4 Şubat 2009 Çarşamba

İparlar - İlk renkli filimci i,Atatürk'ün müteahidi mi?

tarürk'ün Müteahhidi"nin Hikayesi| Yazdır | E-mail

Ali Can SEKMEÇ
Yeni cumhuriyetin en önemli ailesi İparlar 30 yıla damgasını vurmuştu. Mehmet Hayri İpar, Mudanyalı bir öğretmen-subaydı. Yeni kurulan cumhuriyetin “Türk zengini” yaratma gayretinin ürünü oldu. Çevresinde “Atatürk’ün müteahhidi” olarak tanındı. Boğaziçi’nden Büyükada’ya kadar sayısız mülk edindi. II. Dünya Savaşı yıllarını ABD’de geçiren aile için, 27 Mayıs 1960 dönüm noktası oldu…

 

Masal gibi denir ya, İparların hayatı gerçekten masal gibiydi. Her yaptıkları olay oluyordu. Köşkleri, yalıları, kotraları, burada verdikleri davetler, aşkları… Her şeyleri o gün için haber değeri taşıyordu. O yüzden de bugün magazin adını verdiğimiz gazetelerin cemiyet sayfaları İparlarla dolup taşıyordu.

Image
Bu durum onyıllar boyunca devam etti. 1930’lu, 40’lı, 50’li hatta 60’lı yıllara onlar damgasını vurmuştu. İstanbul sosyetesi dendiğinde ilk akla gelen isimlerdi. Sonradan görme bir halleri de hiç olmadı. Devletin “Türk zengini” yaratma düşüncesinin ürünüydü İparlar. Bu büyük servetin, göz kamaştırıcı hayatın oluşmasında şüphesiz siyasi yakınlıklar, kullanılan nüfuzlar çok önemliydi. Ama İparlar servetlerini içlerine sindirmesini bilmiş, zenginliği asalete, görgüye, modern düşünceye dönüştürmüşlerdi.

Bugün ailenin birinci kuşaktan yaşayan hiçbir ferdi yok. Sadece Ali İpar hayatta, ama o da çok uzaklarda, Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde hayatını devam ettirmekte. Yaşı altmışı geçenlerin sevgi ve saygıyla hatırladıkları İparların günümüze kadar ulaşmasını iflaslar, intiharlar, aile içi kavgalar ve çeşit çeşit felaketler engelledi.

Bütün bunlara rağmen Çengelköy’den Çiftehavuzlar’a, Emirgan’dan, Büyükada’ya kadar kıyılara dizilmiş, artık onlara ait olmasa da bir dönemin şatafatlı yaşamına tanıklık etmiş köşkler, yalılar var oldukça her zaman anılacak İparlar…


ATATÜRK’ÜN MÜTEAHHİDİ DİYE ANILIYORDU

İparların soy kütüğü 1860’larda Bursa-Mudanya’ya uzanmakta. Ailenin ilk ferdi Ahmet Rüştü, Osmanlı Telgraf İdaresi’nin Mudanya’daki müdürüydü. Mudanya’nın sevilen eşrafından Ahmet Rüştü Bey, Mudanya eşrafından Sümbülzâdelerin güzel kızı Şaziye ile evlendi. 1882 Şubatı’nda Mehmet Hayri adını koydukları bir oğulları dünyaya geldi. O günlerde Ahmet Rüştü Bey ve ailesi, sonraları ünlü Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı evde kiracı olarak oturmaktaydı. Bu bina daha sonraki yıllarda içindeki eşyasıyla birlikte yine İparlar tarafından satın alınacak ve müze yapılmak üzere Mudanya Belediyesi’ne armağan edilecekti.

Mehmet Hayri Rüştü, ilk ve orta öğrenimini Mudanya’da tamamladıktan sonra babasının isteği doğrultusunda İstanbul’a gitti. Önce İdadi sonra ise Harbiye’yi başarıyla tamamlayarak Osmanlı ordusuna geleceğin parlak bir subayı olarak katıldı. Mehmet Hayri Rüştü, bununla da yetinmedi, ordudaki görevinin yanı sıra Darülfünun’un Hukuk kısmına girdi ve burayı da başarıyla bitirdi. İyi derecede Fransızca bildiği için bir süre Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi’nde Fransızca öğretmenliği yaptı Mehmet Hayri Rüştü. Bir süre sonra ordunun öğretmenlikle subaylığı bir arada yapamayacağına karar vermesi üzerine kendi isteği üzerine yüzbaşı rütbesiyle emekli oldu. Mehmet Hayri Rüştü için yeni hayatında artık serbest ticaret vardı. Küçük bir sermayeyle başladığı ticaret hayatında başarıdan başarıya koştu.

Mehmet Hayri Rüştü, saraydan Emine Tevhide Faik ile evlenmişti. Emine Tevhide Faik, Dağıstan doğumlu, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın kahramanlarından, sonraları Sultan II. Abdülhamit’in imrahoru da olacak olan Mehmet Faik Paşa’nın (1859-1929) büyük kızıydı. Mehmet Faik Paşa, çok sevdiği ve sonraları veremden kaybedeceği eşi Emine Tevhide’nin (1882-1926) adını en büyük kızına da vermişti. Mehmet Faik Paşa’nın Emine Tevhide’den başka Ömer, Ali, Bekir adlı üç oğlu ve Ayşe adlı bir kızı daha vardı. Ayşe daha sonraki yıllarda Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kazım Taşkent’le evlenecekti.

Image
Virginia Bluce, Ali İpar ile evlendi ve bir süre Türkiye'de yaşadı.

Mehmet Hayri Rüştü-Emine Tevhide Rüştü çiftinin 1908’de Şaziye adını koydukları ilk çocukları dünyaya geldi. Çiftin sonraları 1918’de Muazzez, 1921’de ikizler Ali ve Muzaffer, 1923’te Selma ve 1926’da Mehmet adlı beş çocukları daha dünyaya geldi. Mehmet Hayri Rüştü’nün müteşebbis bir ruhu vardı. Çeşitli ortaklıklara girerek büyük bir ticari başarı elde etti. Artık Mehmet Hayri Rüştü ismi Türkiye’nin sayılı işadamları arasında anılmaya başlanmıştı. Yeni cumhuriyetin ilanıyla birlikte müteşebbis fikirlere karşı duyulan ihtiyaç had safhaya ulaşmıştı. Ticaretin Rum, Ermeni ve özellikle Yahudi azınlıkların elinden kurtarılması hedefleniyordu. Atatürk, içinde Mehmet Hayri Rüştü’nün de bulunduğu bu güçlü müteşebbislere kalkınma yolunda büyük bir güven duymaktaydı. Bu güven, bu kişilere devlet adına yollar, fabrikalar, köprüler yapma görevi verilmekle kendini gösterecekti. Bu süreçte Mehmet Hayri Rüştü’nün adı, çevresinde, “Atatürk’ün müteahhidi”ne çıkacaktı.

Mehmet Hayri Rüştü ve ailesi, kışları Beyoğlu’nun en görkemli binalarından Galatasaray’daki Mısır Apartmanı’nda oturmaktaydı. Burası 1900’lerin başında Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşa tarafından kışlık ev olarak Ermeni mimar Hovsep Aznavuryan’a “Art Nouveau” stilinde yaptırılmıştı. Apartmanda önceleri Paşa’nın kızı Prenses Emine ve yeğeni Said Halim Paşa’nın oğlu Prens Halim oturmuşlardı. Şair Mehmet Akif Ersoy da 1936’da Mısır’dan İstanbul’a döndüğünde dairelerin birine yerleşecek ve ölümüne kadar orada oturacaktı. Abbas Halim Paşa’nın vefatından sonra varisleri binayı apartmana dönüştürüp kiraya vermişlerdi. Bina sonunda 1930’da Mehmet Hayri İpar’a satıldı. Fakat İpar ailesi burada çok fazla oturmayacaktı. Aile yazları ise Emine Tevhide İpar’ın babası İmrahor Mehmet Faik Paşa’nın Büyükada Nizam mevkiindeki iki katlı ahşap köşkünde oturmaktaydı.

O günlerde bazı milletvekilleri ve tüccarlar Trakya’da bir şeker fabrikası kurma girişiminde bulunmuşlardı. Bu çabalar sonucunda 14 Haziran 1925 tarihinde İstanbul ve Trakya Şeker Fabrikaları T.A.Ş. adıyla bir şirket kuruldu. Şirketin hissesinin yüzde 68’i İş

Image
İparlar, isimleriyle anılan köşklerinde adeta saray hayatı yaşıyordu. Hayri İpar, küçük çaplı bir imparatorluk kurmuştu.
Bankası’na, yüzde 22’si milletvekilleri ve içlerinde Mehmet Hayri Rüştü’nün de bulunduğu tüccarlara, yüzde 10’u da Ziraat Bankası’na ve il özel idaresine aitti. Alpullu’da kurulacak ilk Şeker Fabrikası’nın temeli 22 Aralık 1925 günü atıldı. Fabrika 26 Kasım 1926’da faaliyete geçti. Fakat bir süre sonra çeşitli nedenlerle şirket zarar edince, devlet şirkete sermayesinin dörtte birini aşan miktarda yardımda bulundu, vergi muafiyetleri getirdi ve üretilen şekerin tümünü satın almayı taahhüt etti. Fakat geçen 10 yıllık süreç sonucunda bu şirket başarıya ulaşamadı. Şirket, 1935 yılı Temmuz ayında Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.’ye devredilerek devletleştirildi. Mehmet Hayri Rüştü, bu tarihten itibaren ölümüne kadar şirketlerin murahhas üyesi oldu.

Aile, 1934’te Soyadı Kanunu çıkarılınca baba ismini soyadı olarak kullanmak yerine “İpar” soyadını aldı. Mehmet Hayri Rüştü, artık Mehmet Hayri İpar olarak anılmaya başlandı.


ALIŞVERİŞ İÇİN AVRUPA’YA GİDERDİ

Yardımseverliği ve bonkörlüğüyle tanınan Mehmet Hayri İpar, doğup büyüdüğü Mudanya’yı da hiç unutmadı. 1936’da babasının adına Ahmet Rüştü Çocuk Yurdu ve 1937’de annesi adına Şaziye Rüştü Sağlık Yurdu binalarını inşa ettirdi. Her yıl birçok fakir ve kimsesiz çocuğun okutulduğu Çocuk Yurdu, daha sonraları yine Mehmet Hayri İpar’ın katkısıyla ortaokula dönüştürüldü. Sağlık Yurdu’nda ise ücretsiz hasta tedavisi yapılması sağlandı ve bu yer de bir süre sonra Mudanya Devlet Hastanesi haline getirildi.

İparların sosyeteye girişi 1931 yılında eski İstanbul şehreminlerinden Cemil Topuzlu Paşa’ya ait Çiftehavuzlar’daki muhteşem köşkü satın almalarıyla gerçekleşti. Köşk ve çevresi yazları İstanbul’un kalburüstü ailelerinin yaşadığı semtti. Köşk satın alındıktan sonra İparlar yazları Büyükada’ya gitmekten vazgeçecekti. Peki ya kışları? Artık Beyoğlu o eski görkemini kaybetmişti. Nişantaşı revaçtaydı. Onlar da bu duruma ayak uydurdu. Mehmet Hayri İpar bugün hâlâ varolan Teşvikiye’deki ünlü Park Apartmanı’nı satın aldı ve oraya taşındı.

Image
Tevhide İpar, alışveriş için sık sık Avrupa ülkelerine giderdi. Bir defasında da grup yollarını Almanya-Berlin'e düşürmüştü.
Emine Tevhide İpar, Çiftehavuzlar’daki muhteşem köşkte çok sık yemekli, danslı davetler vermeye başladı. Bu davetlerin görkemi tüm gazetelerin dedikodu sayfalarında sütun sütun haber oldu. Emine Tevhide İpar eğlenmeyi, gezmeyi çok seven bir kadındı. Kendisi gibi düşünen birçok dostuyla uzun seyahatlere çıkıyor, kimi zaman Uludağ’da kimi zaman Alpler’de kayak yapıyordu. Bazen de alışveriş için Avrupa’nın çeşitli şehirlerine gidiyordu.

İpar Ailesi’nin çocukları da bir başka âlemdi. Her biri, gerek İstanbul’da gerek Avrupa ve Amerika’nın en ünlü ve en saygın okullarında eğitim görmüşlerdi. Fakat sorumsuz ve savurganca yaşayan çocuklar aynı zamanda amaçsızdılar. Akıllarına estiği gibi yaşamayı değişmez âdet olarak benimsemişlerdi. En büyük kızları Şaziye, çok güzeldi. Tüm İstanbul erkekleri ona vurgundu. Küçük kız kardeşi Muazzez ise gerçek bir çılgındı. At yarışlarına binici olarak katılıyordu. Turing’in 1936’da düzenlediği otomobil yarışlarında direksiyon başında erkeklere meydan okuyan beş kadın sürücüden birisi oydu (Lemia Hanım, Muazzez İpar, İzetta Fracgini, Matmazel Blache ve Azize Hanım).


HOLLYWOOD’DA YILDIZ OLDU

Yazları Çiftehavuzlar’daki köşkün iskelesine bağlı olan ünlü “İpar Kotrası” dostu düşmanı kıskandıracak kadar lükstü. Marmara’ya her açıldığında mutlaka gazete ya da dergi sayfalarını süslemekteydi. Dünyanın geçirdiği ekonomik buhran ya da “Varlık Vergisi” İparlardaki bu lüks ve gösterişli yaşamı etkilemedi bile. Çünkü dönemin siyasileriyle İparlar arasında büyük bir dostluk vardı. Ancak bu mutlu günler II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla sona erdi. Mehmet Hayri İpar’ın işleri yine yolunda gidiyordu ama o, Türkiye’nin de savaşa gireceğine inandı. O günlerde Mehmet Hayri İpar savaşa girme ve servetine el konulması korkusuyla yaşıyordu. Ailesinin saadeti için derhal bu duruma bir çare bulmalıydı.

Mehmet Hayri İpar, ailesine tek kurtuluş olarak ABD’de yaşamayı uygun görmüştü. Çünkü savaşa şimdilik en uzak ülke ABD’ydi. İpar Ailesi bir arkadaşlarının aracılığıyla en kısa zamanda Los Angeles’ta Beverly Hills semtinde muhteşem bir malikâne satın aldı. Aile 1942’den itibaren peyderpey bu ülkeye gitti. Mehmet Hayri İpar, Türkiye ile ABD arasında mekik dokurken, aile için hayat İstanbul’da bıraktıkları yerden tekrar başlamıştı. Gazeteci Leyla Umar, bu malikânede birçok davetler verildiğini, bunlara başta büyük oğul Ali İpar ile bir dönem aşk yaşayan Rita Hayworth olmak üzere pek çok Hollywood yıldızının katıldığını, onların Hollywood’daki gösterişli yaşamlarını hem Amerikan, hem de Türk gazetelerinden takip ettiklerini anlatmakta hatıralarında. Haldun Dormen ise çocukluk arkadaşı Mehmet’in İstanbul’dan ayrılışını, “Mehmet’in babası Hayri İpar, bu arada savaşın Türkiye’de de başlayacağına kesin olarak karar verdiğinden ailesini Amerika’ya taşıdı. Hollywood’a yerleştiklerini duyunca çok kıskandım Mehmet’i. Yıldız olmak isteyen bendim, bu yüzden ben dururken Mehmet’in ne işi vardı yıldızlar diyarında?” sözleriyle anlattı.

Los Angeles, aynı zamanda dünya sinemasına yön veren Hollywood’un da bulunduğu şehirdi. İpar Ailesi’nin çocuklarında birdenbire bir sinema oyuncusu olma hayali başlamıştı. Bunun için “Hollywood Canteen”ler geziliyor, belki bir artist ajanı keşfeder düşüncesiyle hareket ediliyordu. İpar kardeşler, zamanla kurdukları arkadaşlıklar sayesinde Hollywood partilerine katılmaya başladılar. Bir ara Şaziye’nin ünlü aktör Cary Grant ile büyük bir aşk yaşadığı yazıldı sinema dergilerinde. Bir başka zamanda en küçük kardeş Mehmet’in ünlü aktör Tyrone Power’a olan benzerliğinin artist ajanlarınca fark edildiği ve kısa zamanda film teklifleri alacağı haberleri dolaşmaya başladı Hollywood’da. Fakat sinemayla en yakın teması ailenin büyük oğlu Ali İpar sağlayacaktı. Howard Hughes, Spyros Skouras, Louis B. Mayer gibi sinemacılarla kısa zamanda yakın dostluklar kuracaktı.

Ali İpar 1948’de yakın arkadaşı yönetmen William Rowland’ın Louis K. Ansell Productions şirketi adına çekeceği Woman in The Night adlı filmin senaryosunu yazdı. Meksika’da çekilen filmin setinde ünlü aktris Virginia Bruce (1910-1982) ile tanıştı. Virginia Bruce sessiz sinemanın yıldızı John Gilbert’la evlenip boşanmış, ikinci kocası da ölmüş, iki çocuklu güzel bir duldu. Ali İpar daha ilk anda âşık olduğu bu kadınla, aralarından on bir yaş fark olmasına rağmen 1948’de evlendi. Anlatıldığına göre aile önceleri bu evliliğe karşı çıkıyordu ama bu aşka engel olamadıkları için kabul etmek zorunda kaldılar. Ali İpar aktris eşini 1950’de İstanbul’a da getirdi ve bu olay o günlerin gazete ve dergi sayfalarını günlerce meşgul etti.

1945’te II. Dünya Savaşı bitip, ortalık durulunca Mehmet Hayri İpar, ailesini tekrar İstanbul’a getirdi. Önce Emine Tevhide hanım ve kızları geldi. Ali ve Mehmet bir süre daha ABD’de kaldı.

Image
Mehmet İpar (sağ başta)1950 yılında bilinmeyen bir nedenle intihar etti. 24 yaşındaydı ve ABD'den Türkiye'ye döneli ancak birkaç hafta olmuştu.
Ali İpar zaten Virginia Bruce’la bu arada evlendi. İparlar’ın sessizce ülkeyi terk edişleri o günkü gazetelerde çok eleştirilmişti. Fakat dönüşleri adeta bir karnaval havasına büründü. Çiftehavuzlar’daki köşkte renkli davetler yeniden başlamıştı ve bu davetlerin müdavimleri arasında artık ülke yönetiminde söz sahibi olanlar da vardı.

Takvimler 1949 yılı baharını gösterirken aktris eşi Virginia Bruce ile İstanbul’a gelen Ali İpar hemen bir yıl sonra da askere çağrıldı. Bu yüzden çift arasında tartışmalar çıktı. Virginia Bruce eşi askerdeyken, onu İstanbul’da ailesinin yanında beklemek istemiyordu. Bu yüzden araları açılan çift 1951 yılında, anlaşarak ayrıldı. Bu durum Ali İpar’ı derinden üzmüştü ama onu daha en başından kabul etmeyen İpar Ailesi’ni içten içe sevindirecekti. Fakat aile içinde bir çözülme de başlamıştı. Kızlar arasında bir çekişme başgöstermişti. Bu da yetmiyormuş gibi en küçük ve en sevilen kardeşleri Mehmet İpar, 1950 baharında henüz 24 yaşındayken intihar etti.

Bütün gazeteler bu intiharı konuşuyordu. Öyle ya, hem zengin hem çok yakışıklı bir genç niye intihar etsin? Kamuoyu ve ailenin yakın çevresi bu ölümü anlamakta zorluk çekiyordu. Bu isimler arasında ünlü tiyatrocu ve Mehmet İpar’ın yakın arkadaşı Haldun Dormen de vardı: “Ben 1950’de ABD’deki tiyatro eğitimimden yeni dönmüştüm. Dönüşümden birkaç hafta önce intihar etmiş çocukluk arkadaşım Mehmet. Bu korkunç haberi duymak çok perişan etmişti beni. Ondan son olarak ABD’deyken bir mektup almıştım. Mutsuzluğundan, her şeyden sıkıldığından, hayatta hiçbir gayesi olmadığından söz ediyor, bana gıpta ettiğini yazıyor ve bana çok ihtiyacı olduğunu ısrarla belirtiyordu. Ona yardım edememiş, zamanında yetişememiştim. Onun kadar her şeyiyle mükemmel bir gencin kendini yok etmek istemesi, hiçbir zaman çözemediğim bir esrar olarak kaldı kafamda. Belki her şeyi fazlasıyla çok genç yaşında tattığı için, hayattan beklediği bir şey kalmamıştı Mehmet’in. Aradan bu kadar yıl geçmiş olmasına rağmen, Mehmet’in beklenmedik ölümünü düşündükçe hâlâ içim sızlar…”

Ali İpar, askerlik sonrası unutamadığı eski eşi Virginia Bruce ile yeniden evlendi. 1952 yılı sonunda yapılan bu evlilik, 1964’e kadar tam 12 yıl sürdü. Çift ayrıldıktan sonra da dost kalacak, arkadaşlıkları Virginia Bruce’un 1982’deki ölümüne kadar devam edecekti.

Ali İpar, yenilenen evliliğinin ardından, bir sinema filmi çekmek üzere kolları sıvadı. Bu öyle bir film olmalıydı ki Hollywood’dakilere taş çıkarmalıydı. O günlerin Türk sineması daha çok Arap filmlerinden etkilenen melodramlardan oluşan, siyah-beyaz filmlerdi. İpar, tamamen batılı tarzda ve renkli bir filmin çekimine karar vermişti.


İLK RENKLİ FİLMİ ÇEKTİ

“Sinemaya ilk gençliğimden beri büyük ilgi duydum. Daha Galatasaray Lisesi öğrencisiyken ailemin Amerika’ya Hollywood’a yerleşmesi nedeniyle kendimi bu camianın içinde buldum. Sinemayı yakından tanımayı aklıma koymuştum. Gerçekten bunu başardım. Senaryolar yazdım, prodüktör yardımcılığı ve sonraları da prodüktörlük yaptım. Savaş sırasında bir grupla birlikte Meksika’da İspanyolca-İngilizce bir film çektik. Askerliğim için Türkiye’ye dönünce kameraman İlhan Arakon (1916-2006) ile tanıştım. İşte o burada da film yapmayı aklıma soktu. Oturduk, bir iki kısa film yaptık İlhan Arakon’la… Ben o sıralarda Virginia Bruce isimli o günlerin yıldız bir aktrisiyle evliydim. O da bana destek veriyordu ama o buradaki şartların tıpkı Hollywood’daki gibi olduğunu sanıyordu. Ben bir senaryo yazmıştım eski bir tarihte. İşte bir şehirde salgın bir hastalık çıkacak ve bir grup insan bu hastalığa karşı kahramanca karşı koyacaktı. Aslında hemen her yerde çekilebilecek bir hikâyeydi bu, yani İstanbul için yazmamıştım ki… Bunu İstanbul şartlarına göre düzenleyip çekime giriştik. Bu filmin yalnızca senaryo ve diyalogları benimdir. Filmi İlhan Arakon çekmiştir ve ben bu filmi o olmasaydı katiyen çekemezdim. İlhan Arakon, inanılmaz teknik zorlukları yenerek, o günün şartlarında imkânsız denebilecek şeyleri yaparak bu filmi tamamladı. Küçük, 16 mm. bir el kamerasıydı kullandığımız. Bir de Singer dikiş makinası motoru kullandık. Makina, kurma olduğu için en fazla 28 saniyelik çekimler yapabiliyordu. Ben de oturup tüm senaryoyu böyle bir çekim hızına göre yeniden yazdım. Filmin diğerlerine oranla tek farkı bence renkli olmasıydı…”

Ali İpar, başrollerini eşi Virginia Bruce ve Kenan Artun’a verdiği bu renkli filmine Salgın adını koydu. Film çekimleri 1952 sonunda başlamıştı. Ama filmin laboratuvar işlemleri için Amerika’ya gönderilmesi vizyon şansını geciktirdi. Aynı günlerde Muhsin Ertuğrul da Halıcı Kız adlı yine renkli bir film çekmekteydi. Bu film de laboratuvar için yurtdışına, Almanya’ya gönderildi. Tabii ki bu film İpar’ın filminden çok önce gelip vizyona girecekti. Yani Salgın Türk sinemasında ilk renkli film olacaktı ama ilk vizyona giren asla…

“Filme çok para harcamadık. Herkes amatördü Virginia ve Kenan dışında. Kadroda benim o zamanki terzim, berberim, Amerikan konsolosluğunda görevli bir ataşenin kızı, İlhan Arakon’un birkaç arkadaşı falan oynadılar. Filmi sessiz fakat İngilizce çektik. Dublajı kolay olsun diye. Kenan Artun hiç İngilizce bilmeden oynadı. Virginia büyük stüdyolar beklerken karşısında küçük bir alan ve el kamerası görünce şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırdı. Çünkü o Hollywood’da daha büyük kameralarla çalışmaya alışmıştı ama iyi oyun çıkardı. Bizim filmimiz vasat bir filmdi aslında. Kötü değildi. Amerika’da hem sinemalarda vizyon buldu hem de televizyonda gösterildi. Öyle çok ağır eleştirilmedi. Ayrıca filmdeki İstanbul oldukça ilgi de gördü…”


İPARLARI 27 MAYIS VURDU

Ali İpar’ın sinema serüveni ilk deneyimin çok başarılı olmaması nedeniyle kısa sürdü. 1954’te bu kez belgesel film yapmaya karar verdi. Görüntü yönetmeni yine İlhan Arakon’du. Filmin konusu bu kez İstanbul’du. Dünyanın tanıdığı bu şehrin belgeselini çekecekti, hem de renkli. Bir Şehrin Hikâyesi adlı bu belgesel zamanında çok da ilgi gördü.

Image
Uzun yıllar birarada yaşayan İpar Ailesi'nin düşüşü 27 Mayıs'la birlikte başladı.
Ailenin büyük kızı Şaziye İpar, ünlü Baykent Ailesi’ne gelin gitmişti. Ali İpar ailesiyle aynı evde oturmak yerine Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda ikâmeti tercih etmişti. Şizofren olan Muazzez İpar ise ünlü ressamlardan Rasin Arsebük ile evlenerek Maçka’ya taşınmıştı. Kız kardeşlerden Muzaffer İpar, Galatasaray camiasında ‘Baron’ olarak tanınan, eski şehreminilerinden Rıdvan Paşa’nın torunu, eski büyükelçilerden ve Demokrat Parti’nin ilk İzmir milletvekillerinden Vasfi Menteş’in oğlu olan Rıdvan Menteş ile evlenerek aileden son kopan olacaktı. En küçük kız kardeş Selma ise hiç evlenmeyecek ve ailesine ait Bebek’teki köşkte tek başına yaşayacaktı.

Mehmet Hayri-Emine Tevhide İpar çifti artık iyice yalnız kalmışlardı. Mehmet Hayri İpar artık iyice ihtiyarlamıştı. Mülkleri arasına son kattığı yer Boğaziçi’nde Arnavutköy-Bebek arasında sahilden güneybatıya doğru yükselen çok dik eğimli bir tepe üzerindeki ünlü koruydu. İçinde yer alan Valide Paşa Köşkü ya da Sefarethane Köşkü olarak bilinen yapı kısa zamanda “İpar Köşkü” olarak ünlenecekti. Günümüzde mülkiyeti Emin Hattat ailesine ait olan bu koruya Etiler yönünde büyük bir kapıdan girilmekteydi. 4.4 hektarlık bir alanı kaplayan ve halen günümüzde “İpar Korusu” olarak anılan koruda Bizans dönemine ait duvar parçaları bulunmaktaydı.

Hayri İpar, yaşının ilerlemesi ve çeşitli hastalıklarını bahane ederek şirketlerini, Şeker Fabrikaları’ndaki tüm işlerini ve kurucusu bulunduğu Genel Sigorta A.Ş.’deki görevini oğlu Ali İpar’a devredecekti. Ali İpar, ailesinin servetini de yönetmekteydi artık… İşte her şey bundan sonra başladı. İparlar derinden sarsıldı.

Ali İpar, tıpkı babası gibi müteşebbis ruhluydu. Eline geçirdiği büyük İpar servetini en iyi şekilde değerlendirmenin planlarını yapıyordu. Yine tıpkı babası gibi siyasilerle sağlam diyalogları vardı. Dönemin başbakanı Adnan Menderes ile çok yakın dosttu. Her iki taraf da birbirini destekliyor, yardımlar yapıyordu. Demokrat Partili Ali İpar bundan da güç alarak gemi satın alıp armatörlük yapmaya karar verdi. Fakat ülkede bir döviz sıkıntısı başgöstermişti. Ali İpar buna rağmen başbakan Adnan Menderes’le olan sıkı dostluğunu kullanarak Amerika’dan alacağı beş gemi için kendi şirketi İpar Transport’a devlet kasasından döviz tahsisi yaptırttı. Döviz ilgili şirketlerin hesaplarına yatırılarak beş tane yük gemisi satın alındı. Gemiler İstanbul’a ulaştığında Ali İpar ilk iş olarak en büyük olanına “Virginia İpar” adını koydu. Önce üç gemi teslim alınmıştı. İşte bu sırada ülkedeki kaynayan kazan devrildi ve 27 Mayıs 1960 sabahı Başbakan Adnan Menderes ve çalışma arkadaşlarının alaşağı edildiği darbe gerçekleşti. İparlar daha önce yaşadıkları gibi bundan da hiç etkilenmemişçesine diğer gemileri beklemeye koyuldu. Onların da gelişiyle filo hazırdı. Mehmet Hayri İpar, oğlunun bu hızlı hareketinden korkmaktaydı. Ülkede bir iktidar boşluğu vardı ve yarının ne olacağı bilinmemekteydi. Oysa Ali İpar, gemilerin gönderlerine çoktan Türk bayrakları çektirmişti ve hemen bir basın toplantısı düzenleyerek İpar Transport’un tanıtımına girişti.

Ali İpar’ın mutlu günleri kısa sürdü. Çünkü İpar Transport döviz kaçakçılığıyla suçlanmaktaydı. 24 Eylül 1960’ta devrik başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarının yargılanması için Yüksek Adalet Divanı kuruldu. Ali İpar tutuklanarak Yassıada’ya götürüldü. 14 Ekim 1960’ta da Adnan Menderes aleyhine açılan 19 ayrı davadan birisinin adı “Ali İpar Davası”ydı.

Savcı, Ali İpar’a birçok suçlama yöneltti. Savcının iddiasına göre Ali İpar, devrik Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile ortaktı. İpar’ın her şeyi, ABD’li şirkete gemilerin karşılığında ödediği ücretten ayakkabılarının tokalarına kadar her şeyi sorgulanıyordu. Ali İpar bu davalar sürerken tam yedi ay hapis yattı. Zorlu geçen davalar 11 ay 1 gün sürdü ve 15 Eylül 1961’de sona erdi. “Ali İpar Davası”da Adnan Menderes, Medeni Berk ve Ali İpar döviz yasasını ihlalden mahkûm oldular. İpar davası ile ilgili mahkûmiyet kararları diğer davalarla birleştirildi.

Image
Ali İpar'ın başından birçok evlilik geçti. Şimdi Brezilya'da yaşıyor.
Ali İpar, aldığı ağır hapis cezası ve ağır para cezası yanında ömür boyu ticaretten men cezasına rağmen Yüksek Adalet Divanı tarafından telgraf emriyle bir gecede serbest bırakılmış, yurtdışına çıkması sağlanmıştı.

El konulan beş gemiye ise seferden men cezası verilmişti. Üstelik İpar Transport’a da el konulmuştu. Sefere çıkamayan gemiler bir süre sonra devlet eliyle teker teker Haliç’e çekilecek ve çürümeye terk edilecekti. Gemiler uzun bir süre sonra sessiz sedasız söküm tesislerine gönderilerek jilet haline getirilecekti. Ali İpar, 1962’de halen evli bulunduğu eşi Virginia Bruce ile Amerika’ya gitti ve orada boşandılar.

İpar Ailesi içindeki bu felaketler zinciri aileyi derinden sarsmıştı. Bir zamanlar İstanbul sosyetesinin her adımında yer alan ve gazeteleri renkli hayatlarıyla meşgul eden ünlü aile artık aynı gazetelerin saldırgan tutumlarının hedefiydi. Emine Tevhide İpar, ailesinin bu sıkıntılı günlerinde kendisini eğlenceye vererek sosyete gündeminde kalmayı yeğleyecekti. 1960’lı yıllarda sahneye konan her tiyatro eserinin ya da vizyona giren her sinema filminin galasında Emine Tevhide İpar’a rastlamak mümkündü. Anlatıldığına göre her galada onun en önde özel bir koltuğu bulunuyordu. Özellikle Haldun Dormen Tiyatrosu’nun müdavimiydi Tevhide İpar, Haldun Dormen onu şöyle anlatıyor: “Tevhide Hanım, çocukluğumdan beri tanıdığım ve annemin de en yakın arkadaşı olan bir kimseydi. Onu oyunlarımızın galasına çağırırdım. O da severek gelirdi ama tek başına değil. Kendisi gibi İstanbul’un kalburüstü hanımlarından 15-20 kadarıyla, hem de bilet alarak girerdi salonumuza. Hatta bir keresinde bana, ‘Eğer biraz daha genç olsaydın seninle sahneye çıkardım’ demişti. Tevhide Hanım’ı her oyunun, her filmin galasında en ön sırada bu kalabalık dostlarıyla görmek mümkündü. Bir de sıkı bir Zeki Müren hayranıydı kendisi. Onun çıktığı gazinolara da çok sık giderdi hanım arkadaşlarıyla…”


KÖŞK, BANKER KASTELLİ’NİN OLDU

Takvimler 1964’ü gösterdiğinde Mehmet Hayri İpar, üzüntüler yüzünden hastalandı. 82 yaşında kalp hastası olmuştu. Kısa aralıklarla tedavi için Almanya’ya gidip gelmeye başladı. Geçirdiği bir kriz sonucunda 11 Haziran 1966’da Almanya’da vefat etti. Cenazesi 14 Haziran 1966 günü Feriköy Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Mehmet Hayri İpar’ın ölümüyle aile dağılma sürecini tamamlamıştı. Tevhide İpar yazları Çiftehavuzlar’daki köşkte, kışları ise Nişantaşı’nda Park Apartmanı’nda yaşamaya devam ediyordu. Oğlu Ali İpar ise yaşadıklarından sonra Türkiye’ye karşı duyduğu güveni kaybetmişti. Bundan sonraki yaşamını yurtdışında sürdürmeye karar verdi. Üçüncü kez evlenerek ABD’ye yerleşti.

1970’li yıllar İparlar için sıkıntı ve acılarla doluydu. Ressam Rasin ile evli olan Muazzez İpar, Çengelköy’de kendi adıyla anılan köşkte yaşamaktaydı. Antikaya olan merakı nedeniyle bu konuyla yakından ilgiliydi. Anlatılanlara göre son yıllarında şizofreni daha da artmıştı Muazzez İpar’da. Bir zamanlar güzelliğiyle anılan bu isim, 1972 yılında bilinmeyen bir şekilde intihar etmişti. Çengelköy ve çevresinde çok sevilen ve yardımseverliğiyle tanınan Muazzez İpar’ın ölüm şekli uzun yıllar tartışma konusu olmuştu. Olay cinayet miydi, yoksa intihar mı? Dosya intihar olduğuna hükmedilerek kapatıldı.

Image
Ali İpar, bir dönem Mısır Apartmanı'nda da oturdu.
Bir zamanlar ünlü şarkıcı Ajda Pekkan’la yaşadığı aşkla tanınan işadamı Cömert Baykent’in annesi Şaziye İpar da, yakalandığı ağır hastalıktan dolayı kız kardeşinden az bir zaman sonra vefat etti. Şaziye İpar’ın ölümünün arkasında da ilaçla intihar söylentisi çıkmıştı o günlerde…

1970’lerin sonunda İpar Ailesi’nin yaşayan üyeleri ellerindeki mülkleri satarak mirası paylaşmaya karar verdi. Ailenin elindeki en değerli mülk ise Mehmet Hayri İpar’ın yıllar önce satın aldığı Çiftehavuzlar’daki “Cemil Topuzlu Paşa Köşkü” ya da sonraki ve en bilinen adıyla “İpar Köşkü”ydü. Bugün Caddebostan’da Çiftehavuzlar yönünde Hazırcevap Sokak üzerinde bulunan köşk, eski İstanbul şehreminlerinden Cemil Topuzlu Paşa tarafından 1901 yılında mimar Vallaury’e yaptırılmıştı. Köşkün yerinde üzüm bağları bulunuyordu önceden. Art Nouveau tarzda yapılan köşkün 30 dönümlük arazisinin, denize 165 metre cephesi bulunmaktaydı. Bahçesine İparların sosyetedeki yerlerine uygun olarak değerli süs ağaçları, nadide çamlar dikilmiş, heykeller konulmuştu.

Bu köşkün bahçesi öylesine güzeldi ki kulaktan kulağa anlatılan bir öyküsü bile vardı. Anlatıldığına göre, Feneryolu üzerinde bir köşkü bulunan devrin sadrazamı Gazi Ahmet Muhtar Paşa, bir gezi sırasında bu köşkün bahçesini görmüş ve güzelliği karşısında etkilenmiş. Birkaç zaman sonra Cemil Topuzlu Paşa’yı makamına çağırtarak, ona İstanbul Şehreminliği görevini vermişti.

Cemil Topuzlu Paşa, bu köşkte 1931 yılına kadar yaşamıştı. Bu tarihte bir albayla evlendirdiği kızı ve damadıyla arasında sürtüşmeler başlamış, paşa da köşkü Mehmet Hayri İpar’a satarak Çiftehavuzlar semtini terk etmişti.

1931 yılından itibaren İpar Köşkü olarak adlandırılacak bu yapı yine bu ailenin en renkli zamanlarının da tek tanığı olacaktı. Bu köşk 1979 yılında satılığa çıkarılacak ve tek talip olarak Banker Kastelli adıyla ün salan Cevher Özden tarafından satın alınacaktı. Fakat bu satış basına yansıyacak şekilde son derece gürültülü de olacaktı. Aile dolandırıldığını iddia edecek, Banker Kastelli ise köşk benim diyecekti.

Emine Tevhide İpar, satış için en küçük kızı Selma İpar’a noterden bir yetki belgesi vermişti. Cevher Özden ile İparlar arasında 14 Ekim 1979’da köşkün 150 Milyon TL karşılığında devri konusunda anlaşmaya varılmıştı. Selma İpar yetkisini kullanacaktı ama satış için Emine Tevhide İpar’ın mümeyyiz olduğunun hükümet tabibince onaylanması isteniyordu. 9 Ocak 1980’de bu da yapıldı. Böylece 15 Ocak 1980’de Emine Tevhide İpar noter huzurunda Cevher Özden adına satış vaadini yaptı. Fakat İpar Ailesi 1 Kasım 1980’de Cevher Özden aleyhine bir “gabin” davası açarak köşk için ödenen 150 Milyon TL’nin az olduğunu savundu. Aile davaya eski avukatları Hüsamettin Cindoruk’un yerine Av. Mahmut Kefeli’nin bakmasını istiyordu. Cevher Özden ile Av. Mahmut Kefeli, 21 Kasım 1980’de yeni bir protokol imzaladı ve aileden 150.000.000 TL + 29.750.000 TL (tapu harcaması) 25 Kasım 1980’e kadar geri ödemeleri durumunda köşkü teslim edeceğini, olmaması durumunda mülkten vazgeçmelerini istediğini söyledi. Bu sürtüşmeli satış Emine Tevhide İpar’ın ikna edilmesiyle 5 Temmuz 1981’de tatlıya bağlandı ve evin tahliyesi için 2 aylık süre tanındı İparlar’a. Fakat Selma İpar, yalnızca bir gün sonra mahkemeye başvurarak annesi Emine Tevhide İpar’ın “deli” olduğuna dair karar alınması için yeni bir dava açtı. Emine Tevhide İpar, zorla Bakırköy Akıl Hastanesi’ne yatırıldı ve “deli raporu” alındı. Bunun üzerine annesinin başına gelenleri öğrenen abla Muzaffer Menteş karşı bir dava açarak işi içinden çıkılmaz bir hale soktu. Bunun üzerine mahkeme yetkisizlik kararı aldı, bunu temyiz de onaylayınca muhteşem “İpar Köşkü” Cevher Özden’in malı oldu.

Cevher Özden, köşkü ele geçirince önce bahçesindeki nadide ağaçları kestirdi. Sonra da havuzlar, tenis kortu ve ahırların bulunduğu alanlara çok katlı beton apartmanlar yaptırdı. Ünlü köşk ise bu binaların arkasında ve deniz görmeden halen ayaktadır.

1990’ların başında İstanbul Defterdarlığı, 110 milyar liralık vergi borcunu ödemeyen Cevher Özden’in oturduğu tarihi İpar Köşkü’nü açık artırma yoluyla satışa çıkarttı. Tarihi köşke 4 trilyon lira değer biçilmesine Özden itiraz etti. Biriken vergi borçları yüzünden köşkü 1982’de Özden, DYP Yalova Milletvekili Cevdet Aydın’a 12 milyar liraya ihale yoluyla sattı. Maliye Bakanlığı ise “satışta hile olduğu” ve hacizlerini alamadığı gerekçesiyle ihalenin feshi için dava açınca, ihale 9 Ağustos 1994’de Yargıtay Hukuk Kurulu kararıyla feshedildi. Bu hileli satış kurbanı köşk Cevher Özden’e tekrar geri döndü. Bu olaylar olup biterken Tevhide İpar, Balıklı Rum Hastanesi’ne yatırıldı ve 1984’te burada vefat etti. Kızı Muzaffer Menteş 1990’lı yılların sonunda hayata veda etti, ailenin son kızı ve köşk yüzünden çok acılar yaşanmasına sebep olan Selma İpar ise 2005 yılında Alzheimer hastası ve beş parasız olarak hizmetçisinin evinde hayata gözlerini yumdu.

İpar Ailesi’nin yaşayan tek ferdi Ali İpar ise ailesine ait son mülk olan Mısır Apartmanı’nı bir mimarlık şirketine devrederek İstanbul’dan tamamen ayrıldı. Halen Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde yaşamını sürdürmektedir.

Hiç yorum yok:

Blog Listem