Edisler'in Son Ferdi ve Altınoluk Tarihi... | | Yazdır | |
Esma GÜNDOĞDU İstanbul'un köklü ailelerinden "Edis"lerin tarihi Midilli'de başladı. Abdullah Asaf Efendi, Altınoluk'a yerleşince adı konağı ile anılır oldu. Şimdi "Zeytin Dalı" dizisinin çekildiği konakla ailenin tarihi bütünleşti. Hem Altınoluklu, hem İstanbullu aile Çolakoğulları ile de akraba. Lale Edis, Çolakoğlu ailesinin "reisi" Erdem Çolakoğlu ile evli.
Elinizde uzaktan kumanda, televizyon kanalları arasında zap yapıyorsanız sözüm sizedir. Bir pazar akşamı yolunuzu TRT 1'e düşürün. TRT'nin tek kanallı, renklerin siyah ve beyazdan oluştuğu yıllarda yayınlanan "Tütün Zamanı" kıvamında bir dizi var TRT 1 ekranlarında. Pazar akşamı yayınlanan dizinin adı "Zeytin Dalı." Altınoluk'ta, Abdullah Efendi Konağı'nda geçiyor. Eski adı Papazlık olan Altınoluk'un makus talihini değiştiren bir ailenin Abdullah Efendi Konağı. Ailenindi demek aslında daha doğru. Çünkü sahipleri olan Abdullah Efendi'nin ahfadı, 1977'de Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devretti konağı. 150 yıllık geçmişi olan konağın hikâyesi de aslında dizi olabilecek nitelikte. Midilli'den Arnavutluk'a, İstanbul'dan Mısır'a uzanan bir öykü konakta yaşananlar. Her masal, "Bir varmış, bir yokmuş" cümlesiyle başlar. Altınoluk'ta Abdullah Efendi Konağı'na adını veren Abdullah Asaf Efendi'nin hayatı da bir masal gibi başladı. Midilli'de doğdu Asaf Efendi. Kurulu bir düzen içinde dünyaya geldi. Ancak hayat Abdullah Asaf'a nice sürprizler hazırlamıştı. Bunlardan bir tanesi de doğduğu, büyüdüğü, vatanım dediği topraklardan "muhacir" olarak Anadolu'ya gitmekti. Ancak Abdullah Asaf'ın göçü, pek çoğunun sonu trajedi ile biten öykülerine benzemedi. Abdullah Asaf Efendi, yaklaşan fırtınayı sezdi ve o zaman adı Papazlık olan Altınoluk'a yerleşti.
PAPAZLA TAKAS ETTİ Mübadele'den önce, I. Dünya Savaşı'nın sonunda bir Ortodoks rahibi ile anlaştı. Rahip, Midilli'nin tam karşısında, Altınoluk'ta yaşıyordu. O da yaşanacakları sezmişti. O yüzden varlığını takas edebileceği birisini arıyordu. Midilli'de ona denk gelecek tek isim Abdullah Asaf Efendi'ydi. O yüzden Midilli'deki AbdullahAsaf'ın zeytinlikleri ve malları ile o zaman Türkler'in Papazlık dediği Altınoluk'taki rahibin zeytinlikleri takas edildi. Abdullah Asaf Efendi o günün şartlarında hiçbir kayba uğramadan yeni vatanına ayak bastı. Bir müddet sonra da zaten herşeyi kökünden değiştiren mübadele gerçekleşti. Böylece binlerce dönümlük bir zeytinliğin, ardından da küçük bir yağhanenin sahibi oldu. Zeytinliğin içinde yeralan ve daha sonra ismi ile anılacak olan konak da bu takas sonucunda Abdullah Asaf'ın olmuştu. Maldan - mülkten yana yüzü gülen Abdullah Asaf'ın ne yazık ki yaşamı evlat acısıyla yaralandı. Nihat, Atıf, Ekrem, Ali ismini taşıyan dört oğlu, Nigâr adlı bir kızı vardı. Ancak üç oğlunu kaybetti. Geriye Nigâr ve Nihat isimli çocukları kaldı. Diğerleri kaza ya da bugün artık sıradanlaşan kızamık, çiçek gibi hastalıklarla vefat etti. Abdullah Asaf Efendi ve eşi Hatice Hanım'ın herşeye rağmen çok mutlu bir hayat yaşadığı, hayatta kalan çocuklarına çok iyi eğitim verdiği ise bir gerçek. Yaşlı Altınoluk'lular Hatice Hanım'ı hep elinde gül makası, konağın bahçesinde özenle yetiştirdiği sarı gülleri keserken hatırlardı. Eliyle kesip buket yaptığı bu gülleri, eşinin iş dönüşü dinlenmek için kullandığı salıncaklı, hasır - tonet iskemlesinin yanındaki vazoya yerleştirirdi. Aile her iki çocuğun eğitimlerine büyük önem verdi. O günün şartlarında çok zor olsa da Nigâr için Fransız mürebbiyeler bulundu. Küçük Nigâr, anadili kadar mükemmel bir Fransızca'ya sahipti. Aynı zamanda çok iyi piyano çalıyordu. Aile Ahmet Nihat'ı da ihmal etmemişti. Mekteb-i Mülkiye'ye giden Ahmet Nihat da Fransızca'nın yanı sıra Rumca'ya hakimdi.
YENİ ADI ALTINOLUK Abdullah Asaf Efendi'nin vefatından sonra ise oğlu Ahmet Nihat işlerin başına geçti. Ahmet Nihat Bey, Mekteb-i Mülkiye mezunu, genç bir kaymakamdı. Ezine'de görev yapıyordu. Ancak babasının ölümü üzerine 24 Kasım 1910'da görevinden istifa etti ve Altınoluk'a döndü. Miras paylaşımında konak, kızkardeşi Nigâr'a kalsa da konağın idaresi artık Ahmet Nihat'ındı. Nigâr ise İstanbul'da yaşamayı tercih etmişti. Ancak yılın belli aylarında, kısa süre kalmak için Edremit ve Altınoluk'a geliyordu. Artık Abdullah Asaf Efendi'nin devri kapanmıştı. Konakta Ahmet Nihat Efendi'nin hükmü sürüyordu. Ancak o yıllar fırtınalı yıllardı. Önce Balkan ve Trablusgarp savaşları, ardından da I. Dünya Savaşı ve İstiklâl Savaşı, kendini hem Altınoluk'ta, hem de konakta hissettirdi. Konak da o dönemdeki siyasi çalkantılardan nasibini aldı. Yörenin Kuva-i Milliyeciler'i ve işgale karşı direnenleri için konak bir buluşma noktasıydı. Bunların en ileri gelenleri de Rıfat Bey ve İhsan Çavuş'tu. Rıfat Bey, Abdullah Asaf Efendi'nin katipliğini yapmıştı. O yüzden Ahmet Nihat Bey'den de büyük saygı ve sevgi görüyordu. Rıfat Bey, İstiklâl Savaşı'nın ardından milletvekili olmuştu. Konakla hiçbir zaman bağını koparmayan Rıfat Bey'in gayretleri sonucunda Papazlık, Altınoluk adını aldı. Konak tüm bu fırtınalı yılları kazasız ve hasarsız atlatmıştı. Ahmet Nihat bu arada evlenmiş ve iki de çocuk sahibi olmuştu. Oğluna babasının adı olan Asaf'ı veren Ahmet Nihat'ın bir de Sabiha adında kızı vardı. Ahmet Nihat'ın kaymakamlıktan istifası ve çiftliğin başına geçmesinden bir yıl sonra doğmuştu Asaf. O da ailenin tüm fertleri gibi iyi eğitimliydi. Önce bir Amerikan okulunda, ardından da Mekteb-i Sultani, yani Galatasaray Lisesi'nde öğrenim gördü. Bu yüzden tüm hayatı boyunca koyu bir Galatasaraylı oldu Asaf. Aile, Türkiye'nin hızlı bir değişim geçirdiği o yıllarda çıkan Soyadı Kanunu gereği, "Edis" ismini aldı. Asaf, Galatasaray Lisesi'ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi'ne girdi. Ancak okulunu yarım bırakıp Altınoluk'a döndü. Belki bunda yapmış olduğu genç evliliğin de rolü olmuştu. Ama biz Asaf Edis'in hikâyesine başlamadan önce, kız kardeşi Sabiha'ya bakalım. Ahmet Nihat'ın ikinci çocuğu olan Sabiha Edis, ilk evliliğini Dr. Tevfik Kazancıgil ile yaptı. Bu evlilikten doğan çocuk ileride Türkiye'nin sayılı bilim adamlarından Prof. Dr. Aykut Kazancıgil olacaktı. Sabiha Edis ikinci evliliğini ise Eminönü'ndeki meşhur Şekerci Cemil Bey (Hafız Mustafa Efendi Şekercisi) yaptı. Bu evliliğinden ise ikinci bir çocuğa sahip oldu Sabiha Edis: Arkeolog Dr. Sönmez Kantman. Ailenin tüm kadınları gibi yönetmeyi seven, evine hakim bir kadındı hatıralarda kalan Sabiha Edis, yine ailenin diğer fertleri gibi iyi eğitim aldı ve dönemin en iyi okullarında öğrenim gördü.
SÜT KARDEŞİ MISIR SARAYI'NDA Altınoluk'ta otursa da hiçbir zaman İstanbul'la bağını koparmayan ailenin, en İstanbullu ferdi Asaf Edis'ti. Galatasaray Lisesi ile başlayan İstanbul hayatı mutlu, mesut bir evlilikle noktalandı. 20 yaşında, ilk görüşte aşık olduğu Müeyyet Tomor ile evlendi. Müeyyet Tomor o sırada, henüz gençliğinin baharında, onaltı yaşında bir genç kızdı. Dame de Sion'da öğrenciydi ve İstanbul'un en meşhur avukatlarından Rüstem Kemal Tomor'un kızıydı. Yıldırım aşkı, yıldırım evlilik takip etti ve çift Altınoluk'a, Abdullah Efendi Konağı'na yerleşti. Genç Asaf, konakta annesi, eşi, kızkardeşi, hizmetliler ve dadısı ile başbaşa kalmıştı. Ancak kısa sürede işlerin başına geçti ve babasının bıraktığı noktadan devam etti. Artık Edis soyadını taşıyan Müeyyet için ise Altınoluk ve konak hayatı hiç de rahat başlamamıştı. İstanbul'un sosyal hayatına alışık bir genç kızdı. Kendi ayakları üzerinde durabiliyordu. Ama eşinin ailesi ile bir arada yaşamak durumundaydı. İlk başlarda zorluk çekse de bir müddet sonra Altınoluk'a alıştı. Biçki - dikiş, hastalara aşı yapma, okuma - yazma öğretme gibi faaliyetlerle günlerini geçiren Müeyyet Edis'in ailesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir başka köşesi, Selanik'ten. Dedesi Arnavutluk'tan Selanik'e gelmişti ve anneannesi ile burada tanıştı Müeyyet Edis'in. Ardından da genç çift evlendi. Osmanlı İmparatorluğu artık dağılma sürecindeydi. II. Balkan Savaşı'nın ardından Selanik tek kurşun atılmadan elden çıktı. İşte Tomor ailesinin kaderini bu kopuş belirledi. Rüstem Kemal, eşiyle birlikte varını yoğunu Selanik'te bırakıp İstanbul'a geldi. Burada hayata yeniden başlayan çiftin günleri bu defa da İstiklâl Harbi yıllarında karardı. İstanbul işgal altındaydı ve Rüstem Kemal, Kuva-i Milliyeci olarak biliniyordu. Hayatlarının tehlikede olduğunu anlayınca karı - koca Tomorlar bu defa soluğu Mısır'da aldı. Rüstem Kemal'in süt kardeşi Mısır'daydı ve saraydan bir prensesle evliydi. Aynı zamanda Mısır Hidivi'nin de avukatlığını yapıyordu. Savaşın bitimine kadar Mısır'da kalan çift, daha sonra Türkiye'ye döndü. Tomor soyadını alan Rüstem Kemal, kaçarak gittiği İstanbul'da artık "Hazine Avukatı"ydı. Mübadele sonrasında Hazine'ye kalan malların ihtilaflarına bakıyordu. Müeyyet Edis'in kentsoylu bir ailesi vardı. Ancak o tıpkı Reşat Nuri Güntekin'in meşhur romanı Çalıkuşu'ndaki Feride gibi bir Anadolu kasabasına yerleşmeyi göze almıştı. Şüphesiz bunda en büyük etken eşi Asaf Edis'e duyduğu büyük ve derin aşktı.
ÖYKÜ KAHRAMANI OLDU Altınoluk'ta o yıllarda hayat zeytin ve zeytinyağı üzerine kuruluydu. İyi bakım yüzünden verimi artan zeytinliklerin ürününü fabrika işlemeye yetmiyordu. O yüzden Asaf Edis, dededen kalma fabrikayı büyütmeye karar verdi. Bu iş için seçtiği yer ise şimdiki Altınoluk'tu. Tepelerde kurulu eski Altınoluk'tan, sahile yani o günkü adı ile İskele'ye inildi. Fabrika da bugün Vakıflar'a ait olan fabrikanın kurulduğu yerdeydi; döneminde Balkanlar'ın en büyük fabrikasıydı. Binlerce dönümlük arazideki zeytinler fabrikanın çalışmasını sağlıyordu. Ancak zeytinin doğası gereği ürün bir yıl çok, bir yıl az oluyordu. Bu yüzden rekoltenin az olduğu yıllarda Asaf Edis, götürü usulle zeytinlik kiralıyor ve fabrikanın atıl kalmasını engelliyordu. Müeyyet Edis bu yıllarda kendini tamamen sosyal olaylara vermişti. En büyük meşgalesi ise evlenecek genç kızlara çeyiz, gelinlik hazırlamaktı; bir de çok özel zamanlarda girdiği mutfakta kek ve krem karamel yapmak... Bunlar o günün Altınoluk'unda kolay bulunacak şeyler değildi. Akşamları ise köy kadınları konağın mutfağında toplanıp nakış işliyordu. Müeyyet Edis hep bu faaliyetlerin içinde yer alıyordu. Asaf - Müeyyet Edis çiftinin, 1942 yılında Lale adını verdikleri bir kızı oldu. Bebek, İstanbul'da Moda'da dünyaya geldi. Zaten ailenin bir ayağı hep İstanbul'daydı. Küçük Lale, okula başlayacağı yıla kadar hep Altınoluk'ta kaldı. Ancak bu kalışlar genellikle kış ayları için geçerliydi. Aile yazın bir kısmını İstanbul'da geçiriyordu. Fransa ve İtalya ailenin İstanbul'dan sonraki uğrak yerleri idi. Asaf Edis zeytincilikle uğraştığı için en son gelişmeleri takip etmek için İtalya'ya gidiyordu. Bu arada Fransa ve her yıl daha önce görmedikleri bir Avrupa ülkesi geziliyordu. Asaf Edis bir taraftan da yeni iş kolları araştırıyordu. Bu araştırmaları sırasında tıbbi malzeme ithalatı yapmaya başlamıştı. Ancak beş yılın sonunda bu işten vazgeçti. Yazın faaliyet göstermeyen fabrikada, kışın 50 işçi çalışıyordu. Sofralık zeytin, zeytinyağı ve sabun üretiliyordu. Bugünleri çok iyi hatırlayan Asaf - Müeyyet çiftinin çocukları Lale Çolakoğlu, başından geçen küçük bir kazanın İngiliz çocuk öyküleri yazarı Jack Allsopp tarafından kaleme alındığını söylüyordu. O günlerde fabrikada zeytin atıklarından sabun imâl ediliyordu. Bu sabunlar da kuruması için altlarına kağıt yerleştirildikten sonra büyük kalıplar içerisinde yere seriliyordu. Küçük Lale bir gün hızını alamamış olacak ki, kendini birden bu sabun kalıplarının içerisinde buldu. Boylu boyunca yere uzanmıştı; "Beni temizlemek için yıkadılar. Ancak yıkandıkça daha çok köpürüyordum. Sabun eriyiği sıcak olsaydı, çok kötü yanardım." Konakta hiç çocuk yoktu. O günün şartlarında oyuncak da bulunmuyordu Türkiye'de. O yüzden konakta canı çok sıkılıyordu Lale Çolakoğlu'nun. Onun için, tahtadan küçük mutfak araç - gereci yaptırmıştı baba Asaf Edis. "Küçük oklava ve hamur tahtam vardı. Burada hazırladığım çeşitli şeyler için de küçük bir fırın yapılmıştı evin bahçesine" sözleriyle anlatıyor çocukluk günlerini Lale Çolakoğlu.
ALTINOLUK'TAN DAME DE SION'A Bu arada ölümler yüzünden konağın nüfusu azalmıştı. O yüzden artık kalabalık olmayan aile için Abdullah Efendi Konağı büyük gelmeye başlamıştı. Zaten fabrika da sahile taşınmıştı. Bunun üzerine aile sahilde zaten varolan eve yerleşmeye karar verdi. Takvimler 1947 yılının bahar aylarını gösteriyordu. Şimdiki Altınoluk da sahilde gelişiyordu. Altınoluk'ta sosyal hayat çok sınırlıydı. Elektrik sadece sahildeki evde vardı. Onun dışında köy evleri gaz lambası ile aydınlatılıyordu. O zaman bu tekdüze ve yeknesak hayatı değiştiren şey Ramazan ve bayramlardı: "Ramazan'da camiye ve çarşıya tepsi tepsi iftarlık gönderilirdi. Ramazan Bayramı'nda evde baklava açılır, ayva tatlısı hazırlanırdı. Kurban Bayramı'nda ise kesilen kurbanlar eşe dosta, komşulara dağıtılırdı" sözleriyle o günleri anlatan Lale Çolakoğlu'nun unutamadığı bir diğer ritüel de mevlitlerdi: "Çocuk doğar, ölen olur, sünnet olur, adak adanır... Bunların hepsi için mevlit okutulurdu. Mevlitlerde gülsuyu ve şerbet ikram edilirdi. Şeker eritilerek yapılan şerbetin üzerine ağartılmış badem konulurdu. Sünnet ve doğumlarda ise pilav, yoğurt ve kavurma verilirdi gelen misafirlere." Türkiye'nin yokluk yıllarıydı. Aile ne kadar zengin de olsa, ülkenin genel seviyesi onların da hayatını etkiliyordu. Asaf Edis, koyu Galatasaray taraftarıydı. Ancak gazete dağıtımının olmadığı, radyonun ise bulunmadığı zamanlardı. Asaf Edis her hafta Galatasaray'ın maç sonucunu, manyetolu telefonuyla İstanbul'u arayarak öğreniyordu. Ancak bir hayli uğraştıktan sonra İstanbul'a ulaşabiliyordu. Bunun için de gerekli olan telefon santralını kendi cebinden para vererek kurdurmuştu Altınoluk'a. İşte bu telefon sonraki yıllarda, öğrenimi için İstanbul'a gönderilen Lale ile annesi Müeyyet Edis arasındaki yegâne iletişim oldu. Küçük Lale, English High School For Girls'te (Şimdi o binada Beyoğlu Anadolu Lisesi var) eğitimine başladı. Daha sonra Dame de Sion'a, oradan da İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü'ne devam etti. Mezuniyetinin ardından da yüksek lisans yaptı. Doktoraya da başlayan Çolakoğlu, tez hazırlama sırasında üniversiteden ayrıldı. Lale Çolakoğlu'nun okula başladığı yıllarda İstanbul'a ulaşım çok zordu. Altınoluk'tan İstanbul'a gidebilmek için önce Balıkesir'e, ardından Bursa'ya uğramak gerekiyordu. "Hem yol yorgunluğunu atmak, hem de bizi karşılayacak akrabalarımıza şık görünmek için Bursa'da bir gece kalırdık. Bu kalışlarımızda kuaföre gider, elbiselerimizi hazırlar, yolculuk emaresini üzerimizden attıktan sonra, Bandırma'dan vapurla İstanbul'a geçerdik" sözleriyle anlatıyor bu yorucu ve çetin yolculuğu Lale Çolakoğlu. Yaz tatillerinde Altınoluk'a gitme fırsatı bulan Çolakoğlu, bir dönem sonra tüm zamanını İstanbul'da geçirmeye başladı. 16 yaşında dil öğrenmek için İngiltere ve ABD'ye gitti. Londra ve New York onu çok etkilemişti. Asaf ve Müeyyet Edis çifti de kızlarının ardından İstanbul'un en güzide semtine, Nişantaşı'na yerleşti bu tarihlerde. Kış aylarında Nişantaşı'nda yaşayan ailenin, "sayfiye" için tercihi Moda'ydı. Bu sırada Asaf Edis'in, Altınoluk'taki işleri tasfiye olmuştu. Lale Çolakoğlu en son 16 yaşında gördüğü Altınoluk'a tam on sene boyunca ayak basmadı. Artık aile tamamen İstanbullu olmuştu. 28 yaşında ise hayatında bir başka köklü değişiklik yaşadı Lale Çolakoğlu: Evlendi. Aile dostlarının tanıştırdığı tanınmış bir ailenin oğlu Erdem Çolakoğlu ile... Geçmiş günleri özlemle hatırlamak yerine, günü değerlendirme taraftarı o. Yaşadıklarını ise "Zeytin Dalı" ile "Büyük Yalan" dizilerinin karışımının anlattığını düşünüyor. 1988'de babası Asaf Edis'i, 2001'de ise annesi Müeyyet Edis'i kaybeden Lale Çolakoğlu, ailenin erkek çocuğu olmadığı için Edis soyadını taşıyan son kişi olacak. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder