Yahya Kemal, Mehmet Akif ve Tevfik Fikret'in Eserlerinde Ezan | |
![]() Yahya Kemal, "Ezân-ı Muhammedî"(1) adlı şiirine Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedî Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî beytiyle başlar. O, bu mısralarda ezanı; yüce, yüksek bir emir, Allah'ın buyruğu olarak görür. Ezan aynı zamanda, "emir" kelimesinin ikinci anlamıyla yüce bir hâdise, çok büyük bir vakıadır. Çünkü ezan, Müslümanları sadece namaza davet eden, çağıran bir ses değildir. Ezan, namaza çağrıyla birlikte, Allah'ın büyüklüğünü, yüceliğini, azametini ilan eder; Allah'ın varlığını, birliğini, Hz. Muhammed'in O'nun resulü olduğunu duyurur. İnsanları ebedî kurtuluşa çağırır. Sabah ezanı ise, diğer ezanlardan farklı olarak; namazın, Allah'a kulluğun, uykudan hayırlı olduğu ikazını yapar. Ve sonunda tekrar bütün insanlığa ve kâinâta, Allah'ın en büyük olduğunu, büyüklerin büyüğü olduğunu ve hayatta ondan başka tapacak, ibadet edilecek, kulluk yapılacak hiçbir şey bulunmadığını hatırlatır. Beş vakit farklı makamlarla ve güzel bir sesle okunan ezan, insana tabiat ve varlığın gelip geçici, fâni yüzünü gösterir, hayattaki gerçek yerini düşündürür. Sonu gelmez, boş hırslar peşinde koşmanın mânâsızlığını tefekkür ettirir. Ezan aynı zamanda, Müslümanların o ülkede hür olarak yaşadıklarının bir sembolü olarak görülmüştür. İşte bu yüzdendir ki, İstiklâl Marşı şâirimiz Mehmet Akif Ersoy da, İstiklâl Marşı'mızda ezana bu açıdan bakmış, onu hürriyetimizin, istiklâlimizin sembolü olarak görmüş ve hak, hürriyet, istiklâl, vatan, yurt sevgisi gibi mukaddes kavramlarla birlikte, mâbed ve ezanı da saymış, onu da bağımsız ve hür yaşamanın olmazsa olmaz şartlarından biri olarak görmüştür: Rûhumun senden İlâhî şudur ancak emeli: Değmesin mâbedimin göğsüne nâ-mahrem eli; Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli, Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. Yahya Kemal, işte böyle derin mânâlar ifade eden, çağrıştıran ezan sesine, İslâm dünyasının (ezanı muhammediye cihanı muhammedinin)kâfi gelmediğini, İslâm âleminin bu sadâya dar geldiğini düşünmüştür. Ona göre, ecel I. Selim (Yavuz Sultan Selim)'i genç yaşta almayıp, bütün dünyayı Şan-ı Muhammedi Muhammedî Şan (ezan sesi) fethetmeliydi. Sultan Selim-i Evvel'i râmetmeyüp ecel Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî Yahya Kemal'in gözünde Yavuz Sultan Selim bir cihan hükümdarıydı. Eğer ömrü yetseydi o, bütün dünyayı fethedecek, İslâmı bütün dünyaya yayacak, Muhammedî Şânı (ezanı) dünyanın her yerinde okutturacak bir kahramandı. Şiirlerinde kişileri yüceltmeyen, sadece Türk milletinin kolektif dehasını ve bu dehanın meydana getirdiği medeniyetin ebedî değerlerini öven Yahya Kemal'in (2), Yavuz Sultan Selim'i bir istisna olarak görmesi, onun için bir şiir değil, birçok şiir yazması, onu "Türklük'ün timsali" olarak görmesi (3), Selimnâme'yi kaleme alması işte bu yüzdendir. Yahya Kemal'in şiirinde yüzbinlerce minâreden yükselen ezan sesleri, gökyüzünü nura garkeder. Bu arada Muhammedî rûh kanat çırpar. Bambaşka manevî bir âlem oluşur: Gök nûra garkolur nice yüzbin minâreden Şehbâl açınca rûh-ı revân-ı Muhammedî Mehmet Akif'in "Ezanlar" (4) adlı şiirinde de benzer bir tabloyla karşılaşırız. Orada da bu İlahî ses, bütün cihanı sarsar. Ezan sesi gökyüzüne yayılınca her taraf nura garkolur. Ve gece karanlığında sadece cânân görülür, her yer Allah'ın varlığıyla dolup taşar. Allahu Ekber haykırışı Mevlâ'ya yükselince, varlığın o karanlık sinesi Sînâ'daki tecelli makamına döner. Allah bütün azametiyle ve hâkimiyetiyle hissedilir. Mesafeler her an onu anan sözlerle çınlar. Ezanlar, tesbihler, zikirler hep o hâkimiyete duyulan saygının ifadesidir. Ne lâhûtî sadâ "Allahu Ekber!" sarsıyor cânı... Bu bir gülbank-ı Hakk'tır, çok mudur inletse ekvânı? Bu lâhûtî sadâ çıktıkça çûşa-cûş olup yerden, İner esrâr-ı kudret kibriya tavrıyla göklerden, Bütün âheng-i hilkât yâd ederken Hakk'ı ezberden, Vicâhî feyz alır artık o nûru'n-nûr-ı ezherden: Hüveydâ şimdi cânândır seherden, şâm-ı esmerden! ...... Döner, "Allahu Ekber" cûşu yükseldikçe Mevlâ'ya, O muzlim sine-i hilkat tecellîzâr-ı Sînâ'ya! Senin, dem geçmiyor, yâdınla leb-rîz olmadan eb'âd! Ne müdhiş saltanat yâ Râb, nasıl âsûde istibdâd! O istibdâda hürmettir ezanlar, subhalar, evrâd.. Fakat Yahya Kemal, duygularını Mehmet Akif'e göre daha yoğun ve sanâtkârâne bir üslupla ifade etmiştir (5). Ayrıca Akif, "Ezanlar" başlıklı şiirini maalesef diğer şiirlerine göre daha ağır bir dille yazmış olduğundan, bu şiirin geniş kitleler üzerindeki tesiri Yahya Kemal'in "Ezân-ı Muhammedî" şiiri gibi kuvvetli olmamıştır. Hayatının bir döneminde imanını kaybeden Servet-i Fünûn şâiri Tevfik Fikret bile, ezanı anlatan bir şiir yazmıştır. "Sabah Ezanında" (6) adını taşıyan bu şiirde Fikret, Allahü Ekber sesleri semâyı sararken bütün tabiatı ulvî bir sessizlik içinde, Allah'a ibadet ediyor görür: Allahü Ekber... Allahü Ekber... Bir samt-ı ulvî: Güyâ tabiat Hâmuş hâmuş eyler ibadet. Gizli ve görünen, aydınlık ve karanlık bütün âlemler sanki inleyen bir sükût içinde devamlı bir şekilde Yaradan'ı zikretmektedir: Allahü Ekber... Allahü Ekber... Bir samt-ı nâlân: Güyâ avalim. Pinhân u peydâ, nevvâr u muzlim; Etmekte zikr-i Hallâk'ı daim. Tabiatın kalbi âdetâ ulvî bir sükût içinde, âlemlerin rûhu inleyen bir sessizlik içinde dâima Allah'ı anmakta, derin bir ürpertiyle Yaradan'a kulluk etmektedir: Allahü Ekber... Allahü Ekber... Bir samt-ı ulvî: Kalb-i tabiat, Bir samt-ı nâlan; Rûh-ı avâlim, Etmekte zikr-i Hallâk'ı dâim, Etmekte ra'şan ra'şan ibadet. Fikret'in yukarıdaki şiirinde dikkat çekici olan şey, ibadet edenin insan değil tabiat olmasıdır. Rübâb-ı Şikeste şâiri, "insana has vasıfları tabiata izafe ederek, onu beşerî bir varlık gibi duygulu kılmıştır." (7) Yahya Kemal'in şiirinde ise ezan sesi arşa yükselip akseyleyince bütün ruhlar büyük Allah'ı görürler: Ervâh cümleten görür Allahu Ekber'i Akseyleyince arşa lisân-ı Muhammedî Yahya Kemal, bu şiirinde Tevfik Fikret gibi tabiatı değil, insanı ön plâna çıkarır. Şiire baştan sona yaşayanlar ve ölenlerle birlikte insan hâkimdir. Ölüsü ve dirisiyle bütün insanlar, "ezân-ı Muhammedî", "şân-ı Muhammedî", "rûh-ı revân-ı Muhammedî", "lisân-ı Muhammedi" ve "beyân-ı Muhammedî" karşısında mest ve sermesttir. Şair ezân-ı Muhammedî'nin güzelliği, tesiri, ulvî havası içinde bu duygularını dile getirdiği şiirini, çok sevdiği annesinin Üsküp'teki kabrine güzel bir armağan olarak sunar: Üsküp'te kabr-i mâdere olsun bu nev-gazel Bir tuhfe-i bedî ü beyân-ı Muhammedî Yahya Kemal'in "Ezân-ı Muhammedî" başlıklı bu güzel şiirini, annesinin ruhuna hediye etmesi tesadüfî değildir. Ezân-ı Muhammedî şâiri, hâtıralarında kendisinin "hem dinî, hem de millî terbiyesi üzerinde şiddetle müessir olan" kişinin annesi olduğunu ısrarla belirtir: "Lâkin benim hem dinî hem de millî terbiyem üzerinde daha şiddetle müessir olan, annemdir. Annem çok Müslüman bir kadındı. Muhammediye okur, bana Kur'an öğretirdi. Annem, Yazıcızâde'yi sabah namazlarını kıldıktan sonra okurdu. Beyaz başörtüsü ile, elindeki kitaba imanla eğilişini hâlâ görür gibiyim" (8). Böyle bir annenin çocuğu olan Yahya Kemal'in ezana karşı bakışı da milletinin inançlarına uygun olmuştur. O, ezan-ı Muhammedî'nin çocukluğunda ve daha sonraki yıllarda üzerindeki tesirini yine hâtıralarında şöyle anlatır: "O yaşlarımda ben, Üsküp minârelerinden yükselen ezan seslerini duyarak, içim bu seslerle dolarak yetişiyordum. Minârelerde ezan başladığı zaman, evimizde rûhanî bir sessizlik olurdu. Galiba Üsküp'ün sokaklarında da böyle bir rüzgar dolaşır, bütün şehri bir mâbed sükûnu kaplardı. Yalnız ezan sesleri duyulurdu. Annemin dudakları ism-i Celâl'le kımıldardı. Bin üç yüz sene evvel, Hazret-i Muhammed'in Bilâl-i Habeşî'den dinlediği ezan, asırlarca sonra bizim semâmızda hem dinî, hem millî bir musikî olmuştu. O anda semamızın mağfiret âleminden gelen ledünnî bir sesle dolduğunu hissederdim. Bu sesler beni bütün ömrümce bırakmış değildir. Müslüman çocuklarının dinî terbiyesinde ezan seslerinin büyük tesirine inanırım... Ben Paris'te iken bile, hiç münasebeti olmadığı halde, kulaklarıma Üsküp'teki ezan seslerinin bir hâtıra gibi aksedip beni bir nostalji içinde bıraktığını hissettiğim anlar olmuştur" (9). Yahya Kemal ezanla ilgili görüş ve düşüncelerini, Tevhid-i Efkâr gazetesinde yayımladığı ve daha sonra Aziz İstanbul adlı eserinde kitaplaşan, "Ezansız Semtler" başlıklı makalesinde de ayrıntılı bir şekilde ortaya koyar. O, Türk çocuklarının millî ve dinî terbiyesinde "ezan ve Kur'an seslerinin tılsımlı tesirine" inanır (10). "Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derece nasib alabiliyorlar mı? O semtler ki minâreler görülmez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve kandil günleri hissedilemez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler? İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rüyasıdır ki bizi henüz bir millet halinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur'an'ın sesini işittiler, bir raf üzerinde duran Kitabullâh'ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbir'i dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler. Türk oldular. Bugünün çocukları büyük bir ekseriyetle yine Müslüman semtlerde doğuyorlar, büyüyorlar, eskisi kadar derin bir tahassüs ile değilse bile yine Müslümanlığı hissediyorlar. Fakat fazla medenileşen üst tabakanın çocukları, ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken Türk çocuklarının en güzel rüyasını göremiyorlar. Bu çocukların sütü çok temiz, hilkatleri çok metin olmalı ki ileride alafranga hayat Türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağlı kalabilsinler, yoksa ne muhit, ne yeni yaşayış, ne semt, hiçbir şey bu yavrulara Türklüğü hissettiremez"(11). Yahya Kemal, daha sonra atalarımızın İstanbul'da Türk ve Müslüman olmayanların yani Avrupalıların oturduğu semtleri nasıl millîleştirdiğini derin bir nostalji içinde şöyle anlatır: "Ah büyük cedlerimiz! Onlar da Galata, Beyoğlu gibi frenk semtlerine yerleşirlerdi, fakat yerleştikleri mahallede Müslümanlığın nûru belirir, beş vakitte ezan işitilir, asmalı minâre, gölgeli mescid peydâ olur; sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır; hasılı o toprağın o köşesi imana gelirdi... Cedlerimiz, frenk mahallelerinin toprağına böyle nüfûz ederlerdi." (12) Yahya Kemal'in yukarıdaki şiiri, hâtırâları ve makalelerinden açıkça anlaşılmakta, görülmektedir ki, ezan sadece Müslümanları namaza davet eden bir ses, bir çağrı değildir. Ona ve Türk milletine göre ezan: 1. Dinî ve millî bir mûsikîmizdir. 2. İnsanların millî ve dinî terbiyesinde, kendilerini Müslüman olarak hissetmelerinde önemli bir tesiri hâizdir. 3. Ezan sesi, insana dünyanın fâniliğini, her şeyin gelip geçiciliğini ihtar eden, onu boş ve âdi hırslardan arındıran ilahî bir ikazdır. 4. Ezanın insan üzerinde, onu bu fâni âlemden alıp, ledünnî bir âleme götüren mânevî bir etkisi vardır. 5. Ezan sesleri insana, Yaradan'ın affediciliğini hatırlatır. 6. Ezanın insana en büyük olanın Allah olduğunu hatırlatan, insanı kibir, gurur ve enaniyetten uzaklaştıran önemli bir rolü söz konusudur. 7. Ezan, bizim toplumumuzda tarih boyunca insanımız tarafından kendi değerlerine, kültürüne uygun bir ortamda yaşadığının bir ifadesi, bir delili olarak görünmüş, ona; "Ben kendi memleketimdeyim, kendi değerlerime saygı gösterilen bir ortamda yaşıyorum." duygusunu vermiştir. 8. Ezan, insanımız tarafından yüzyıllarca, mânevî bir inşirahın, ferahlamanın, huzurun kapılarını aralayan îlâhî bir çağrı olarak algılanmıştır. 9. Yeni nesillerin millî ve dinî terbiyesinde ezan seslerinin psikolojik büyük bir tesiri vardır. Yeni yetişen nesiller, müslümanlığın çocukluk rüyasını onunla görürler. İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu müslüman rüyasıdır ki, bizi bir millet halinde tutar. Bizi biz yapar, bizi Türk yapar. Dağılmaktan, parçalanmaktan, millî bütünlüğümüzü kaybetmekten kurtarır. Türkiye'de, Türk toplumu ve Türk kültürü üzerinde böylesine derin tesirleri olan ilâhî bir çağrının önemini, bugün bile anlayamayan, kavrayamayan bazı aydınların olması, yüzyıllardır devam eden Batılılaşma mâcerâsı içinde, onların içinde yaşadıkları toplumun kültürüne ve değerlerine ne kadar yabancı kaldıklarının hüzün verici bir göstergesidir. Kaynaklar 1. Yahya Kemal Beyatlı, Eski Şiirin Rüzgarıyla, 2. Baskı, İstanbul, 1974, ss. 43-44. 2. Bu konuda geniş bilgi için bk. Ömer Faruk Akün, "Osmanlı Tarihi Karşısında Yahya Kemal'in Şiiri", Ölümünün Yirmibeşinci Yılında Yahya Kemal Beyatlı, Ankara, 1983, ss. 63-80. Rıza Bağcı, "Yahya Kemal'in Şiirlerinde Türk Tarih ve Medeniyeti", Bizim Edebiyatımız, İzmir, 1997, ss. 135-142 3. Yahya Kemal Beyatlı, İleri, Nr. 1453, 8 Kanunisâni 1338/1922. 4. Mehmet Akif Ersoy, Safahat Orijinal Metin-Sadeleştirilmiş Metin- Notlar, C.1 (Hazırlayanlar: Ömer Faruk Huyugüzel, Rıza Bağcı, Fazıl Gökçek), İstanbul, 1994, ss. 200-205 5. Zeynep Kerman, "Üç Ezan Şiiri", Yeni Türk Edebiyatı İncelemeleri, Ankara, 1998, s. 170. 6. Tevfik Fikret, Rübâb-ı Şikeste ve Diğer Eserleri, (Tertip ve telif eden Fahri Uzun) İstanbul, 1973, s. 358 7. Kerman, "Üç Ezan Şiiri", Yeni Türk Edebiyatı İncelemeleri, s.169 8. Nihat Sami Banarlı, Nihat Sami Banarlı'nın Kaleminden Yahya Kemal, Bir Dağdan Bir Dağa, İstanbul, 1984, s.17. 9. y.a.g.e. ss. 17-18. 10. y.a.g.e.s. 18. 11. Yahya Kemal Beyatlı, "Ezansız Semtler", Aziz İstanbul, 3. Baskı, İstanbul, 1974. ss. 121-122. 12. y.a.g.e.s.122. |
12 Ağustos 2009 Çarşamba
3 rumeli şairi ve 3 ezan şiiri emri bülendsin ..olanı en enteresanı ezanı bir davet değil bir emir olarak görmesi ise hepten ilk ve orijinal bir tesbi
4 Şubat 2009 Çarşamba
Yahya Kemal
adde Madde Yahya Kemal | | Yazdır | |
Kürşad OĞUZ Henüz ortaokula başlamadan bir yaz Ahmet Kabaklı'nın üç ciltlik Türk Edebiyatı Ansiklopedisi'ne vermiştim kendimi. Sayfa sayfa okurken Yahya Kemal'de uzun süre takılıp kaldığımı hatırlıyorum. “Sessiz Gemi”den, “Rindlerin Akşamı”na tekrar tekrar şiirlerini okumuş,ondaki ölüm, deniz gibi imgeleri yerli yerine oturtmaya çalışmıştım. Türk milletinin yüzde 90'ının arasına katılıp şairliğe yeltenmeme yol açan da bizzat kendisidir.
Onun hakkında yazdığım ilk kitap, yani Eve Dönen Adam (1985) bugün tam yirmi bir yaşında. Acemiliklerle dolu olmasına rağmen şaşırtıcı bir ilgiyle karşılanan ve hâlâ çok okunan bu kitap, beni Yahya Kemal hakkında en çok fikri sorulan yazarlardan biri yaptı. Bozgunda Fetih Rüyası (2001) adlı biyografik romanla zirveye çıkan dostluğun başka bir sonucu da şudur: Eksiksiz bir Yahya Kemal kütüphanesi ve değerlendirilmeyi bekleyen notlarla, kupürlerle, fotokopilerle dolu kalın dosyalar. Büyük bir yayınevinden aldığım, Yahya Kemal'in A'dan Z'ye anlatıldığı ansiklopedik bir biyografi yazma teklifini, bu zengin malzemeyi değerlendirme fırsatı gördüğüm için kabul etmiştim. Elinizdeki kitap böyle doğdu” diye anlatıyor Beşir Ayvazoğlu bu ansiklopediyi. Peki ölümünün üzerinden 48 yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlâ Yahya Kemal isminin sık sık zikredilmesinin asıl nedeni ne? Ayvazoğlu'na göre bugün sözgelişi Cenab Şehabettin'i, Ahmet Haşim'i vb. değil de Yahya Kemal'i tartışıyorsak, bu, onun yaklaşık iki yüz yıldır yaşadığımız kimlik krizi hakkında doğru sorular sormuş, daha da önemlisi, bu sorulara doğru cevaplar vererek son derece kritik bir dönemde önemli bir misyonu üstlenmiş olmasındandır: “Yahya Kemal'in belki de hiç istemeden yüklendiği bu misyon, yani Osmanlı tarihi ve kültürüyle Cumhuriyet arasında köprüler kurma misyonu, onu kültürel muhafazakârların adeta bir idolü haline getirmiştir.” GOURMET Mİ, GOURMAND MI? Bu ansiklopedide Yahya Kemal'in hayatına girmiş kişiler (akrabaları, dostları, düşmanları, sevgilileri, sevdiği ve etkilendiği şairler, yazarlar); yaşadığı ve eserlerinde herhangi bir şekilde zikrettiği şehirler, mekânlar; yazdığı gazeteler ve dergiler, kavramlar; alışkanlıkları, zaafları; onun etrafında yaşanan tartışmalar; kavgalar vb., alfabetik sırayla ve ayrıntılı şekilde anlatılıyor. Ansiklopedi, Yahya Kemal'in eserlerinin arka planı son derece zengin olduğu için, Türk kültürünü Yahya Kemal'in penceresinden yansıtma işlevi de görüyor. “Bu kitaptaki maddelerin kuru birer ansiklopedi maddesi olarak yazılmadığını özellikle belirtmek isterim. Her madde, yazarının Yahya Kemal'le yukarıda sözü edilen 30 küsur yıllık dostluğunun sıcaklığını taşır. Ancak bu dostluk, kitaba asla taraftarlık olarak yansıtılmamış, yani şair, kusursuz bir put olarak değil, bütün zaafları ve meziyetleriyle yaşayan bir insan olarak ele alınmıştır” diyor Ayvazoğlu. Yahya Kemal hakkında üç beş satır okuyanların bile bilebileceği bir şey, onun sofradaki “yakışıksız” tavırları hakkındaki söylentilerdir. Ayvazoğlu'nun bir önceki paragraftaki açıklamasını okuyunca gözlerim hemen “Sofra” maddesini aradı ansiklopedide. Var. Sofra: “Yahya Kemal'in sofra zevkleri hakkında anlatılanlar, onun bir gourmet (şikemperver) değil, gourmand (obur) olduğu izlenimi uyandırmaktadır. Özellikle muhalifleri ve zamanla arasının açıldığı dostları, Yahya Kemal hakkında olumsuz bir imaj yaratmak için sofrada sergilediği hoyratlıkları abartarak nakletmişlerdir. Onunla sonuna kadar dost kalanların bunlardan söz etmemiş olmaları da şairin imajını bozmama kaygısına bağlanabilir… Hayatı bekâr evlerinde ve otel odalarında geçen Yahya Kemal'in tertemiz ev sofralarını ve ev yemeklerini özlediği, bunun için nazının geçtiği dostlarının evlerine teklifsiz bir şekilde girip çıktığı, hatta özlediği yemekleri önceden ısmarladığı da biliniyor. Nihat Reşat Belger, “Bize gelmeden evvel telefon eder, istediği yemekleri söylerdi. Sohbetlerimiz yemeğimizi yiyip kahvemizi içtikten sonra başlardı. Bilhassa koyun rostosunu çok severdi” diyor. Yahya Kemal'in manzum lâtifeleri arasında yiyecekler için yazdıkları da vardır. Said Nazif Ozankan, babası Süleyman Nazif'in Nişantaşı'ndaki evinde Yahya Kemal'in sofra sohbetlerine şahit olmuştur. Bir seferinde Diyarbekir usulü mercimek çorbası pişirilir. Bu çorbayı çok beğenen Yahya Kemal, memnuniyetini ifade etmek için: Mercümek çorbası gelsin küçük ekmeklerle mısraını söyler. Başka bir gün çok beğendiği bir baklava için şu beyitleri söylemiştir: İrfânına âferin Tokatlı, Bir kubbeli şâheser bu tatlı! Cennette de böyle tatlı olmaz Bir baklava elli katlı olmaz! KÖMÜR GÖZLÜ GÜZEL Ansiklopedide başka yerde rastlayamayacağınız Yahya Kemal veya onun hayatına girmiş kişilerin fotoğrafları da var. Bunlardan biri de Elena adlı Endülüslü bir rakkasenin Yahya Kemal'e 1930 yılında imzaladığı fotoğrafı. Ayvazoğlu, “Belki de Endülüs'te Raks şiirini ilham eden bu kömür gözlüdür” diyor. Yazımızı, Endülüs'le bağlayıp ansiklopedideki diğer bazı maddeleri vererek bitirelim… Endülüs: Yahya Kemal, Cevat Bey'e yazdığı bir mektupta, “kendi başına bir kıt'a” olan Endülüs'e gittiğini, Kurtuba, Sevilla ve Gırnata'yı gördüğünü ifade ettikten sonra “muazzam” diye nitelendirdiği Kurtuba Camii ile Gırnata'daki Elhamra Sarayı'nda İspanyollar'ın yaptığı tahribattan üzüntüyle söz ediyor. Sevilla'da da en çok İspanyol raksını görmek istediğini belirtiyor. Kandil ve Mahya: Yahya Kemal'e göre, mahyalar ve minare şerefelerinde yakılan kandiller, “Türk İstanbul”un ve Türk tarzı Müslümanlığın en güzel ifadelerinden biridir. Doğumu: Şehsüvarzâde Dilâver Bey'in Âdile Hanım'dan olma kızı Nakiye Hanım, İshakiye mahallesindeki konağın cepheye doğru sağ tarafındaki arka odasında bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Tarih miladî takvime göre 2 Aralık 1884'tü; o gün çok kar yağdığı için şehir kalın bir kar tabakasıyla örtülüydü. Deniz: Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal'in Türk edebiyatında “biricik deniz şairi” olduğunu, başka hiçbir şairin bu “bin başlı ejder”i onun kadar anlayamadığını söyler. Üç önemli şiirinin (Açık Deniz, Deniz ve Deniz Türküsü) adlarında da yer alan deniz, Yahya Kemal'in şiirlerinde sadece kendisi olarak hiç karşımıza çıkmaz; hemen her zaman ruhun ve sonsuzluğun metaforudur. Sevdiği Oyunlar: Yahya Kemal'in tavla oynamayı sevdiği, özellikle elçilik göreviyle Avrupa'da bulunduğu yıllarda da golf oynadığı bilinmektedir. Sermet Sami Uysal, sohbetlerinden birinde, “Bir zamanlar sizin Avrupa'nın en iyi polo oyuncusu olduğunuzu bir meslektaş söyledi” deyince, “Hayır böyle bir şey yok” diye karşılık vermiştir, “polo zenginlere has bir oyundur, atın olacak, şuyun olacak, buyun olacak… Ben sadece golfe meraklı idim. Ve bir takım golf elbisesi alıncaya kadar canım çıkmıştı.” |
Blog Listem
-
Türk ve Yunan Edebiyatında Mübadele - Benzerlikler ve Farklar - http://www.herkulmillas.com/index.php?option=com_content&view=article&id=186%3Atuerk-ve-yunan-edebiyatnda-muebadele-benzerlikler-ve-farklar-&catid=63%3Aki...2 yıl önce