Hareket İnsanı! | Yazdır |
Hakan KAĞAN Teşkilat-ı mahsusa'nın efsane ismi Eşref Sencer Kuşcubaşı, hac kervanlarını soyan bir hayduttu. Teşkilat-ı Mahsusa'nın adı şimdi 1915'te yaşanan bir Ermeni trajedisiyle anılıyor. O dönemde “Teşkilat”ın en önemli ismi Eşref Sencer Kuşçubaşı'ydı. Öğrencilik yıllarında II. Abdülhamid muhalifi, sonrasında ise Arap çöllerinde Hac kervanlarını soyan bir hayduttu. Enver Paşa, onu Teşkilat'a aldı. Çerkez Ethem ile işbirliği yaptı. Kurtuluş Savaşı'nda Yunanlılara çalıştı. Kuşçubaşı, 28 Şubat tarihçisi Cemal Kutay'ın kayınpederiydi.
Türkiye'de ne zaman “Derin Devlet” tartışmaları başlasa, gösterilen ilk adres “Teşkilat-ı Mahsusa”dır. Tarihi efsanelerle örülü Teşkilat-ı Mahsusa'nın en az onun kadar bilinen ismi ise Eşref Sencer Kuşçubaşı'ydı. Doğu Trakya'nın kurtuluşunda rol oynamış, ünlü İngiliz casusu Lawrence'ı dize getirmiş biriydi Kuşçubaşı. Ancak ne JİTEM'in imparatorluk versiyonu Teşkilat-ı ![]() E. Sencer Kuşçubaşı Kuşçubaşı Eşref, Arap çöllerinde Lawrence'la uğraştığı kadar Osmanlı ile de uğraşmıştı. Hac kervanlarına saldırmış, Surre Alayı'nı soymuş, Kâbe örtüsünü çalmıştı. Kurtuluş Savaşı yıllarında ise Çerkez Ethem ile işbirliği yaptı. Yunanlılarla birlik oldu ve İzmir'in kurtarılmasından sonra bile Midilli'de topladığı adamlarıyla Anadolu'ya geçmek istedi. 28 Şubatçı komutanların gözdesi yazar Cemal Kutay, Eşref Sencer Kuşçubaşı'nın damadıydı. Çerkez asıllı “Kuşçubaşı Eşref” 1.95 boyunda, görenlerde yakışıklılığa uyandıracak bir vücut ve güzelliğe sahipti. Çok öznesi olan bir yaşamın içinden sıyrılarak kendine her zemin ve şartta bir yer edinmeyi başardı. Bilinen bir tarihin bilinmeyen bir yüzünde varlık gösterdiğinden hayatı da yorumlara hep açık oldu. Yaşadığı devrin şartları dikkate alındığında bir vatansever olarak da kabul edilebilirdi, bir hain olarak da. Adı Eşref'ti, kitaplara Kuşçubaşı Eşref olarak geçti. Babası, Büyük Çerkez Sürgünü'nde Sultan Abdülaziz'in daveti üzerine Anadolu'ya gelen yüz binlerce Çerkez arasındaydı. Yine Sultan'ın iradesiyle Bursa yakınlarında bir çiftliğe yerleştirilmişti. Baba Mustafa Nuri Efendi, bir yakını aracılığıyla Saray'ın iki yüzden fazla çalışanı bulunan Kuşçu Ocağı'na girmeyi başarmıştı. Eşref'in hayatı Saray çevresinde başlamıştı. Sırasıyla Beşiktaş'taki Hamidiye İlkokulu'nu ve Kuleli Askeri Lisesi'ni bitirdi. II. Abdülhamid'in saltanat yıllarıydı, babası Mustafa Nuri Efendi de, Kuşcu Ocağı'nın Kuşcubaşısı'ydı. Askeri lisede “Sınıf-ı Mahsusa”da (Saray görevlilerinin çocuklarının okudukları sınıf) eğitim gördü. HİCAZ'A SÜRÜLDÜ Askeri Lise koridorlarında başladı Eşref'te Abdülhamid düşmanlığı. Daha öğrenciyken siyasi fikirlerinden dolayı Edirne'ye sürgüne gönderildi. Aff-ı Şahane çıkınca geri döndü ve Harbiye'ye girdi. 1898'de ihtilalci bir subay olarak mezun oldu. İlk görev yeri ateşler içindeki Makedonya'ydı. Orada da boş durmadı ve II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi için muhaliflerle çalıştı. Bunun üzerine Hicaz'a sürgüne gönderildi. Bu sürgün diğerlerine benzemiyordu. Bu defa yanında babası Mustafa Nuri Efendi ve Harbiye'deki kardeşi Selim Sami de vardı. II. Abdülhamid, başına türlü dertler açan Eşref'in babası Kuşçubaşı Mustafa Nuri Efendi'ye de kızgındı. Ancak Eşref'in hızını sürgün de kesmedi. 1900 Eylülü'nde Eşref Sencer, Taif'te hapse atıldı. Birkaç defa firar etse de hepsinde yakalandı. Bu uslanmaz mahkûm Arabistan'daki Osmanlı idarecilerinin başına bela olmuştu. Bu yüzden Mekke'deki Cihat Kalesi ile Taif zindanı arasında gidip geldi. Hiç kimse Eşref Sencer'in kendi sorumluluk bölgesinde bulunmasını istemiyordu. Adeta ele avuca sığmaz haşarı bir çocuk gibiydi. Ama aklında sürekli bir düşünce vardı: Kaçmak. Arabistan'da kaldığı kısa sürede çok şey öğrenmişti Eşref Sencer. Çöl'ün kendine has kanunları vardı ve Eşref çöl yaşamına çok yabancıydı. Bu topraklarda hamisiz barınmanın mümkün olmadığını çabuk kavramıştı. Çöl, Eşref Sencer'in ihtilalci kişiliğini dize getirmişti. Kendi başına kalkıştığı bütün kaçma girişimlerinde başarısız oldu. Son firarında mülazım Çerkez Tahir'in yardımıyla kardeşi Selim Sami ile bağlantı kurdu. Bu kez kaçtıktan sonra yakalanmamayı başarmıştı. 1903'te Eşref Sencer, kardeşi Selim Sami, Çerkez Tahir, Farac İbnü'l Mısri ve ismi bilinmeyen bir Arap ile Arap İhtilal Cemiyeti'ni kurdu. Bu cemiyet Medine bölgesinde faaliyet gösteriyordu. ![]() Kuşçubaşı'nın en yakın arkadaşlarından Süleyman Askeri Bey, dinadamı kılığında çalışmıştı. Dağınık birlikler halindeki Osmanlı Kuvvetleri'ne karşı Eşref Sencer ve adamlarının saldırıları kaygı vericiydi ama henüz Saray'da istenen etkiyi bırakmamıştı. Öyle bir eylem yapılmalıydı ki tüm dikkatler buraya çekilebilsin. Bu çerçevede örgütün ses getiren ilk büyük eylemi Medine Garnizonu Komutanı Şükrü Paşa'nın oğlu Vasıf Bey'i üç tabur askeri denetlerken kaçırmaktı. Vasıf Bey, padişah II. Abdülhamid'in yaveriydi. Takvim yaprakları 1904 yılına yaklaşırken Hicaz Bölgesi, Arap İhtilal Cemiyeti'nin eylemleriyle sarsılıyordu. Padişah olaya el atması gerektiğini düşündü ve en etkili ve bilinen yöntemini kullandı. Mücadele etmek yerine örgütü parayla satın aldı. Bu yöntem daha önce Jön Türkler üzerinde de denenmiş ve başarılı olmuştu. Af ve aylık 50 lira karşılığında örgüt dağıtıldı. Eşref Sencer'in göz önünde tutulması gerektiği düşünülerek, ona telgraf hattını koruma görevi verildi. Ama Eşref Sencer boş durmuyor, faaliyetlerine gizliden gizliye devam ediyordu. Nihayet durum fark edildi ve Eşref Sencer, adamlarıyla birlikte Medine'nin kuzeydoğusundaki dağlara kaçtı. Böylece II. Abdülhamid'le mücadele yeniden başladı. İlk eylem Padişah'ın iradesini küçümsemek ve Hicaz bölgesinde otoritesinin kalmadığını ispatlamak üzerine kuruldu ve başarılı da oldu. İstanbul'dan gelen Sürre-i Hümayun gasp edilmişti. Kutlu Kafile olarak da anılan Sürre-i Hümayun, adet olduğu üzere Halife tarafından Kutsal Topraklar'da yaşayan insanlara, Kâbe ve Hz. Peygamber'in kabrine Ravza-i Mutahhara'ya gönderilen hediyeleri taşır, İstanbul'dan özel merasim ve dualarla uğurlanırdı. Sürre-i Hümayun'un gasp edilmesi sarayın şiddetli tepkisini çekti. Eşref Sencer, Hicaz bölgesinden bir süreliğine de olsa uzaklaşmayı düşündü ve Hindistan'a geçti. Hindistan dönüşü babasının Abdülhamid tarafından affedildiğini öğrendi. Mustafa Nuri Efendi yeniden saraya dönmüştü. Ama bu Eşref'i tatmin etmedi. Yeniden Sürre Alayları'na saldırdı, hacı kervanlarını bastı. Daha da ileri giderek Mısır'da bir yılda hazırlanıp Mekke'ye gönderilen Kâbe'nin örtüsünü çaldı. Arabistan, artık anarşi ve kargaşaya teslim olmak üzereydi. Sarayla ilişkileri bir satranç oyununa dönmüştü. Yeni afları örgütün fes edilmesi izliyor ama en ufak şeyler bile bahane edilerek örgüt yeniden faaliyete geçiyordu. DOKTOR NAZIM'LA TANIŞTI Maskat, Hindistan, Bahreyn… Eşref sürekli kılık değiştiriyor ve Saray'ın hafiyelerinden kaçıyordu. Bütün Arap topraklarını gezdi, Araplar'ın konuştukları bütün lehçeleri ince ayrıntılarına kadar öğrendi. Çölde Bedeviler'in arasına karıştı. Bu sayede birçok dost edindi. Hamisiz gezilemeyen topraklarda yalnız başına seyahat edebilen sayılı kişilerdendi. Ancak tüm bunlar Eşref Sencer için yeterli değildi. Bu yüzden muhalefetin kalbine, Paris'e gitmeliydi. 1907 yılında bu isteği gerçekleşti ve Eşref Sencer Arabistan'a veda etti. Kıbrıs üzerinden Fransa'ya, Paris'e gidiyordu. Burada İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu. Ancak Eşref Sencer'e göre fikrî mücadele yani gazete çıkarmak, yazı yazmak sonuç almak için yeterli değildi. Fiilî mücadele gerekiyordu. Bu yüzden Paris'ten Makedonya'ya gidip dostlarını buradaki fedai gruplarından seçti. Bunlar arasında bir müddet sonra Osmanlı Devleti'nin idaresini ele alacak olan Enver, Kâzım Karabekir, Süleyman Askeri, Eyüp Sabri, Resneli Niyazi gibi isimler vardı. İlerleyen günlerde en yakın mesai arkadaşı Süleyman Askerî ile Teşkilat-ı Mahsusa'da gizli liderlik kavgaları yaşayacaktı. Ama Enver onun ideallerindeki adamdı. Artık “Kuşçubaşı” lâkabıyla anılan Eşref Sencer'in Balkanlardaki çalışmaları çok uzun sürmedi. Gıyabında yapılan bir mahkemede idam cezasına çarptırıldı. 1908'de Karadağ'a giderken yakalandı ve Üsküp'e gönderildi. Ama iyi haber Üsküp'teydi. Adı İttihatçılar'la anılan Mahmut Şevket Paşa bu şehrin valisi ve komutanıydı. Araya giren yüksek rütbeli subaylar sayesinde Eşref bu badireyi de sürgünle atlattı. Yeni sürgün yeri İzmir'di ve kentin yakınlarındaki Tepeköy'de Sultan Abdülhamid'in babası Mustafa Nuri Efendi'ye verdiği çiftlikte ikâmet edecekti. Yanında yine kardeşi ve babası vardı. Kuşçubaşı Eşref, İzmir'de kardeşi Selim Sami, Çerkez Raşit ve 12 arkadaşıyla İttihat ve Terakki'nin şubesini kurdu. İzmir bir ticaret kenti olduğu için Avrupa'yla haberleşmeleri çok kolaydı. Aynı zamanda finans sorunu da yaşanmıyordu. Dağlarda tütün tüccarı kılığında gezen Kuşçubaşı Eşref'in devrin tanınmış eşkıyalarıyla teşrik-i mesaisi artık rutinleşmişti. Sık sık görüştüğü isimler arasında Çakırcalı Mehmet Efe de vardı. Ancak onun hayatında dönüm noktası ünlü İttihatçı Doktor Nazım'la tanışması oldu. Dr. Nazım ile Kuşçubaşı Eşref'in hayatı neredeyse birebir örtüşüyordu. İzmir ikisinin de hayatında ortak ![]() Kuşçubaşı Eşref Sencer, Enver Paşa'ya yakınlığıyla tanınıyordu. Nazım'ın fes ve tütün sattığı küçük dükkânı ihtilalin İzmir'deki yeni merkeziydi artık. Levantenlere ait kulüplerde, çay bahçelerinde, Evliyazadeler'in konaklarında bitmez tükenmez bir enerjiyle çalışıyordu. Hedef kitlesi ordu mensuplarıydı. Nazım Fransız İhtilali'ni, Aydınlanma'yı hazırlayan beyinleri çok iyi tanıdığı için Askeri Okul'da Fransızca tercümeleri çokça okumuş subaylarla ilişki kurması zor olmuyordu. O, Kuşçubaşı Eşref'ten iyi bir komitacı olmanın yanı sıra pozitivistliğiyle de ayrılıyordu. Pozitivizm ihtilalin yeni dini olacaktı. Ama felsefe Kuşçubaşı Eşref'ten çok uzaklardaydı. O, kendini bir hareket insanı olarak tanımlıyordu. Şartlar olgunlaştığında onun devri başlayacaktı. Şartların olgunlaşması gecikmedi. “Selanik Merkez Komutanı Albay Nazım Bey elindeki 397 kişilik İttihatçı listesini Yıldız'a yollayacak” söylentileri ortamı gerdi. Albay Nazım Bey, Enver Paşa'nın eniştesiydi. Ölüm kararı uygulamaya sokuldu ama başarılamadı. Bundan sonra olaylar hızlı gelişti. Dağa ilk çıkan Resneli Niyazi oldu. Onu Enver ve Eyüp Sabri takip etti. Herkes büyük bir kıyımdan korkuyordu. Dağ yolcularını indirmek için II. Abdülhamid'in seçimi işin ciddiyetini gösteriyordu. Şemsi Paşa 80 taburla Makedonya'ya geçecekti. İzmir'deki Redif fırkaları ile Karaman taburları, 3. Ordu'ya katılmak için Selanik'e geçme hazırlıklarına başlamıştı bile. Ama İttihat ve Terakki Cemiyeti erken davrandı. 7 Temmuz 1908 sabahı Müşir Şemsi Paşa, Manastır Postanesi'nin önünde vuruldu. Bu pervasızlık II. Abdülhamid'i bile çok ürkütmüştü. MUSTAFA KEMAL'LE LİBYA'DA Şemsi Paşa'nın yerine atanan Müşir Osman Fevzi Paşa'ya da Manastır'a yetişmek nasip olmadı. Resneli Niyazi tarafından dağa kaldırıldı. Yaşanan şoklar bunlarla sınırlı değildi. 22 Temmuz 1908 sabahı Selanik rıhtımına çıkan İzmir Kolordusu'na bağlı taburlar silah bırakarak kardeş kanı dökmeyeceklerini bildirdiler. Doktor Nazım'ın gayretleri sonuç vermişti. Bu gelişmeler üzerine Meşrutiyet yeniden ilan edildi. Hakkında verilen idam kararı sonrasında İzmir'e sürgün edilen Kuşçubaşı Eşref'in ve kardeşi Sami'nin kaderi dönmüştü. Artık “İzmir ve Yöresi Polis ve Jandarma Birlikleri Şefi” unvanını taşıyorlardı. Kuşçubaşı Eşref bir eşkıya değil, eşkıyalarla mücadele eden biriydi... Meşrutiyet'in ilanından kısa süre sonra ise 31 Mart Ayaklanması çıktı. Selanik'ten yola çıkan Hareket Ordusu'nun bastırdığı ayaklanma sonrasında II. Abdülhamid tahttan indirildi. Kuşçubaşı Eşref bu sıralarda bambaşka işlerle uğraşıyordu. İran ihtilalcilerine destek vermek amacıyla İran yollarındaydı. Ama bu çalışmalardan bir netice alınamadı. Onun tüm bu çalkantılar içinde biraz sûkunete ihtiyacı vardı. Tepeköy'deki çiftliğine çekildi ve at ticareti yaptı. Kuşçubaşı Eşref'i evinden İttihat ve Terakki'nin üç kudretli ismi Enver, Cemal ve Talat arasında başlayan güç kavgası çıkardı. Kuşçubaşı, daha önceden tanıştığı ve sevdiği Enver'in yanında ![]() 28 Şubat'ta yıldızı parlayan Cemal Kutay, Kuşçubaşı'nın damadıydı. Kutay, Bedirhan ailesine mensuptu. Aile de Kürt milliyetçiliğinin öncülüğünü yapan isimlerde vardı. Enver-Kuşçubaşı Eşref ittifakının gerçekleştiği sırada Trablusgarp yani şimdiki Libya, İtalyanlar tarafından işgal edildi. Ne Enver, ne Kuşçubaşı, ne de genç İttihatçı subaylar bu gelişme karşısında sessiz kalacaklardı. Osmanlı Devleti'nin başına yeni bir dert açmamak için, Trablusgarp'ta direniş gayriresmi örgütlenecekti. Nitekim bu kararın alınmasından çok kısa bir süre sonra İttihatçı subaylardan oluşan bir grup Mısır'ın İskenderiye kentinden Trablusgarp'a geçti. Binbaşı Enver, başına beyaz örtü üstüne beyaz maşlağını geçirmiş, uzun mavi elbisesi ve altın kordonuyla bir Arap şeyhi oluvermişti. Mustafa Kemal halı tüccarıydı. Süleyman Askeri, Cer Hocası kıyafetindeydi. Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin sevkiyat sorumluluğunu üstlenmişti. Tüm bu işleyişi organize etmek ise Kuşçubaşı Eşref'e kalmıştı. Daha önce Arap çöllerinde verdiği mücadeleden dolayı çöl kanunlarını, bedevi âdetlerini ve konuşulan lisanı, lehçeleri biliyordu. Trablusgarp'ta direnişi örgütleyen isimler ordudan görünüşte istifa etmiş sayılıyorlardı. Beklenmedik bir şey olsa, sahip çıkanları olmayacaktı. Gece baskınları, âni hücumlar yapıp geri çekilmeler İtalyanlar'ı sahil şeridine kilitlemişti. Kuşçubaşı Eşref önceden tedarik ettiği fotoğraf makinesiyle olayları görüntülüyor, yabancı basın mensuplarına dağıtıyor, dünya kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışıyordu. Gerekli erzak ve silah âni baskınlarla yine İtalyanlar'dan temin ediliyordu. O günlerde çekilmiş fotoğraflara dikkatle bakıldığında Eşref, bir gün Arap şeyhi kılığında bir başka gün bisiklet üstünde maceracı bir Hintli kıyafeti içindeydi. Tüm harekât Enver'in kontrolündeydi. Zaman zaman Mustafa Kemal ile Enver arasında anlaşmazlıklar çıkıyordu. Bir süre sonra Mustafa Kemal gözlerinden rahatsızlandı. Bu rahatsızlık sırasında Kuşçubaşı Eşref ile Mustafa Kemal arasında bir yakınlaşma yaşandı. Kuşçubaşı elinden gelen her şeyi yaparak Mustafa Kemal'in tedavi edilmesini sağladı. ![]() Kuşçubaşı, ömrünün son yıllarını İzmir-Torbalı'daki çiftliğinde geçirdi. Rivayete göre hatıralarını yazdı ve damadı Cemal Kutay'a teslim etti. Direniş Kuzey Afrika'daki tüm ülkelerden destek görüyordu. Onlar da işgal altındaydı ama Trablusgarp'a her türlü yardımı yapıyorlardı. İtalyanlar umulmadık bir dirençle karşılaşmışlardı. Ancak Balkan Savaşı'nın başlaması Türk subaylarının Trablusgarp'tan ayrılmasına neden oldu. Düşman vatanın kalbine ilerliyordu. Kuşçubaşı Eşref, iyi tanıdığı bir coğrafya olan Balkanlar'a, İzmir'e uğradıktan sonra geçti. Oğlu Feridun'u doyasıya sevememişti. Feridun, Balkan Savaşı yıllarında sekiz yaşındaydı, Kuşçubaşı Eşref'in hareketli hayatından dolayı baba sevgisinden ve şefkatinden mahrum yaşamaktaydı. Ancak Kuşçubaşı Eşref'in bunu düşünecek vakti yoktu. Balkan toprakları çok kısa bir sürede elden çıkmıştı. Hatta Osmanlı'nın Balkanlar'daki en önemli şehri Selanik tek bir kurşun atılmadan Yunanlıların eline geçmişti. Burada sürgünde yaşayan II. Abdülhamid zar zor kaçırılabilmişti. Balkanlar için bulunan çözüm de Trablusgarp ile aynıydı. Bir kısım subay ordudan istifa etmiş gösterilecek ve Balkanlar'da, Müslüman nüfus arasında bir direniş örgütleyecekti. Hapishanelerden, bitirimhanelerden ve başka yerlerden bulunacak gönüllülerden çeteler oluşturulacak ve Osmanlı Hükümeti'nden bağımsız hareket ediyormuş gibi davranarak mücadeleye girişilecekti. Ama öncelikle teşkilatın, iktidarda azalan gücünü geri alması gerekiyordu. Yeni mücadele iktidar içindi. YUNANLILAR'A SIĞINDI 23 Ocak 1913'te Bâb-ı Ali baskını gerçekleştirildi. Çevresindeki fedailerin “Cihan Seraskeri” adını verdiği Enver, Bâb-ı Ali'yi basıp hükümeti devirmişti. Kurulan yeni hükümette de Enver, Harbiye Nazırı olmuş, rütbesi yarbaylıktan paşalığa yükseltilmişti. 15 Ağustos 1913'te Kuşçubaşı Eşref 116 kişilik gönüllü müfrezesiyle Batı Trakya Türklerini Bulgar zulmünden korumak için yola çıktı. Büyük bir hareket başlatarak Ağustos ayı bitmeden Kırcaali, Gümülcine ve İskeçe'yi almayı başardı. Ekim ayında Dimetoka ve Dedeağaç'ın alınması sonucu Garbi Trakya Türk Cumhuriyeti kuruldu. Başkenti Gümülcine olan bu devletin bayrağı yeşil, beyaz, siyah renklerden ve ay-yıldızdan oluşuyordu. Kimsenin tanımadığı bu devlet 25 Ekim 1913'te kendini feshetti. Ya İngiltere'nin mandasına girecek ya da Yunanistan'a dahil olacaktı. İngiltere'nin o tarihte çok büyük bir imparatorluk olmasından korkan Batı Trakyalılar, Yunanistan'a dahil oldu. Yunanistan nasılsa küçük bir ülkeydi ve bir müddet sonra yeniden Osmanlı Devleti'ne bağlanabilirlerdi! Kuşçubaşı Eşref'in artık Balkanlar'da yapacağı bir iş kalmamıştı. Ayrılık tohumları imparatorluğun İslam unsurları arasında da yeşermişti. Arap yarımadası hareketlenmişti. İngiliz casusu Lawrence, Bedevi kıyafetiyle Arap kabileleri arasında cirit atıyordu. Mekke emiri Şerif Hüseyin de, İngilizler'le anlaşmıştı. Kuşçubaşı Eşref, Maskat'tan gelmiş şeyh kılığındaydı. Lawrence'la temas sağlanmış, kaçırılıp Anadolu'da savaş sonuna kadar hapsedilmesi kararlaştırılmıştı. Bu konuyla ilgili Enver Paşa'dan cevap bekleniyordu. Ancak tam o sırada Kuşçubaşı Eşref'in Arabistan'a birlikte gittiği arkadaşlarından birisi yakalandı ve tüm plan açığa çıktı. Kuşçubaşı Eşref, Arap yarımadasını terk etti. İngilizler'in hâkimiyetindeki Hindistan'da karışıklık çıkarıp İngilizler'i zor durumda bırakmak istiyorlardı. Hintlilerle görüşmek üzere Belçika'nın Liège şehrine gitti. Dönüşünde yeni bir maceraya hazırdı. Kardeşi Selim Sami ve dört arkadaşını Hindistan'a gönderdi. Orta Asya'da Ruslara ve Hindistan'da İngilizlere karşı ayaklanma planlıyorlardı. Ama yoldayken I. Dünya Savaşı patlak verdi. Kuşçubaşı Eşref kafileyi Hindistan'a gönderip geri döndü. Yeni görevi Teşkilat-ı Mahsusa'nın Arabistan, Sina ve Kuzey Afrika Müdürlüğü'ydü. Görev arkadaşı Süleyman Askeri ise Irak bölgesine gönderilmişti. Doğrudan Enver Paşa'ya bağlı çalışıyorlardı. Kuşçubaşı Eşref, Arap yarımadasına, yani Hicaz'a hareket etmeden Salihli'deki yeni çiftliğine uğramayı da ihmal etmedi. Oğlu Feridun'u, yeni doğan oğlu Sencar'ı gördü. Fakat Arabistan'dayken daha kundakta olan oğlu Sencar'ın ölüm haberini aldı. Kuşçubaşı Eşref bilfiil çatışmalara katılıyor, düzenli ordu birlikleriyle cepheye de gidiyordu. I. Dünya Savaşı'nın sonlarına yaklaşırken Lawrence'ın çalışmaları netice vermiş, Şerif Hüseyin isyanı çıkmıştı. Hicaz İsyanı Yemen'le İstanbul arasındaki bağlantıyı kesmişti. Yemen'de Zeydi'lerin ayaklanmalarında yıpranan orduya acilen para ulaştırılması gerekiyordu. Bu görevi Enver Paşa yine en sadık adamına, Kuşcubaşı Eşref'e verdi. Kafile ikiye ayrıldı. Kuşçubaşı Eşref”in içinde bulunduğu grup isyancı Araplar'la karşılaştı ve esir düştü. İngilizlere esir düşen Kuşçubaşı'nın sürgün yeri Malta Adası'ydı. Bu arada İngiliz casusu Lawrence ile karşılaşmış, Lawrence onu “Arap çöllerinin gördüğü en büyük haydut” diye nitelendirmişti. Kuşçubaşı Eşref Malta'da İngilizler'in elindeyken 1919 Şubatı'nda Çerkez Ethem, İzmir'in İttihatçı valisi Rahmi Bey'in oğlunu kaçırmıştı. Çocuğu fidye için kaçıran Çerkez Ethem, bir süre Kuşçubaşı Eşref'in Salihli'deki çiftliğinde saklandı. Çiftlik kısa süre sonra Çerkez Ethem ve adamlarının karargâhı haline geldi. Kuşçubaşı ise 17 Aralık 1919'da Malta'dan İstanbul'a getirildi. Eşref, kendisini getiren İngiliz savaş gemisinden bir yolunu bularak Salacak açıklarında kaçmıştı. Ülke ve İstanbul işgal altındaydı. Bu durumda yapılması gereken, direnişe geçmekti. Kuşçubaşı da bir müddet kaldığı İstanbul'da, direniş örgütü olan Karakol'un kuruluşunda bulundu. Karakol mensupları İstanbul'dan Anadolu'ya geçişleri sağlıyor, cephane gönderiyordu. O, İstanbul'da bu işlerle uğraşırken Çerkez Ethem ve kardeşleri de Salihli'deki çiftliğe yerleşmişlerdi. Çerkez Ethem'le Bandırma'da buluşan Rauf Orbay, Ethem ve kardeşleri Reşit ile Tevfik'i, Kuvva-yı Milliye'ye davet etmişti. Bu daveti kabul eden Çerkez kardeşlere gösterilen yer ise Kuşçubaşı'nın Salihli'deki çiftliğiydi. Kuşçubaşı da bir müddet sonra Anadolu'ya geçti. ![]() Çerkes Ethem, I. Dünya Savaşı sırasında İzmir Valisi Rahmi Bey'in oğlunu, fidye için kaçırdı. Saklanmak için Kuşçubaşı'nın, Salihli'deki çiftliğini seçti. Kuşçubaşı Eşref, Anadolu'daki direniş örgütlenmesinde Çerkez Ethem ve kardeşlerinin yanında yeraldı. Zaten Enver Paşa yanlısı olarak biliniyordu. O günlerde Anadolu ihtilalinin başında olan Mustafa Kemal Paşa'nın da Enver Paşa'dan hiç hazzetmediği bilinmekteydi. Belki bu yüzden, belki Çerkez oluşundan ötürü Kuşçubaşı Eşref, Çerkez Ethem ile hareket etmeye başladı. Onunla birlikte isyanların bastırılması için çarpıştı, yine Çerkez Ethem için asker toplamak amacıyla Anadolu'nun çeşitli şehirlerini dolaştı. Bir ara da Enver Paşa ile görüşmek için yurtdışına çıktı. Çerkez Ethem düzenli ordu kurulmasına karşı çıkıyor ve Büyük Millet Meclisi'nin kararlarını tanımıyordu. Tüm çabalara karşın bu tutumunda herhangi bir değişiklik olmamıştı. Bir müddet sonra da Çerkez Ethem ve kardeşleri BMM Hükümeti'ne isyan etmişti. İsyan bastırılınca 28 Ocak 1921'de Çerkez Ethem, yanında Kuşçubaşı Eşref olduğu halde Yunanlılara sığındı. Kurtuluş Savaşı'nın sonuna kadar İzmir'de Yunanlılarla hareket etti. Kuşçubaşı Eşref, İzmir'in kurtarılmasının ardından Midilli'ye geçti. Burada topladığı kuvvetlerle Anadolu'ya çıkmayı ve bir isyan çıkarmayı planlıyordu. Bunun için kardeşi Hacı Sami'yi Anadolu'ya gönderdi. Ancak Hacı Sami ve arkadaşları Bozdağlar'da öldürüldü. Artık Kuşçubaşı'nın tüm umutları sönmüştü. Cumhuriyet için sakıncalılar olarak da adlandırılan 150'likler listesine dahil edildi. Mareşal Fevzi Çakmak'ın araya girmesiyle adı listeden çıkarıldı. Yeni yönetimde yeri yoktu, köşesine çekilmesi ve susması gerektiğini anlamıştı, öyle de yaptı. Hayatının geri kalanını İzmir'deki çiftliğinde geçirdi. Ama çölden kopamadı. Sonraki yıllarda çölün derinliklerinde devesiyle seyahatler yaptı. 1958'de kızları Cuvap ve Diktam ile Malta'ya gitti. Orada I. Dünya Savaşı'nda Türk esirleri için diktirdiği anıtı ziyaret etti. İki sandık dolusu hatıralarını düzenlemek ve neşretmek için çok uğraştı. Fakat başarılı olamadı. Sadece Hayber'de Türk Cengi isimli eseri yayımlanabildi. Eşref hayatı boyunca sabırla notlar tuttu. 'Tarihe Benden Haberler' isimli bin sayfadan fazla hatıratı vardı. Fakat bir kısmını damadı Cemal Kutay'a emanet ettiği hatıratının akıbeti hakkında fazla bilgi yok. Çerkez Ethem'den Mardinîler'e, Kürt Bedirhanîler'e uzanan geniş bir akraba profiline sahipti Eşref. Teyzesinin kızı Bedirhanîler'e gelin gitmişti. Kendi kızını ise yine Bedirhan Paşa'nın torunlarından Cemal Kutay'a verdi. Ölümünden sonra çocukları Hollanda'ya, Rotherdam'a yerleşti ve havacılık sektöründe çalışmaya başladı. Kuşçubaşı soyadını alan Eşref Sencer Bey, 1964 yılında 91 yaşında vefat etti. |