla okula giderken bayrama 2 gün kala hiç görmediğim o zamanki adıyla potin yani bot ayakkabı verdiler.sevinçten 2 gün o botlarla uyudum.
o zaman söylediler bu botlerı zeki OBDAN bey verdi diye.
ölmüş aile fertlerime okurken rahmetli zeki OBDAN beyede okuyorum. 
ALLAH GANİ GANİ RAHMET EYLEYE....


1917 Senesinde İstanbul doğmuştur.Orta tahsilini istanbul'da yapmış, çok genç yaşta iş hayatına atılmış ve çeşitli ticari faailiyetlerde bulunmuşdur.

Milli Eğitim Camiasına bu güne kadar yapdığı önemli katkıları kısaca şöyledir:
Kocaeli ili Gebze ilçesinde kendi adına bir ilkokul yaptırmış bulunmaktadır.(M.ZEKİ OBDAN İLKOKULU)

İstanbul ili Pendik ilçesinde yaptırmış bulunduğu bir Ortaokul bulunmaktadır(GÜLİZAR-ZEKİ OBDAN ORTAOKULU)

İstanbul ili Pendik ilçesinde yapdığı önemli bağış katkıları ile yapılan bir lise bulunmaktadır(GÜLİZAR-ZEKİ OBDAN LİSESİ)

Kurucu Ortağı ve Eski Yönetim Kurulu Başkanı bulunduğu Yıldız Plastik Koll.Şti. ve "Muzzaffer Akpınar Vakfı-Edremit" Aracılığı ile yoksul 121 öğrenciye karşılıksız burs verilmektedir.

İstanbul Gaziosmanpaşa'da bir camii, Edremit Devlet Hastahanesinde 3 klinik Mehmet Zeki Obdan'ın iş hayatı dışında memleketine ve halkına hizmetinin örnekleridir.

Mehmet Zeki Obdan 21.07.1993 tarihinde İstanbul'da vefat etmiştir.

Mahallemizden,sporcu bir büyüğümüz daha;İbrahim MERT
Nam-ı Diğer ibo,Trabzonspor basketbol takımında görev alıyor...







İbrahim MERT

Boy: 1.85m

Kilo: 84kg

Doğum tarihi ve yeri: 05.01.1982, İstanbul

Mevkii: Guard

Geldiği Takım: Adapazarı Büyükşehir Belediye



Erman Büyükbayrak 
Doğ. Tar.: 05.01.1987 
Boy: 1.95 
Pozisyon: 2 
Uyruk: Türkiye 



Cemal Bayraktar 

Doğ. Tar.: 06.07.1982 
Boy : 1.84 
Pozisyon : 1 
Uyruk : Türkiye 
Takım : Antalya BŞB. 


Takımını geçen sene Beko Basketbol Ligi'ne çıkaran oyunculardan olan ve yönetimin yeni takımda tuttuğu 2 oyuncudan biri olan Cemal Bayraktar Yıldırım Mahallesi / BAYRAMPAŞA'da ikamet eden Boşnak basketbolcularımızdandır.

Takım: TTNet Beykoz 
TBL Kariyeri 

07-08 TTNet Beykoz 
06-07 Beykozspor 
05-06 Beykozspor 


http://www.trabzonspor.org.tr/diger/basketbol.asp


19 Nisan 2009 Pazar

İtalya Avusturya sınırı Dolomitler - MOENA veya TURCHAIA

İtalya Avusturya sınırında Dolomitler'de bir kayak merkezinin bağlı olduğu bir İtalyan köyü MOENA… Alp dağlarının en ücra köşesindeki Avusturya sınırındaki İtalyan köyünün MOENA'nın diğer adı ise TURCHAIA yani Türkiye...
Turkolog tarihçi Anna Masala 1980 senesindeki bir gezisi sırasında MOENA köyünün girişindeki “VIA D. CHIESA TURCHAIA” levhası ile Türk bayraklarını köyün cadde ve sokaklarında asılı vaziyette görünce daha dikkatlice araştırmış. KÖYE ADINI VEREN EFSANE ..
Osmanlı'nın Viyana kapısına dayandığı dönemlerde savaşta yaralanan bir yeniçeri Osmanlı Ordusu geriye döndüğünde Avusturya'da kalıyor. Bir zaman sonra Yeniçeri Avusturya İtalya sınırındaki MOENA köyüne geçiyor ve buraya yerleşiyor. Barındığı köyün çevresine yardımcı olan yeniçeri köyün sevilen bir insanı oluyor. Bu köyden zorla vergi alan derebeyine karşı köyü silahlandırıp örgütlüyor ve köyü haraç vermekten kurtarıyor.
Şu anda köyün meydanında Viyana kuşatmasında yaralanan bu yeniçerinin taştan heykeli, çeşmenin üzerinde de ay yıldız amblemi var.

Yüzyıllardır süregelen adetler gereği Ağustos ayının ilk haftasında geleneksel olarak yapılan festivallerde bütün köy Türk bayrakları ve Osmanlı resimleri ile süsleniyor. Çocuklar başlarında kırmızı Türk bayraklı feslerle, yetişkinler ise beyaz üzerine kırmızı beyaz ay yıldızlı gömleklerle festival yürüyüşüne yine ellerinde Türk bayrakları ile büyük bir coşku ile katılarak festival geçişi yapıyorlar..Köy meydanında ve caddelerinde çeşitli etkinlikler yapılıyor sergiler açılıyor.
Türkiye ile alakası olmayan belki Türkiye'nin nerede dahi olduğunu bilmeyen köy halkı mutlu ve heyecanlı…
Türkiye'de doğduklarını ısrarla söylüyorlar ve gururlanıyorlar çünkü bu köyün adı TURCHAIA (Türkiye)... Evlerine, sokaklara festivallerinde Türk bayrağı ve Osmanlı resimleri asıyorlar.
Sorulduğunda gururla ben Türkiye'de doğdum, biz Türkiyeliyiz diyorlar..

Osmanlıların Şeceresi (Soy Ağacı)

Osmanlıların Şeceresi (Soy Ağacı)

Osmanlıların şeceresi (soy ağacı) ile ilgili kısaca bilgi verebilir misiniz? Osmanlı’ların Türk olmadıkları söylentileri ve Ertuğrul Gâzî’nin babasının Süleyman Şah mı yoksa Gündüz Alp mi olduğuna dair görüş ayrılıkları konusunda neler biliyoruz?

Her iki konu da bazı batılı tarihçiler tarafından tartışılmış ise de, son yapılan ilmî araştırmalar ve de ortaya çıkan bazı Osmanlı sikkeleri, problemi hemen hemen çözmüş bulunmaktadır. Şöyle ki:

Birinci konuda, başta Gibbons olmak üzere bazı batılı yazarlar, Osmanlı Devleti’ni kuran Osmanlı Hânedânının aslen Türk olmadıklarını, belki Moğol neslinden olabileceklerini ileri sürmüşler ve hatta bazı tarihçiler, Müslümanlıklarının dahi Anadolu’ya geldikten sonra gerçekleştiğini söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir. Ancak bu manada söylenenler, sadece menkıbe kabilinden bazı olayların, çok zorlamalarla yorumundan ibaret olduğunu, yerli ve yabancı bilim adamları ortaya koymuşlardır.

Şurası açıktır ki, Oğuz boyunun Gün, Ay ve Yıldız Hanlarından meydana gelen kollarına Bozoklar denmektedir; Gün Han’ın Kayı, Bayat, Elkaevli ve Karaevli ismiyle dört boyu bulunmaktadır. Sağlam ve kudret sahibi demek olan Kayı Boyunun sembolü (ongun) şahindir ve Osmanlılar da Kayı Boyundandırlar. Osmanlı Devleti’ni kuran ve ona adını veren Osman Bey’in ve babası Ertuğrul Gâzî’nin, ne kadar küçük olursa olsun, Kayılara mensup bir aşiretin başında bulunduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun dışında, Kayıların Hz. Adem'e kadar giden şecereleri ile ilgili izahlar, sadece menkıbevî kıymete haizdirler. Tarihen sabit olmadığı gibi, bütün şecerelerin de birbirini tutmadığı açıkça görülür. Hatta bazı kaynaklarda, Osmanlıların soyu, Hz. Peygamber’e bile isnâd olunmaktadır. Bunların ilmî değerleri yoktur. ???

Eskiden beri Oğuzların bir şubesi olan Kayılar, diğer Oğuz boylarının göç hareketlerine benzer şekilde, Selçuklular zamanında doğudan batıya ve nihayet Anadolu’ya göç etmeye başlamışlardır. Bu dediklerimizi, Yazıcıoğlu’nun Selçuknâmesi, İdris-i Bitlisî’nin Heşt Behişt’i ve Şükrullah’ın Behcet’üt-Tevârîh’i gibi ilk dönem kaynakları da ifade etmektedir.

Dolayısıyla Osmanlılar Türk’türler; ancak büyük devlet olmalarını, sadece kendi kavimlerinden verâsetle aldıkları kuvvet ve kudrete değil, aynı zamanda İslâm’dan aldıkları ve Osmanlı adı altında aynı pota altında eritmeye muvaffak oldukları din ve dünya görüşüne borçludurlar. Bu sebeple, Fuad Köprülü’nün Gibbons’a ait görüşün tenkidine yüzde yüz katılırken, aynı yazarın Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda söz ettiği İslâm Milleti veya tarihî ifadesiyle Osmanlı Milleti izahını yabana atmak da mümkün değildir. Sözün özünü Ahmed Cevdet Paşa söylemiştir:

“Devlet-i Aliyye, başlangıçta, her ne kadar bir küçük hükümet şeklinde idi; lakin Türklüğe mahsus olan üstün sıfatlar ile İslâmî şecâ’at ve dindarlığı kendisinde toplamış bir kabile olduğundan, kendisinde İslâm milletinin birliğine vesile olmak gibi bir kabiliyet vardı. Bu Devlet-i Aliyye, diğer devletler gibi, imtiyazlı bir toplum içinden ortaya çıkıp da hazır millet ve memleket bulmuş bir devlet değildi; belki yeni topraklar feth ederek, kendine yer edinmiş ve teşkil ettiği Osmanlı Milleti dahi, dilleri farklı, tavır ve ahlakları ayrı ayrı çeşitli milletlerin en güzel edeb ve tavırlarından seçilmiş üstün ve güzel bir topluluktur. Bunların dedeleri de, çok eski zamanlardan beri Türkistan’da dahi han ve sultan olarak el-hakk asîl ve soylu bir Türk hânedânıdır”.

İkinci konuya yani Ertuğrul Gâzî’nin babası meselesine gelince, Osman Bey’in babasının Ertuğrul Gâzî olduğu, ortaya çıkan Osman Bey’e ait bir sikkeyle ve kaynakların ittifakı ile kesinlik kazanmıştır.

Ancak Ertuğrul Gâzî’nin babası konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Meşhur olan birinci rivâyet, ilk dönem tarih kaynaklarının çoğunun ve hatta elimizdeki şecerelerin ifadesine göre Süleyman Şah’dır. Ahmed Cevdet Paşa ve benzeri bir çok son dönem tarihçileri de bunu ifade etmişlerdir.

Ancak doğru olan, Ertuğrul’un babasının Gündüz Alp olduğu şeklindeki ikinci görüştür. Zira Enverî’nin Düstûr-nâme’si ve Tevki’î Mehmed Paşa’nın Tarihi gibi önemli Osmanlı kaynakları bunu ifade ettiği gibi, ilim adamları tarafından son zamanlarda bulunan “Osman bin Ertuğrul bin Gündüz Alp“ şeklindeki bir sikke de açıkça bu görüşü teyit etmektedir.

Bilindiği gibi Süleyman Şah, Anadolu Fâtihi ve Türkiye Selçuklu Devletinin kurucusu ? ve ilk sultânı olması hasebiyle, onun isminden kalan bir hatıra olarak zikredilmesi kuvvetle muhtemeldir. Ertuğrul Gâzî’nin annesinin ise, şu anda Domaniç’de medfûn bulunan Hayme Ana olduğu ifade edilmektedir. II. Abdülhamid’in emriyle türbe yapılmıştır.

Klasik nakillere göre, daha evvel İran’da Mahan denilen yerde Süleyman Şah idaresinde yaşayan Kayılar, Moğol istilasının etkisiyle Anadolu’ya ve Ahlat’a gelmişler; oradan da Mardin’e 250 km kadar güney-batıda yer alan Caber Kalesi yakınında Fırat nehrini geçmeye çalışırken, Süleyman Şah’ın boğulması üzerine kollara ayrılarak Anadolu’ya yayılmışlardır. Caber Kalesi yanındaki bu menkıbevî mezar, hâlâ Türk Mezarı diye bilinmektedir ve toprağı Türkiye Cumhuriyetine aittir.

Gündüz Alp’in kabrinin Ankara yakınlarında olduğu ve gerçekten Süleyman Şah’ın oğlu Selçuklu Sultânı I. Kılıçarslan’ın da tarihî Türk Mezarına yakın bir yerde Dicle’nin Habur koluna düşerek vefat ettiği nakilleri nazara alındığında, bu önemli hatıraların tesiriyle Süleyman Şah adının Selçukoğullarından Osmanoğullarına geçişin bir sembolü olduğu düşünülebilir[2].


[2] İbn-i Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, I. Defter, sh. 201-204; Lütfi Paşa, Tevârîh-i Âl-i Osman, sh. 17-27; Âlî, Künhü’l-Ahbâr, Ahmed Uğur neşri, sh. 29-41, Köprülü, Fuad, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara 1994, sh. 3-5, 68-73; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 93-103; Gibbons, H. A., The Foundation of the Ottoman Empire, chapter I; Tevkı’î Mehmed Paşa Tarihi, TOEM, nr. 79, sh. 87 vd.; Kantemir, c. I, sh. 57-58; Köprülü, M. Fuad, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Etnik Menşei Mes’elesi”, Belleten, c. VII, sayı 28(1943), sh. 219-313; Köprülü, M. Fuad, “Kayı Kabilesi Hakkında Yeni Notlar”, Belleten, c. VIII, sayı 31(1944), sh. 421-452.

Blog Listem