4 Şubat 2009 Çarşamba

Bezmenler ve Girit


Pamir BEZMEN
Bezmenler sadece sanayi tesisleriyle değil, çiftlikleriyle de meşhurdu. Şimdi pek bilinmese de İstanbul bir zamanlar çiftliklerle doluydu. Hem av, hem mesire olarak değerlendirilen bu güzelliklerden bir kısmına da benim ailem sahipti. Sadece İstanbul’da  değil, başka şehirlerde de çiftlikler satın almıştı ailem. İşte onların hikâyeleri.

 

At, Avrat, Pusat biz Türkler’in en mübarek saydığı üç mefhum. Türk insanını belirleyen atasözümüz. En çok saygı duyduğumuz, taşıma ve sürati belirleyen at; anamızı, eşimizi ve

Image
Fuad Bezmen'in en büyük merakı avcılıktı. İstanbul çevresinde kurt avlamıştı.
kızımızı belirleyen avrat; silahımızı belirleyen pusat.Yani ok, yay, tüfek, kılıç, mızrak...  Ata sporumuz, atasözümüzün sembolize ettiği avcılık. Toplumumuzun kahramanları, önderlerimiz, şehzadelerimiz ve padişahlarımız av sporunu en iyi yapanlardı.

İstanbul’un av cenneti çiftlikler ve ormanlarla dolu olmasının sebebi de buydu. Hem av, hem mesire olarak değerlendirilen güzellikler ve ortalarında av köşkleri... Küçük, güzel, şömineli mekânlar... Ve o hayat tarzı. Kıyafetlerinden çiçeklerine, minyatürlerine kadar.

Tabii, iş ve ekonomik faaliyetler ile ikâmet için geliştirilmiş çiftlikler de var. Üstelik o cins çiftlikler çoklukta. Benim ailem çiftlik işinde aktifmiş. Hem ekonomik, hem sportif alanda.


GİRİT’TE KNOSSOS ÇİFTLİĞİ

Babam Cazım Bezmen’in babası Hüseyin Bin Demir Bey, Girit Adası’nda Knossos Çiftliği’nin sahibi. Knossos, Heraklion’da koca bir tesis. En kuvvetli yanı, buğday yetiştirip onu yel değirmenlerinde öğütmesi. Yani Girit’in ekmeği Demiraçi Hüseyin Dedemin eline bakıyor.

Bizler Girit’ten ayrıldıktan ve Girit Yunanistan’ın bir parçası haline geldikten sonra Atina hükümeti Girit’teki Heraklion Müzesi’nde bulunan antikaların Atina Müzesi’ne taşınmasını emretmiş. Giritliler tarafından refüze olunca da, hem adaya ambargo koymuşlar, hem de elektriğini kesmişler. Bizimkiler de onların mallarına ambargo koymuşlar. Giritliler, başta Knossos Çiftliği olmak üzere, bütün çiftliklerde kendi buğdaylarını yetiştirmişler. Yel değirmenleri zaten elektrik üretiyor ve de buğdayı öğütüyormuş. Ege denizi balık doluymuş. Üzümden ouzo yapıyorlarmış. Başka bir ihtiyaçları da yokmuş zaten.

Merkezî hükümet pes etmiş sonunda.

Kritikos inadı demezler mi?

Yakınında Spina Longa Adası var ki; orada da ailenin ve diğer mühim Türk ailelerinin evleri bulunuyor. Girit’in Venediklilerden harple değil de anlaşma ile ve ancak fetihten yüz yıl sonra Türkiye’ye katılan bir cennet köşesi bu yarımada.

Mübadeleden sonra, bizim Knossos Çiftliği Girit’in meşhur arkeolojik ören yeri olmuş. Spina Longa Adası’nı da, Rumlar, cüzzamlılar adası yapmışlar. Şaka gibi. Bizlerden intikam alır gibi. Taa Venedikliler devrinden kalan, biz Türklerin elinde fevkalade güzel bakılan bu araziler, Rum köylülerin elinde heba olmuş. (Lâvanta Lâvanta kitabımı okumanızı tavsiye ederim.)

Mübadelede, Dedem Hüseyin bin Demir Bey Girit’te 62 parça mülk bırakmış. (Bir parça; bir ev veya bir arsa veya bir çiftlik vs. imiş...) Türkiye’de ise mübadele komisyonundan pek fazla bir şeyler alamamış. Mübadele sisteminin çok iyi çalışmadığını söylerler ya, demek hakları vardı...


ADANA’DA PAMUK ÇİFTLİĞİ

Ağababam Halil Ali Bezmen, 1927 yılında Selanik’ten sınıf arkadaşı Mustafa Kemal Atatürk’ün ricasıyla ve Sanayii Nefise Kanunu doğrultusunda Kazlıçeşme’de Mensucat Santral Tekstil Fabrikası’nı kurmuş. Birkaç yıl sonra da Adana’da bir kocaman çiftlik kiralamış. Çiftliğin sahibi sütü kuru zenginlerden Mısırlı bir prensmiş. Beş traktörü varmış. Düzen daha çok buğday üzerineymiş. Devir aynı zamanda El Koyma Kanunu devriymiş... Ağababamın amacı, kendi tekstil fabrikasının pamuğunu yetiştirmekmiş. Ve de uzun bir zaman bu işte muvaffak olmuş.

Image
Bezmenler'in tüm fertleri çiftlik hayvanlarıyla uğraşmaktan zevk alırdı.

Ben onun en büyük erkek torunuyum. Derdi ki:

“Dokuz torunsunuz. Adana’daki çiftlikte sizlere dokuz at aldım. Her birinize bir at. Oraya gittikçe binersiniz.”

Bize kısmet olmadı, ne Adana’da at binmek, ne de çiftçilik.

Sanırım, çiftlik sonradan Sabancılara nasip olmuş. Hayırlı olsun.

Bu hadiseden çok ama çok sonra, eşim Nermin Bezmen’in kitaplarını basmak için teşkilat kurduğum devirde, beraber çalıştığım eski müsteşar Alp Doğan Yıldıran Bey’in eşi Emel Hanım bize Ömer Bey’i tanıştırmıştı. Meğer, onun babası Halil Akıncı Ağa bizim çiftliği çapulculardan temizleyen adammış, bizim atları da hazırlayan oymuş.

Eski Kuvayı Milliyeci olan Akıncı Ağa, o zamanlar, bir kısım eşkıyayı temizlediğine dair kanıt gerektiğinde, komutanlığa bir torba dolusu kesilmiş eşkıya kulağı göndermişmiş. Geçen yıl Ömer Akıncı Bey’i kaybettik. Kansere yenildi. Bankacı olan Emel Hanım’la üniversitede tanışmışlarmış, beraber her ay Aşır Efendi’deki mağazasında ağababamı ziyaret eder, personel aylıklarını alırlarmış. Yıllar sonra beraber rakı içmiştik. Güzel içerdi. Tanrıdan rahmet diliyorum.


B.ÇEKMECE’DE GEREN BAĞ ÇİFTLİĞİ

Ailemizde av sporuna candan bağlı olan, dayım Fuad Bezmen’dir. Ben de, onun yetiştirmesi olarak, ve o sayede, iyi bir avcı oldum. Onun centilmenlik prensiplerine hep sadık kalarak, zevkli bir av sporu devri geçirdim. Dayım sayesinde, onun Büyükçekmece’deki Geren Bağ Çiftliği’nde, misafireten yaptırdığı bir av köşkünde oturan Prens Abbas Halim Bey’den av incelikleri öğrenmiştim. Meselâ; iki gözünü de açık tutarak, silahı hiç durdurmadan, avı takip ederek atış yapılan, “swing method” denen tekniği onlardan öğrenmiş olduğumu hiç unutmam. Onlar sayesinde hem iyi avcı olmuştum, hem de askerde çok iyi atıcı. Lâf aramızda zaten avcılar iyi atıcı olur derler ya. Onlara ne kadar teşekkür etsem yeridir.

Geren Bağ Çiftliği o zamanlar, kaz, ördek, üveyik, sakar-meke cennetiydi. Gölün üstünde inşa edilen, küme tabir edilen, üzeri ot kaplı kulübelerde geceyi geçiren avcılar, kuşların gelmesini beklerlerdi.

Gölün donmuş olduğu havalarda, bir küçük kısmın buzları su akıtılarak çözülür, böylece bir havuz, “flying pond”denilen bir cins uçuş pisti yaratılır, ördekler parlayan piste odaklanıp iniş yapar, ve biz avcılar, eğer kendimiz donmamışsak, avı vururduk.


Büyükçekmece’de ördek ve sakar-mekeleri takma motorlarla mücehhez teknelerle takip edip vurmayı denerdik. Dayımın denizciliği de iyiydi. Önceleri 5 HP bir motorla, bir avcı, bir motorcu, kuşlara bayağı da yetişiyorduk. Ama, ertesi hafta kuşlar motorun sesine alışıyor ve motor

Image
Halil Ali ve Vedia Bezmen.
menzile girecek kadar yaklaşmadan daha önce uçmaya kalkıyor, kendilerini vurdurmuyorlardı.

Bir sonraki hafta, bu defa 10 HP’lik bir motorla aynı macera tekrarlanıyordu. O da, iki hafta sonra yavaş kalıyor, serüven bitiyordu. Sonra 15 HP, 18 HP, 22 HP, derken 25 HP’ye kadar çıktık. 25 bayağı yüksek bir hıza tekabül ederdi. O kombinasyonda su kayağı dahi yapılabilirdi. Kuşlarla aramızda müthiş bir yarış oluyordu.

Buradan aldığım dersle, ben, kışın karlı havalarda Bebek’teki evimden kuzeye, Boğaz’dan Karadeniz’e çıkar, çift elli HP V4 motorlu, müthiş sür’atli, yazın altı kişi su kayağı yaptığımız teknemle ördeklerin peşine düşerdim. Spor ve heyecan için neler denemezdik ki.

Hatta, o çift motorlu teknemin arkasına yaptığımız koca bir uçurtmayı bağlamış, ve arkadaşım Saygun Bayraktaroğlu ile birlikte, ayağımızda kayaklarla uçurtmaya asılıp Boğaz’da uçmayı bile denemiştik.

Geren Bağ’ın keyfine pâyan olmazdı. Dayımın avcı arkadaşları, Prens Abbas Halim Bey, Mimar Feridun Kunt, Feyzi Dinamit, Bal Mahmut (Baler), bazen eşleriyle gelirler, büyük bir disiplin içinde hem av yapılır hem eğlenilirdi.

İlk başlarda, bin küsur dönüm olan çiftlik, sonraları yapılan baraj yüzünden karakteristiğini kaybetti. Su derinleşti, mesahai sathiyesi azaldı. Tabii ki, av cinsi de değişti. Hatta o kadar ki; son devirlerde dayım Geren Bağ’a bir tabak fırlatma makinesi getirdi. Artık herkes kuş vuracağına tabak vurur oldu. Kuş avcılığı yerine tabak avcılığı başlamıştı. Balık avlayanlar bile vardı.


ANGURYA ÇİFTLİĞİ

Dayım çok ördek avladığı zamanlar, onları fabrikaya götürür, işçilerine dağıtırdı. Daha da artarsa, eve, derin dondurucuya veya konu komşuya ikrama götürürdü. Örnek bir avcıydı. Bugün yaşı ilerlemiş olmasına rağmen 97 yaşında bir delikanlıdır ve de hâlâ “Dünya Bıldırcın Şampiyonu”dur.

Bıldırcın en lezzetli, ziyafet sofralarının olmazsa olmaz kuşlarından biridir. Göç mevsiminde, Kırım ve Rusya’dan kalkan bıldırcınlar, kuzeyden güneye, Karadeniz’i uçarak geçer, çok yorgun olarak Türkiye kıyılarına vurunca tarlalara sapır sapır dökülürlerdi. Hele o gece yağmur yağmışsa, kuşların kanatları daha da ağırlaşırdı. Köylüler ve genelde balıkçı olan Karadeniz ahalisi, direklere balık ağları gerer, yorgun kuşları balık gibi avlamaya bakarlardı.

Daha modern ve sportif olan bir avcılar grubu da, tarlalara dökülmüş olan bıldırcınları özel eğitilmiş av köpekleriyle bulur, köpek kuşun başında, burnu yerde, kuyruğu havada, “ferma pozisyonunda” bekler, “aport” komutuyla “çantacılar” ellerinde değneklerle onları uçurtur ve avcı, kuşu ancak ona uçup kaçma şansını tanıdıktan sonra, centilmence, havada uçarken vurur.

Bu avcılar, Fuad dayımın liderliğinde, İstanbul’a yakın “Angurya Çiftliği”ni sezonluk kiralarlardı. Rekor avlar burada yapılırdı. Sezonda av, sabah tam altıda, en yaşlıları olan Nadir Bey’in işaretiyle başlar, öğleden sonra biterdi. Arada atılan fişekler ve vurulan bıldırcınların sayısı

Image
Vedia, Şermin ve Cazım Bezmen (soldan-sağa) çiftlik çevresinde gezintiye çıkarlardı.
rekoru teşkil ederlerdi. Churchill&Churchill silahlarının imalcisi Mr. Churchill’in çok eski bir rekorundan sonra, Sait Sabahattin’in rekoru, Büyük Reşit Paşa’nın oğlunun kolunu kaybetmeden önceki 300 kuşluk rekoru, 1924 yılında Prens Abbas Bey’in 350’lik rekoru, 1952’de Sami Ozan’ın 750 fişekle 424 kuşluk rekoru ve dayım Fuad Bezmen’in 1953 yılı 13 Eylülü’nün curnatasındaki 585 tüfek atıp 474 bıldırcın vurarak tesis etmiş olduğu ve hâlâ kırılamamış olan yeni dünya rekoru... Dayım Fuad Bezmen, bu rekorunu, Sami Ozan’ın şikâyeti üzerine muhtar ve hakimlere saydırmakla kalmamış, dünya rekorlar otoritelerine bildirmiş, onaylatmış ve yayınlatmıştı.

Dünya bıldırcın şampiyonluğu artık şahikasına erişmiş ve bu yarış Fuad dayımda kalmıştı.

Eşim Nermin Bezmen’in kaleme aldığı anı kitabında şöyle anlatır Fuad Bezmen:

“Rekoru kimsenin yakalaması bir daha mümkün olmadı. Kuşlar dağıldı. O bölgede curnata olmasının sebebi şuydu: Eylül ayında, buğday tarlaları kalkınca, kuşlar açıkta kalıp Mısır’a hicret ederlerdi. Daha sonra şimaldekiler kalkar, en sonda da Rusya’dan, Odesa civarından kuşlar gelir, karakuşlar, atmacalardan korunmak için geceleyin yere çok yakın uçarlardı. Kuzeyden de yola çıksalar, güneyden de, sonunda koca Karadeniz’i uçmak zorundaydılar. Bazen vapurlara sığınırlardı. Sabah üç, dört sularında Angurya’ya varırlardı. Yorgun değiller ve deniz düzgünse, Çanakkale’ye kadar uçmaya devam edebilirler, eğer güçleri tükenmişse, burada Angurya Çiftliği’nde kalırlardı. Şimdilerde İtalya’dan makineler getirdiler. Kuş sesi çıkartarak diğerlerini çağırıyor, katliam yapıyorlar. Buna rağmen benden sonra yüz, yüz elli bıldırcından fazla vuran olmadı.”

Bana sevgili bir arkadaşım, Kutay Kaplancalı, bir yavru av köpeği hediye etmişti. Adını değerli bir otomobil markası olan Horch koymuştuk. Horch, İzmir Belediye Reisi Leblebicioğlu’nun makam arabasıydı. Yavru köpeğe ilk eğitimini Halaskârgazi Caddesi’nde, Ömer Bey Apartmanı’ndaki evimizde vermiştik, ama kifayetli olmadığı belliydi. Bir müddet de Yeşilköy’de Fatma Bezmen yengemin bakımına girdi. İyi beslendi ama o da yetmedi. Bu defa, dayımın yönlendirmesiyle, Angurya’ya götürüp oradaki çantacı çavuşlara teslim ettim. Bir müddet sonra görmeye gidince tanıyamadım. Bir deri bir kemik kalmıştı. Ama av köpeği olarak süper olmuştu. “Ferma”sı, “aport”u, “avı zedelemeden, yemeden getirmesi” çok kaliteliydi. Zaten avcının silahı kadar köpeği de onun performansını etkiler.


AĞABABAMIN LEVENT ÇİFTLİĞİ’YLE İLİŞKİSİ

Fuad dayım, bir kar fırtınasında, köpeğinin kendisini nasıl donmaktan kurtardığını anlatır.

Buna mukabil, Robert Kolej’den yakışıklı hocam meşhur avcı Enis Dinç’in köpeğinin onun o güzel yüzünü nasıl paraladığını da hiç unutmam.

“A dog is a dog is a dog” demezler mi?

II. Dünya Savaşı’nın sonlarıydı ki; ağababam, içindeki köşkün perili olmasıyla sembolize edilen Levent Çiftliği’ni satın almaya niyetlenir. Bu iş için babam Cazım Bey’i görevlendirir:

“15 binden fazlaya çıkma!” der.

Babam, kafadan, 17 bine çıkar ve orada kalır. Fakat o da yetmez.

Bugün Levent, Etiler vs.’yi içine alan koca arazi 19 bin liraya el değiştirir.

Image
1959'da Kilyos'ta bugünkü kadar popüler olmamıştı. Bezmenler daha o günlerde Kilyos'u keşfetmişlerdi.
Fuat Dayım kitabında şunu ekler:

“Benim sınıf arkadaşlarımdan Nigâr’ın babası aldı Levent Çiftliği’ni. Çok yakışıklı bir denizciyle evlendi bizim Nigâr. Ve o yakışıklı herşeyi sahiplenip satıp, savıp, yedi o çiftliği.”

Ben Robert Kolej (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) talebesiydim. Zaten kız kolejine (bugünkü Robert Kolej) dağdan gitmeye alışıktık, ama kurtların indiği Levent Çiftliği’ne daha yeni adapte oluyorduk. Sanki kurtlar kızları bizden korumak üzere görev almışlardı. Veya bizleri onlardan.

Biz Şişli’de Atatürk’ün evinin karşısındaki Ömer Bey Apartmanı’nda oturuyorduk. Haldun Dormen, Güler Dormen, Bilge Bilgen, Nil Bezmen, güzellik kraliçesi Suna Soley de Kolej’deydi. Okulumuza giden yol Mecidiyeköy’e kadar çıkıyor, sonra hem yol, hem yerleşim bitiyordu.

Karda kışta, komşumuz Tuncer Karakurt ve diğer Kolejlilerle kayaklarımızı sırtlıyor ve okulumuza doğru kayıyorduk. Bizim için, neredeyse bir Uludağ macerası gibiydi. Gidişi bir âlem, dönüşü bir başka âlemdi.

1955’te karlı bir gün, Bebek’e inince Boğaz’ın buzullarla kaplanmış olduğunu hayretle gördük. Korkusuzlar, buzullara binip karşıya geçmeye çalışıyorlardı. Buzuldan sal.


MASLAK ÇİFTLİKLERİ 1 VE 2

Maslak’ta, ağababama bir türlü tahsil edemediği bir alacağı yüzünden kalmış olan iki muazzam araziyi, vefatında bizler tevarüs ettik, fakat hakkını veremedik.

Bugün Maslak’ta bulunan, İstanbul Teknik Üniversitesi, Harp Akademileri’nin bir kısmı, Atlı Spor Kulübü’nün tesisleri, ailemizin hayra devrettiği bu araziler üzerindedir. Son kalan 36 dönümü de Işık Üniversitesi’ne, dayılarım Refik ve Fuad Bezmen, annem Şermin Bezmen ile kardeşlerim Nil ve Tibet, kuzenlerim Vedia Bezmen Ekemen, Emine Bezmen Gökçek, ben Pamir Bezmen hediye ettik. Bir bölümünü de Köprüaltı Çocukları Derneği’ne verdik. Kuzenimiz Zübeyde Bezmen Aktay o derneğin yaratıcılarındandı. Pek çok evsiz barksız çocuk ev bark sahibi yapıldı, okutuldu, iş güç sahibi oldular.

Bu değerli müesseselerde bir tutam tuzumuz varsa, helâl olsun.

Işık Okulu açılırken herkese teşekkür edilen söylevler verilmiş, hattâ efendim, “Kapıcı bilmemkim efendinin de çok emeği geçti, sağolsun” demişler, ama “Bize bu araziyi hibe edenlerin kendilerine teşekkür, babaları, ağababaları ve arazinin asıl sahibi Halil Ali Bezmen’in ruhu şad olsun” diyen olmamış. Ben de, fiilen o bağışçılardan olmama rağmen, kapıcı bilmemkim efendiyi gazetelerden okudum, çünkü açılışa davet dahi olmamıştım.

Abrahampaşa Çiftliği serüvenini dayım şöyle anlatır:

Image
Yabanında kurtların yaşadığı çiftlikler, şimdi villalarla ve yerleşim yerleriyle doldu.

“Babam bu çiftliği almaya niyetlenmişti. Hiç unutmam, çiftlik gezilecek diye özel elbise yaptırmıştım. Sekiz bin dönüm ormanı ile muazzamdı. Fiyatı yüz bin lira idi. Varlık Vergisi devrine rastlaması bu yatırımı engellemişti. Sonradan Kara Ahmet sahip oldu. O çiftliğe ben de izin alarak çulluk avlamaya giderdim.”

Ahmet Kara Bey’in kızı Leyla Kara, annem Şermin Bezmen’in hem High School, hem Nişantaşı’ndan apartman, hem de çiftlik komşusu idi. Dostlukları bir ömür boyu sürdü.

Bilezikçi Çiftliği olarak da anılan bu çiftliğin çok güzel bir tarihçesi CHRONICLE’ın ikinci sayısında basıldı. Tavsiye ederim.

 

HEKİMBAŞI ÇİFTLİĞİ

Dayım, ağababam ve anneannemle beraber, Anadolu Hisarı’ndan at arabasıyla Hekimbaşı Çiftliği’ni almaya gittiklerini, 28 bin dönüm arazi içinde bir saraylıdan kalma ahşap bir köşk ve içinde hasır gibi dokunmuş ipek halılar gördüklerini, fakat “devlet malıdır, satılmaz” dendiğini hatırlıyor.

Paşabahçe’deki Fethi Paşa Korusu’nu ve karşısındaki yalı arazisini ağababam, arkadaşlarım Can ve Yıldırım Baştımarların ailesi Dündar Beylerden satın almış ve ailemizin bu arazi ve tesislerini fabrikamızın işçilerine ve ailelerine tahsis etmişti. Daha Türkiye’de sosyal kanunlar çıkmadan, çalışanlarına kamp yaptırır, besler, sıhhatlerini kazanmalarını, önündeki yalı arazisinden denize girip spor yapmalarını sağlardı. Çocuklarına sünnet düğünleri, büyüklere müzikli danslı eğlenceler yapılır, bizler de bu günlere katılır, patronuyla, çalışanıyla bir büyük aile olduğumuzu hissederdik. Bunlardan istifade etmek isteyen işçilerimize ücretli yıllık izin verilirdi.

Atatürk, gençliğin nasıl yetişmesini istiyorsa, Halil Ali Bezmen onları öyle yetiştiriyor, evlatlarına ve torunlarına bunu böyle öğretiyordu.


 

Hiç yorum yok:

Blog Listem