4 Şubat 2009 Çarşamba

Aydın BOLAK

Ölümünden sonra da Yaşayan Adam| Yazdır | E-mail

Türk Petrol Vakfı Genel Sekreteri Uğur Derman:


"SİYASETE GİRMEK İÇİN ÇANTAY'DAN İZİN ALDI"

Aydın Bolak bir dönem CHP'den siyasete girdi, milletvekili oldu. Parlamentoya sırf vakıflarla ilgili kanuni düzenlemeleri yapmak için girmek istemişti. Zaten CHP'nin teklifinin ardından Balıkesir'de Hasan Basri Çantay ile görüşüp, izin almıştı. İstediklerini gerçekleştiremeyeceğini düşündüğü zaman siyasetten ayrılacaktı. Uzun uğraşlar sonucu vakıflarla ilgili kanunu çıkarttı.

Klasik CHP çizgisinde bir isim değildi Aydın Bolak. Bu yüzden İsmet İnönü'nün tüm dikkati üzerindeydi. Eğer çevresinde bir grup oluşturmaya kalksaydı, İnönü, Bolak'ı partiden ihraç edecekti. Bunu daha sonra CHP'li bir bürokratın anlatımından öğrendim.

Ömrünün son yıllarında zaman zaman Fethullah Gülen ile görüştü. Gülen'e büyük bir saygı ve sevgisi vardı. Eğitim çalışmalarını destekliyordu. Ünlü işadamlarını, Sakıp Sabancı ve Rahmi Koç gibi isimleri Gülen'le bir araya getirdi. Bu toplantılar bir, iki defa Bolak'ın evinde oldu. Diğer toplantılar ise İstanbul'un ünlü otellerinde gerçekleşti.

Gülen, ABD'ye gittikten sonra da ilişkileri devam etti. Hatta Fethullah Gülen, ABD'den dönüşüyle ilgili Bolak'ın görüşlerini sordu. Aydın Bolak, "Gelme hocam, seni burada üzerler" dedi.

Hasan Âli GÖKSOY
Aydın Bolak, Türkiye'de kurulan binlerce vakfa yasal zemin hazırladı.
İnsanlara daha fazla bir şeyler verebilmek uğruna inanılmaz bir tempoyla yaşadı Aydın Bolak. Yönetimindeki otuzu aşkın şirket dışında, son zamanlarına kadar yirmi dolayında vakıf ve dernekle de ilgiliydi. Vehbi Koç'la birlikte 205 kişinin biner lira vererek kurdukları Türk Eğitim Vakfı'nın bugün ulaştığı mâlî tablo muhteşemdir.

Mülkiye Mektebi'nin 1906 mezunu, kaymakam, mutasarrıf ve Osmanlı Mebûsan Meclisi'nin son iki dönemiyle TBMM'nin ilk iki dönemi Karesi Mebusu (Balıkesir Milletvekili) Mehmet Vehbi (Bolak) Bey, Cumhuriyet'in ilânından önceki TBMM Hükümeti'nin üçüncü Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) olmuş, ayrıca Dahiliye (İçişleri) ve Maliye bakanlıklarına vekâlet etmiştir.

İzmir'in işgal edildiği 15 Mayıs 1919 tarihinden bir gün sonra Balıkesir Redd-i İlhak Cemiyeti adıyla oluşturulan Balıkesir Hey'et-i Merkeziyesi'nin (ikinci adıyla İzmir Şimâl Mıntıkaları Hey'et-i Merkeziyesi) kuruluşunda ve yönetiminde Mehmet Vehbi Bey vardı. Bu teşkilat, işgal ordularının Anadolu bağrına sokulmalarını on üç ay süreyle engellemekle, Türk Ordusu'nun yeniden kurulmasına olağanüstü değerde "zaman" kazandırmıştı.

TBMM'nin Birinci Dönem üyesi olup bir yandan cephede görev yapan ve içlerinde Atatürk, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Kâzım Karabekir gibi komutanların ve Celal Bayar, Mustafa Necati Uğural

Image
Selma ve Aydın Bolak
gibi sivillerin bulunduğu "kırmızı-yeşil şeritli" İstiklal Madalyası sahibi yirmi beş kişiden biriydi Mehmed Vehbi Bolak. İki dönem görev yaptığı milletvekilliğini 26 Haziran 1927'de bırakmış, Balıkesir Necati Bey Öğretmen Okulu'nda ücret almadan öğretmenlik yapmış ve 18 Mayıs 1882'de gözlerini açtığı dünyadan 6 Nisan 1958 günü ayrılmıştı.

Mehmet Vehbi Bey'in, babası Yahya Nef'i Efendi'den aldığı ve kendi evlatlarına bıraktığı manevi miras içinde bir uyarı vardı ki, üç neslin hayat felsefesi olmuştu: "Hayatınızda, dünya malı için tasa ederseniz, soyumdan geldiğinize şüphe ederim!..."

Mehmet Vehbi Bey'in beş çocuğundan dördüncüsü Ahmet Aydın Bolak 13 Ağustos 1925 günü Balıkesir'de doğdu. 1947'de İstanbul Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu, maiyyet memurluğu, kaymakam vekilliği ve çeşitli ilçelerde kaymakamlık görevleri yapmıştır. Yaşar Kemal'in “Teneke” romanındaki "Toprak ağalarıyla savaşan genç Kadirli kaymakamı Fikret", Aydın Bolak'ın ta kendisiydi...


ŞİRKETİ HOLDİNG YAPTI

Serbest avukatlık yaptığı sıralarda, Hukuk Fakültesi'nden arkadaşı Selma Gürsan'la 1959 yılında evlenmiş, ailenin isteği üzerine Türkpetrol ve Madeni Yağlar T.A.Ş.'nin yönetimine katılmıştı. 1931'de kurulan bu "Türkiye'nin ilk milli-özel petrol şirketi"nden, zaman içinde petrol ürünleriyle birlikte orman ürünleri, gemi taşımacılığı, gemi inşa, turizm, gıda, giyim ve kırtasiye pazarlaması gibi çeşitli alanlarda faaliyet gösteren bir holding doğmuştu.

Dünya petrol kriziyle beraber Türkiye'nin de ham petrol ve petrol ürünleri sıkıntısı yaşadığı 1970'lerin ikinci yarısında bir siyâsi partinin "Türkiye'de akaryakıt pazarlama sektörünü devletleştirme" niyetine karşı Aydın Bolak'ın verdiği savaşı kimse vermemişti. Bu sektör mensuplarının sendikası olan Tabgis'in Ankara'daki bir toplantısında Aydın Bolak'ın gür sesi Türk Standartları Enstitüsü salonunda şöyle çınlamıştı:

"…Türkiye'nin ayakta durması yarın hepinizin devlet sektörü bayii olmasıyla gerçekleşecekse, hiç durmayınız, olunuz! Ama herşey daha kötü olacaktır…Bu düşüncenin sahiplerinin, milliyetperver olsalar da, akıllarından şüphe ederim!.. Sizler için mesele yalnızca körolası ekmek parası değildir. Mesele bir rejim meselesidir… Mesele, karma ekonomi kurallarının Türkiye'de yaşayıp yaşamıyacağı meselesidir…Bu Anayasa, ‘sen ikinci sınıf vatandaşsın, sana parya muamelesi edeceğim' demek hakkını kimseye vermiyor. Bu Anayasa, bugüne kadar ekmeğini helâlinden kazanmış insanın, bir depoya gittiği zaman ne idiğü belirsiz bir çocuğun ona, ‘siz memleketi sömürdünüz' demek hakkını, o velede vermiyor!.. Bu sektörün güven içinde yaşama ve çalışma hakkını tahrip etmeyi herhangi bir nevzuhûr beyefendiye vermiyor. Çünkü, bugün idaredeki o 42 yaşındaki bey doğduğu gün benim şirketim mevcut... Bu Anayasa, külhanbeyi rejimi değil!.." (17 Kasım 1978, Ankara)

O tarihlerde "özelleştirme" kelimesinin anlamı dahi bilinmemekte, yıkılışa giden Demirperde ekonomisi Türkiye'de uygulanmak istenmekteydi. Kadere bakın ki, o günlerde her istasyona üniforma olması istenen amblemin sahibi devlet kuruluşu birkaç yıl önce özelleşmiş ve başına da, "bizi sömürdüler" yaygarasıyla ülkeden atılmak istenen Amerikan şirketinin bir emeklisi getirilmişti!..

Aydın Bolak, 1961-1965 arasında Cumhuriyet Halk Partisi'nin 12. Dönem Balıkesir Milletvekili olarak görev yaptığı TBMM'de, tıpkı babası Vehbi Bey gibi etkili konuşmalarıyla hatırlanmakta. Ama o, kendi milletvekilliğini şöyle tarif etmişti: "Meclis'te ve Parti'de, seçmenlerle mektuplaşıp onların işlerini takip eden bir üye olamadım!.."

Milletvekilliği sırasında hazırlayıp Meclis'e getirdiği tasarılardan biri ısrarlı takibiyle yasalaşmış ve 903 Sayılı Vakıflar Kanunu ortaya çıkmıştı. Böylece, yıllar yılı ihmale uğrayan Türk vakıf kültürü tekrar hayatiyet kazanmış, yeni vakıflar kurabilme kapısı açılmıştı. Bu tarihten sonra kurulan vakıflardan birisi, 1967 yılında Vehbi Koç ve Aydın Bolak'ın önderliğinde 205 kişinin biner lira vererek tesis ettikleri Türk Eğitim Vakfı'dır. Başından itibaren Vehbi Bey'le Aydın Bey'in yönetiminde beraber çalıştıkları bu vakfın hizmetleri ve bugün ulaştığı mali tablo muhteşemdir.

Aydın Bolak, gençlere her zaman inanmış ve güvenmişti. Kendisi gibi gönül eri olan Fethi Gemuhluoğlu, o yılların "beyin göçü" ve anarşik olayları sebebiyle (ne yazık ki bugün işsizlik anarşisiyle de örtüşen) bir tarif yapmıştı: "Bu memleket" demişti Fethi Gemuhluoğlu, "bu memleket pis bir kedi gibi kendi öz çocuklarını yiyor!.." Aydın Bey'in Fethi Gemuhluoğlu'na cevabı şöyle olmuştu: "Biz de yedirmeyiz be kardeşim!..."

Ve Aydın Bey, eşi Selma Hanımefendi, Selma Hanım'ın kardeşi Ahmet Gürsan ve dayıları Mithat Recai Öğdevin beyler, ülkenin eğitim hizmetine kendi imkânlarını da katmak üzere 1969'da, hedef kitlesi yine gençler olan Türkpetrol Vakfı'nı kurmuşlardı. Vakfın ilk genel sekreteri Fethi Gemuhluoğlu (1922-1977), tam bir "insan avcısı" gibi çalışmış, gayretli fakat maddî gücü olmayan gençleri birer birer bulmuş, üniversite eğitimlerini yapabilmeleri için onlara Türkpetrol Vakfı'nın imkânlarını sunmuştu.

Fethi Gemuhluoğlu tam bir aşk ve cezbe insanıydı. Dostluk ne demektir, onu tanıyınca anlaşılırdı. "Her şeyle dost olun" derdi…"ancak şu dört şeyle dost olmayın: Uyku ile, politika ile, makam-mevki sevgisiyle, para ve mal hırsıyla!" Aydın Bey'le niçin iyi dost oldukları, onun bu sözlerinden anlaşılır. Fethi Ağabey, burs vereceği gençlerden birine şöyle demişti: "Bak kardeşim, seni tanımam, ananı tanımam, babanı tanımam. Ama şuna inanıyorum. Seni kurtarırsak, bu Türkiye'de bir kişiyi daha kurtarmış oluruz…"


SANAT GALERİSİ KURDU

Fethi Gemuhluoğlu'nun 1977 yılında vefatı üzerine Türkpetrol Vakfı'nın genel sekreterliğini üstlenen ve hâlen bu görevde olan Prof. M. Uğur Derman da tam bir Fethi Ağabey dostuydu. Kendisine görev teklif edildiğinde, İstanbul'un çok iyi bir semtindeki eczanesini hiç tereddüt etmeden kapatıp Vakfın hizmetine koşmuştu. Türk kültürünün tamamına, özellikle geleneksel sanatlarımıza, daha da özellikle hat sanatına erken yaşlarda başlayan ilgisi Uğur Derman'ı gerçek bir hüsn-i hat otoritesi yapmıştı. Aydın Bolak'ın tutkularından biri olan hat eserleri koleksiyonu Uğur Bey'in Vakıf'da görev almasından sonra önemli sayılara ulaşmıştı. Bu eserlerin bir bölümü Ortaköy'deki Türkpetrol Vakfı Sanat Galerisi'nde, Aydın Bey'in bağışladığı muhteşem bir "tesbih koleksiyonu"yla beraber sergilenmektedir.

Eğitime katkı ve kültür hizmetlerini beraber yürüten Türkpetrol Vakfı'nın verdiği burs sayısı bugün 30.000'in ötesindedir. Eski bursiyerlerin bugün büyük çoğunlukla ilim alanında kariyer sahibi olduklarını görmek, Vakıf kurucularından sonsuzluğa gidenlerin ruhlarını da, yaşayan muhafızların gönüllerini de bahtiyar kılmaktadır. Özel sohbetlerimizden birinde Aydın Bey'in söylediği şu iki cümle hiç aklımdan çıkmaz: "Birçok sahada yatırım yaptık Hasan Âliciğim. Ama en güzel yatırım, insana yapılan yatırımmış, bunu anladım…"

2000'li yılların başında gelen bir mâlî deprem 73 yıllık şirketler topluluğunu çökertmiş, ama Türkpetrol Vakfı sarsılmadan ayakta kalmıştır.

Aydın Bolak, temeli "yaratılmışlara merhamet ve Allah rızâsı"na dayanan vakfetme terbiyesini şöyle özetlerdi:


ONLARCA VAKIF KURDU

"Hayra yönelik vakıf kuranlar, o vakıftan yardım alan kimseleri görmez, kendileri de o kimselere görünmezler. Çünkü, bir elin verdiğini öbür el bile duymayacaktır. Vakıf kurmak, yani, bir varlığı hayır işlerine tahsis etmek ilâhî bir hizmettir, ibâdet gibidir. İbâdeti de, vakıf hizmetini de gösteriş vesilesi yapamazsınız. Çünkü gösteriş, son derece ağır bir günahtır…"

"Asırlardan gelmiş inanç ve töreler hükmünce kurulan bir vakfın bütün varlığı, tescil edildiği andan itibaren Allah'ın mülkiyetine geçer. Kurucuları dahil orada kimsenin tasarruf hakkı

Image
Aydın Bolak, CHP'den siyasete girmek için ünlü din adamı Hasan Basri Çantay'dan izin almıştı.
kalmaz… Vakıf senedinde belirtilen kişilerin yalnızca denetim görevi vardır. Vakfa bir çivi çakan âbâd olur, vakıftan bir çivi sökense berbâd olur…"

"Vakfedilecek mal-mülk ya da nakit olmadan vakıf kurulamaz. Şimdilerde vakıf diye ortaya çıkarılmış ve ne yazık ki mahkemelerce de tescil edilmiş birtakım kuruluşlara vakıf denilemez. Çünkü, sonradan makbuz karşılığı toplanacak parayla vakıf kurulamaz. Öyle töresiz türemiş kuruluşlar ancak dernek ya da kulüp olurlar…"

Aydın Bolak, hazırladığı ve Parlamento'dan çıkması için büyük emek verdiği 903 Sayılı Kanun'un yanlış kullanılması yüzünden dertliydi. Yapılacak iyileştirmeler yerine, umulmadık maddelerle hayra yönelik vakıf kurulmasının zorlaştırılması, ya da mevcut ciddi vakıfların bunaltılması onu çok üzmüştü.

Cemiyet ve kültür hayatımızla ilgisini hiç kesmeyen Aydın Bolak, Türk Eğitim Vakfı ve Türkpetrol Vakfı dışında, başta "vakıflar" olmak üzere pek çok müessesenin kuruluşuna ya da yönetimine katılmıştır. Bunlardan Türkiye Kızılay Cemiyeti, Türk Kalp Vakfı, Türkiye Aile Planlaması Vakfı, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, Şişli Camii Vakfı, Şehitlikleri İmar Vakfı, Tek-Esin Vakfı, TürkMûsıkîsi Vakfı, TÜSİAD, Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı, TEMA Vakfı, İstanbul Trafik Vakfı gibileri akla ilk gelenlerdi.

Aydın Bolak'ın vakıf hukukuna ilgisi ve sevgisi öyle yoğundu ki, rahmetli Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi kendisine "Yürüyen Vakıf" adını takmıştı. Bu ilgi ona bâzan birkaç şekilde pahalıya mal olurdu. Bir bakarsınız Anadolu'nun bir yerinden birileri gelir, ilçelerinde bir vakıf kurmak istediklerini söyleyip, vakıf senedinin hazırlanmasını Aydın Bey'den isterler. Kendisinin hayr konusunda "hayır" demesi mümkün olmadığından, oturup günlerce uğraşır. Bazen, senet taslağını almağa gelen heyetin sözcüsü boynunu büker: "Ama efendim" der; "bu vakfı kurmak için bizim paramız yok!..." Aydın Bey'in bu söze nasıl cevap vereceğini sanırım anlamışsınızdır… Bir süre sonra aynı heyet yine gelir: "Yardımlarınızla vakfı kurduk efendim. Şimdi, adına vakıf kurduğumuz o büyük zatla ilgili bir sempozyum düşünüyoruz. Konuşmacıları belirleyip onlarla görüşür, siz de teşrif ile sempozyumu yönetir ve bir tebliğ lûtfeder misiniz?.."

İnsanlara daha fazla bir şeyler verebilmek uğruna inanılmaz bir tempoyla yaşadı Aydın Bolak. Yönetimindeki otuzu aşkın şirket dışında, son zamanlarına kadar yirmi dolayında vakıf ve dernekle de ilgiliydi. Bütün toplantılara katılır, sık sık şehirlerarası ve uluslararası yolculuk yapar, davetlere gider, mukabil davetler verirdi.

Güzel olan herşeye hayrandı. Çok iyi fotoğraf çeker; hat, tesbih, el yapımı çakı, kaliteli kalem, sınırlı sayıda basılmış kitap ve hayatında hiçbir canlıya ateş etmediği halde silah koleksiyonu yapardı. Hat, tezhib, minyatür, şiir, resim, Türk musikisi tesbih yapımı gibi sanatlarla uğraşanlara gayret verir, sergilere, konserlere gider, kısacası, her güzel eserin en iyi müşterisi olurdu.

Bu fevkalade hızlı tempoya şikâyetsiz ayak uyduran muhterem refikaları Selma Hanımefendi için Aydın Bey, "hayattaki en büyük şansım" derdi. TV konuşmalarında yeri geldikçe, Oktay Rifat'ın bir şiirini, mükemmel ses tonu ve enfes Türkçe'siyle, çoğu şiiri okuduğu gibi ezberden okurdu:

Karıma


Odalar seninle serin

Sofalar seninle ferah

Günüm neşeyle uzun

Yatağından kalktığım sabah

Elmanın yarısı sen yarısı ben

Günümüz gecemiz, evimiz barkımız bir

Saadet bir çimendir

Bastığın yerde biter

Yalnızlık, gittiğin yoldan gelir.

Selma Hanım'ı ara sıra yorgun ya da protokol gereği gidilecek bir davete isteksiz görürse, Nâzım Hikmet'in eşi Piraye Hanım'a Bursa Hapishanesi'nden yazdığı dizeleri hafızasından okur, kendisini tebessümle dinleyen Hanımefendi'nin gözleri ıslanırdı:

Bir tanem!

Son mektubunda:

"Başım sızlıyor

yüreğim sersem!"

diyorsun.

"Seni asarlarsa

seni kaybedersem."

diyorsun,

"yaşayamam!"

Yaşarsın karıcığım,

kara bir duman gibi dağılır hâtıram rüzgârda;

yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı

en fazla bir yıl sürer

yirminci asırlılarda

ölüm acısı.

…………

Haydi bunlara boş ver.

Bunlar uzak bir ihtimâl.

Paran varsa eğer

Bana fanile bir don al,

tuttu bacağımın siyatik ağrısı.

Ve unutma ki

daima iyi şeyler düşünmeli

bir mahpusun karısı.

* * *

Image
Aydın Bolak'ın cenazesi Teşvikiye Camii'nden kaldırılmıştı.

İleri yaşında, yine insanlara hizmet kaygısıyla tam dokuz yıl TRT Televizyonu'nda haftalık konuşmalar yaptı. Bunlar ve çeşitli yerlerde yaptığı konuşmalar kitaplaştığında 2317 sayfa tutan beş cilt oldu. Söylediklerim ve Yazdıklarım (1987), Sohbetler (1994), Hayatın İçinden (1996), Hayatın Öğrettikleri (1998) ve Yüz Yılın Yetmişbeşi (2000) isimleriyle çıkan bu kitaplardaki konuşmaların yüzde doksanı Aydın Bey'in irticâlen (doğaçlama) yaptığı sohbetlerdir.

500'ü geçen televizyon programlarından "Yollar ve Yolsuzluklar" başlıklı konuşmasında şöyle diyordu:

"…Adil devlet, haksızlığın, suiistimâlin ve yasadışı işlerin yapılmasına izin vermeyen devlettir. Yalnızca hâkimin mahkemede hüküm vermesi o devletin adil olması için yeterli değildir. Adalet, inançlarımızın korunması yoluyla gerçekleşir. Yalan söyleyerek adaleti saptıranlar da yolsuzlar'dır. Yalan söyleyerek devlet hükümlerini sarsanlar da yolsuzlar'dır... Bu yolsuz kişilerin tahrip etmediği devlet müessesesi yoktur. Yolsuzluk, toplum için felâkettir. Yolsuzluğu hâkim kılan topluluklar güçlü devlete sahip olamazlar… Yolsuzların çoğunlukta oldukları bir toplumda yaşamaya Allah bizi mecbur etmesin…" (02/08/1998 TRT-1 Televizyonu).

Ölümünden sonra Aydın Bolak için yazanlar oldu. Yazması beklenip yazmayanlar ve cenazeye gelmesi beklenip gelmeyen siyasiler çoğunluktaydı. Onlar, Samanyolu TV'nin 27 Temmuz günü öğle vakti başlattığı yayından rahatsız olmuş gibiydiler. Çoğu, Türk Eğitim Vakfı çelengi bile göndermediler. Çünkü onlar Aydın Bolak'ı da, onun verdiği değerleri de nasipleri kadar anlayabilmişlerdi...

28 Temmuz günü Teşvikiye Camii'ndeki cenâze namazına katılan ve sonra Aydın Bey için yazanlardan biri vardı ki, profesyonel bir kalem olmadığı halde, onun dostluğu, yüreği, delikanlılığı, son paragrafını aktardığım satırlarının arasında parlıyordu:

"…İnsanların parası, şöhreti, varlıkları bitebilir. Bu dünyadan göç edebilirler. Ancak ortaya koydukları değerler, geride bıraktıkları mânevî miraslar asla bitmez. Aydın Bolak da arkasında bıraktığı değerlerde, kitaplarında, burs alan gençlerimizin gönüllerinde, kurduğu vakıflarda yaşayacaktır. Bu değerler asla kaybolmayacaktır. Onu rahmetle anıyoruz. Yılmaz Ulusoy." (Ulusoy Travel Dergisi, sayı: 88, Eylül 2004, sayfa10-11)

Hiç yorum yok:

Blog Listem