Başkentlik Yapmış Şehirler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Başkentlik Yapmış Şehirler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Nisan 2009 Salı

Tarihte TÜRK Devletlerine Başkentlik Yapmış Şehirler 3(Bursa - Osmanlı İmparatorluğu)

Tarihte TÜRK Devletlerine Başkentlik Yapmış Şehirler 3(Bursa - Osmanlı İmparatorluğu)




Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey, İznik’i kontrol altına aldıktan sonra, 1302 yılında Koyunhisar’da Bizans kuvvetlerini büyük bir yenilgiye uğrattı. 1308 yılında Sakarya Vadisi’nin kuzeyindeki önemli yerleri ele geçiren Osman Bey, İznik ila İzmit arasındaki kara yolunu kontrol altına aldı. Harmankaya Tekfuru Köse Mihal, 1313 yılında Müslüman oldu ve Türk kuvvetlerine güç kattı. Bunun ardından 1315 yılında Türkler; Lefke, Akhisar ve Geyve beyliklerini Osmanlı Devleti’ne bağladılar. Bu tarihte Bursa kenti, Türkler tarafından kuşatıldı. Mudanya’nın 1321 yılında fethedilmesi ile Bursa’nın kuşatılma sürecinde de sona gelindi. Şehzade Orhan Bey komutasındaki Türk Ordusu, 1326 yılında Bursa’yı fethetti. Bursa’nın fethi ile birlikte Osmanlı Devleti başkentini Söğüt’ten, bu kente taşıdı. Osmanlı Devleti’nin kurucusu, büyük devlet adamı ve siyasi deha Osman Bey’in 1326 yılında ölümü ile yerine oğlu Orhan Bey geçti.

Orhan Bey, Bursa’nın fethinden sonra, 1329 yılında Bizanslıları büyük bir yenilgiye uğrattı. 1331 yılında da İznik, Türkler tarafından fethedildi. Daha sonra 1333 yılında Gemlik ve 1337 yılında da İzmit fethedildi. Böylece Kocaeli Yarımadası’nın tamamı, Osmanlı Devleti’nin egemenliğine girdi.

1326 yılında Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Bursa; tarihi şahsiyetleri, doğal güzellikleri, tarihi abideleri ve binlerce yıldır bilinen şifalı kaplıcaları ile dünyaca meşhur bir Türk başkentidir.

Türkiye’nin Marmara Bölgesi’nin güneyinde yer alan Bursa; Bilecik, Balıkesir, Kütahya, Kocaeli, İstanbul illeri ve Marmara Denizi ile çevrilidir. Marmara Bölgesini, Ege ve İç Anadolu’ya bağlayan bir kavşak noktasında olan Bursa, Bitinya Kralı İkinci Prusias tarafından kurulmuştur.Kurucusuna izafetle kente “Prusias” dendiği tarihi kaynaklarda yer almaktadır. Zamanla bu isim “Brousse” , daha sonra da “Brus” olarak telaffuz edilmiştir. Türklerin şehri fethetmesiyle birlikte de “Bursa” adını alan kent, fethedildiği 6 Nisan 1326 tarihinden, Osmanlı Devleti’nin Padişahı Birinci Murat Hüdavendigar’ın Edirne’yi başkent yaptığı 1365 tarihine kadar bu özelliğini korumuştur. Ancak, bu tarihten sonra da Bursa, tahta çıkmalar, cenaze törenleri ve diğer önemli törenlerle, sembolik başkent olma özelliğini sürdürmüştür. 1841 yılından itibaren de Anadolu Beylerbeyi Bursa’da oturmuş ve burası merkez olmak üzere bölgeyi yönetmiştir. Birinci Dünya Savaşı’na kadar sürekli gelişen Bursa, İngilizlerin desteğiyle Yunan işgaline uğradı. 26 Ağustos 1922 tarihindeki Büyük Taarruzla Türklere karşı kesin olarak yenilgiye uğrayan Yunan Ordusu, 11 Eylül 1922 tarihinde Bursa’dan çıkarıldı. Bursa’ya büyük tahribatlar veren Yunanlıların kentten çıkarılmasından sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Bursa ihtişamlı günlerine yeniden kavuştu.




Bursa kenti baştan başa tarih kokan zengin bir medeniyetin başkentidir. Türkiye’de, İstanbul’dan sonra tarihi eser bakımından en zengin şehir; Bursa’dır. Bursa, Osmanlı Türklerinin Selçuklu devri sanat ve mimarisine yeni bir şekil, yeni bir bakış kazandırdıkları “Bursa Okulu” tarzı mimarinin bol olduğu bir başkenttir.Türklerin, Bursa’daki eserleri göz önüne getirildiğinde; çinicilik, ağaç oymacılığı ve duvarlardaki nakışçılıkta çok ileri bir sanata ulaştıkları görülmektedir

Cennet Bursa veya Yeşil Bursa diye de anılan kentteki tarihi eserlere bakacak olursak:Osmanlı Devleti Sultanlarından Orhan Bey zamanında yapılan eserler; Orhan Camisi, Alaaddin Camisi, Ahi Hasan Mescidi’dir. Osmanlı Devleti Sultanlarından Birinci Murat Hüdavendigar zamanında yapılan eserler; Hüdavendigar Camisi, Şehadet Camisi,Kadızade-i Rumi tarafından yaptırılan Kavaklı Mahallesindeki Cami, Koca Naib Camisi, Hayrettin Paşa Camisi, İzzeddin Camisi ve Kara Ali Camisi’dir. Osmanlı Devleti Sultanlarından Yıldırım Beyazıt zamanında yapılan eserler; Yıldırım Camisi, Ali Paşa Camisi, Demirtaş Camisi, Ertuğrul Camisi, Gazi Timurtaş Mescidi, Molla Fenari Camisi, Somuncu Baba Camisi ve Fırını ile meşhur Ulu Cami’dir. Osmanlı Devleti Sultanlarından Çelebi Sultan Mehmet zamanında yapılan eserler; Şaheser Cami ismiyle de anılan, meşhur İznik çinileriyle süslü, mimarı Hacı İvaz Ağa olan ünlü Yeşil Cami, Selçuk Hatun Camisi ile Bedrettin Camisi’dir. Osmanlı Devleti Sultanlarından İkinci Murat zamanında yapılan eserler; Muradiye Camisi, Abdal Camisi ve Zeyniler Camisi’dir. Osmanlı Devleti Sultanlarından Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılan eserler; Zeyniler Camisi’nin yakınındaki çeşme, Akbıyık, Veli Şemseddin Camileri başta olmak üzere 19 camidir. Osmanlı Devleti Sultanlarından İkinci Beyazıt zamanında yapılan eserler; Molla Arap Koca Hanı Mescidi, Emir Sultan Camisi, Üftade Camisi ve İsmail Hakkı Tekkesi’dir.

Bu cami ve külliyelerin yanı sıra görülmeye değer yüzlerce tarihi eser daha vardır. Osman Gazi Türbesi, Orhan Gazi Türbesi başta olmak üzere Padişah türbeleri; Lala Şahin Medresesi, Hüdavendigar Medresesi başta olmak üzere medreseler; Orta Köy ve Issız Kervansarayları; Kaza Hanı, Pirinç Hanı, İpek Hanı başta olmak üzere hanlar ve Kapalı Çarşı ile Bedesten Çarşısı, Bursa’nın görülmeye değer diğer şaheserleridir.

Ayrıca, çok yaşlı çınarlar, Bursa Kalesi, tarihi yollar ve köprüler,imaretler, başta Işıklar Askeri Lisesi binası olmak üzere tarihi okul binaları, Arkeoloji Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi ile Atatürk ve Kültür Müzesi görülmeye değer zenginliklerdir.

Bursa; anlatılmakla bitmeyecek tarihi, kültürel ve doğal güzellikleri ile dünyadaki sayılı şehirlerden ve özgün tarihi başkentlerden biridir.

Yeşil Bursa, tarihi şahsiyetleri ile de dikkat çeken bir kenttir. Karacabey, Geyikli Baba, Bursalı Mehmet Tahir, Eşrefoğlu Rumi, Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Hacı İvaz Paşa, İsmail Hakkı Bursevi, Üftade Mehmet Muhyiddin, Vani Mehmet Efendi ve İstanbul’un fethinde surlara Türk bayrağını diken Ulubatlı Hasan, yüzlerce ünlü Bursa’lı kahraman, şair, düşünür ve bilim adamlarından sadece birkaçıdır.

KAYNAKÇA
  1. Yılmaz ÖZTUNA, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul, 1979
  2. İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihi, Ankara, 1988
  3. Ali SEVİM- Yaşar YÜCEL, Türkiye Tarihi, Ankara- 1990
  4. Ali GÜLER- Suat AKGÜL, Türklük Bilgisi, Ankara, 2001
  5. Ali SEVİM, Anadolunun Fethi, Ankara, 1988
  6. Yeni Rehber Ansiklopedisi,4. Cilt, İstanbul
  7. Ekmeleddin İHSANOĞLU, Modern Türkiye ve Osmanlı Mirası,(Derleyen: Hidayet Yavuz Nuhoğlu,Osmanlı Dünyasında Bilim ve Eğitim, Milletlerarası Kongre-Tebliğler, IRCICA) İstanbul, 2001
  8. Berke İNEL, Osmanlı İmparatorluğunda Kültürel ve Eğitimsel Yaşamda Güzel Sanatların Yeri, Modernleşme Süresinde Batının Etkisi, (Derleyen: Hidayet Yavuz Nuhoğlu,Osmanlı Dünyasında Bilim ve Eğitim, Milletlerarası Kongre-Tebliğler, IRCICA) İstanbul, 2001

arihte TÜRK Devletlerine Başkentlik Yapmış Şehirler 4 (Diyarbakır - Artuklular)

arihte TÜRK Devletlerine Başkentlik Yapmış Şehirler 4 (Diyarbakır - Artuklular)




Tarih Boyunca Türk Başkentleri arasında yer alan Diyarbakır ve Hasankeyf, Artuklular Devleti’ne başkentlik yapmıştır. Tarih içinde bir Türk şehri özelliği kazanan Diyarbakır, bugün de Türkiye Cumhuriyeti devletinin önemli bir şehridir.

Artuklular Devleti, Anadolu’nun 1071 yılında Türkler tarafından fethinde büyük hizmetleri geçen Oğuz Türkleri’nin Döğer boyundan Artuk Bey’in çocukları tarafından kurulmuştur. Doğu Anadolu’da Hısnı Keyfa diğer adıyla Hasankeyf ve Amid diğer adıyla Diyarbakır; Mardin ve Meyyafarikin diğer adıyla Silvan ile Harput’ta üç kol halinde hüküm süren bir Türkmen hanedanlığı olan Artuklular’ın kurucusu Artuk bin Eksük Bey’dir.

Artuk Bey, Sultan Alparslan’ın hizmetinde bulunmuş ve 1071 yılında Malazgirt Savaşı’na katılmıştır. Hısnıkeyfa Artuklular’ının başkenti önce Hasankeyf iken, sonra başkent Diyarbakır’a taşınmıştır. Anadolu’nun Türkleşmesinde önemli hizmetleri olan Artuk Bey, önce Bahreyn Seferi’ne çıkmış ve daha sonra Filistin’i hakimiyeti altına almıştır. Kudüs’ün hakimiyetini de eline alan Artuk Bey, 1091 yılında ölmüştür. Artuk Bey’in ölümünden sonra oğullarından Muinüddin Sökmen, Hısnıkeyfa yani Hasankeyf’te hanedanın birinci kolunu 1102 yılında kurdu. Bu esnada Haçlılar, Urfa, Antakya, Trablus ve Kudüs gibi kentleri ele geçirmiş, Mardin ve Harran bölgelerine de saldırılarda bulunuyorlardı. Hısnıkeyfa Artuklular’ının kurucusu Sökmen Bey, Urfa Haçlı Kontu Joscelin ile Kudüs Kralı Baudouin kumandasındaki Haçlı ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Sökmen Bey, 1104 yılında yolda öldü.




Sökmen Bey’den sonra yerine oğlu İbrahim Bey geçmiş, ancak çok iyi bir yönetim gösteremeyerek, Mardin’de hakimiyetini kuran amcası İlgazi’ye tabi olmuştur. Daha sonra Davut ve Kara Arslan dönemlerinde Anadolu Selçukluları’na tabi olan Artuklular, Nureddin Muhammed devrinde Eyyubi Devleti’nin egemenliğine girmişlerdir. 1231 yılında Hasankeyf ve Diyarbakır üzerine sefere çıkan Eyyubi Hükümdarı Melik Kamil, Artuklular’ın bu koluna son vermiştir. Hısnıkeyfa ve Amid Artukluları, kurucusundan dolayı Sökmenliler diye de anılır.

Hısnıkeyfa Artukluları’na başkentlik yapan Hasankeyf, Batman il merkezine 37 kilometre uzaklıkta tarihi bir yerleşim birimidir. Kuzeyinde uzanan Raman sıra dağları ile güneyindeki dağlar arasındaki vadi içerisinde akan Dicle nehri kenarında yer alan Hasankeyf, Dicle Nehri’nin ihtişamıyla, tarih fışkıran bir yerleşim yeridir.

Hasankeyf, Müslümanlar tarafından, fethedilmek için birçok kez kuşatılmıştır. İslam Peygamberi Hazreti Muhammed’in akrabası Cafer’i Tayyar’ın oğlu imam Abdullah ile ünlü komutan Varkenna, Hasankeyf kuşatması sırasında Hicri 651 yılında şehit düşmüşlerdir. Mezarları Hasankeyf’tedir. Hasankeyf İslam hakimiyetine girdikten sonra sırasıyla; Abbasilerin, Hamdanilerin, Mervanilerin eline geçmiştir. Türkler tarafından Hasankeyf’in fethi 1071 Malazgirt Meydan Muhaberesinden sonra olmuştur. Hasankeyf önce Artukoğullarına, sonra onların Amid yani diğer adıyla Diyarbakır’ı fethetmeleri üzerine her iki ülkeye 130 sene başkentlik yapmıştır. Bu Türk devleti, 1231 yılına kadar şehri imar etmiştir. O devirden kalan; Dicle köprüsü, büyük ve küçük saray, kale kapıları ayakta kalan yapılardır. Artuklular’ın burada para bastıkları, ele geçen sikkelerden anlaşılmaktadır.

Bugün Hasankeyf’te ayakta olan pek çok yapı Artuklular devrine aittir. Sultan Süleyman Cami, Kale diğer adıyla Ulu Cami, Koç Cami, El-Rızk Cami, İmam Abdullah Zaviyesi, Kızlar Cami bu devre ait yapılardır.

1461 ila 1482 yılları arasında Akkoyunlu hakimiyetine giren Hasankeyf’te bulunan Zeynel Bey Türbesi, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey’e aittir.

Hasankeyf, 1516 yılından itibaren ebedi olarak Osmanlı Devleti kanalı ile Türklerin hakimiyetine girmiştir. Türkler, kenti kısmen harap olmuş ve eski önemini kaybetmiş halde bulmuşlardır.





Tarih boyunca Amida, Amid, Kara-Amid, Diyar-Bekr, Diyarbekir, Diyarbakır adlarını alan kent Güneydoğu Anadolu bölgesinin orta bölümünde, Elcezire denilen, Mezopotamya'nın kuzey kısmındadır. Milattan Önce 3. Binde kente Hurri-Mitaniler'in egemen olmuşlar ve daha sonra Milattan Önce 1260'a dek egemenliklerini sürdürmüşlerdir. Hurri-Mitaniler'den sonra sırasıyla Asurlular, Aramiler, Urartular, İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Selevkoslar, Partlar, Büyük Tigran İdaresi, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Hamdaniler, Mervaniler, Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyübiler, Moğollar, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar Diyarbakır'a egemen olmuşlardır. Bu uygarlıklar içerisinde, Diyarbakır'da en fazla tarihi eser bırakanlar; Abbasiler, Mervaniler, Selçuklular, Artuklular ve Osmanlılar olmuştur. Diyarbakır sadece Roma-Bizans değil aynı zamanda Müslüman, Pers, Arap ve Türk devletlerinin zengin tarihi ve kültürel değerlerini taşıyan ortak bir kültür mirası olarak günümüze kadar gelmiştir. Özellikle surlarda birçok medeniyetlerin izlerini kitabe, süsleme, figür, kapı veya görkemli burç şeklinde en canlı şekilde görebilmekteyiz.

Diyarbakır’ın tarihi ve turistik yerlerine kısaca göz atacak olursak, şunları görmekteyiz: Tarihi Diyarbakır Kalesi’nin yanı sıra, başlıca Türk-İslam eserleri; Ulu Cami, Kale Cami diğer adıyla Hazreti Süleyman-Nasıriye Camii, Melik Ahmet Paşa Cami, İskender Paşa Cami , Hüsrev Paşa Cami, Nebi Cami, Fatih Paşa Cami, Hoca Ahmet Cami, Ali Paşa Cami, Behram Paşa Cami, Nasuh Paşa Cami, İsmail Paşa Cami, İbni Sina Cami, Safa Cami ve Lala Bey Camii’dir. Ayrıca medrese olarak; Mesudiye Medresesi ve Zinciriye diğer adıyla Sincariye Medresesi’ni görmekteyiz.

Diğer tarihi eserler ise; Dicle Köprüsü diğer adıyla On Gözlü Köprü, Devegeçiti Köprüsü, Malabadi Köprüsü, Deliller diğer adıyla Hüsrev Paşa Hanı ve Hasan Paşa Hanı’dır.

Türkiye’nin güzide şehirlerinden ve tarihi Türk başkenti olan Diyarbakır; Arkeoloji Müzesi, Kültür Müzesi diğer adıyla Cahit Sıtkı Tarancı Evi, Ziya Gökalp Müzesi, İçkale Müzesi, Virantepe ve Artuklu Sarayı, Artuklu Kemeri, Aslanlı Çeşme ile tarihi ve turistik bir bölge olarak dikkatleri çekmektedir.

Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Diyarbekir’e 1937 yılında yaptığı bir konuşmayla Diyarbakır adını veren Ulu Önder Atatürk’ün 1917 yılında II. Ordu Komutanı iken karargah olarak kullandığı bina, 1973 yılında düzenlenip Atatürk Müze ve Kütüphanesi olarak hizmete açılmıştır. Diyarbakır, bu müze ve tarihi eserleri ile Türkiye’nin gözde kentlerindendir.

Diyarbakır’da yetişen, Türk düşünce ve kültür hayatına katkılarda bulunan bazı isimleri ise şöyle sayabiliriz: Ahmed Mürşidi, Ali Emiri, Amidî diğer adıyla Ebu’l Kasım, Ebu’l Hasan Seyfüddin El-Amid, Hattat Hamid Aytaç, Cemili, İbrahim Gülşeni, İbn-ül Ezrak, Molla Çelebi, Müderris Ragib, Nesimi, Said Paşa, Süleyman Nazif, Ziya Gökalp, Cahit Sıtkı Tarancı, Sezai Karakoç ve Celal Güzelses’tir.

KAYNAKÇA:
  1. Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul, 2004
  2. Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 2000
  3. İbrahim Kafesoğlu, Hakkı Dursun Yıldız, Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İstanbul, 1999
  4. Ali Güler, Suat Akgül, Türklük Bilgisi, Ankara, 2001
  5. Ersin Güngördü, Türkiye’nin Turizm Coğrafyası, Ankara, 1995

Tarihte TÜRK Devletlerine Başkentlik Yapmış Şehirler 5 (Erzurum - Saltuklular)

Tarihte TÜRK Devletlerine Başkentlik Yapmış Şehirler 5 (Erzurum - Saltuklular)




Saltuklular Devleti, Selçukluların Anadolu’yu fetihleri esnasında, Malazgirt meydan savaşı sonrasında Doğu Anadolu’da 1072 yılında kurulan ilk Türk beyliğidir. Erzurum ve civarında kurulan Saltuklular Beyliğinin kurucusu; Anadolu’nun Türkleşmesine zemin hazırlayan Malazgirt zaferinin kazanılmasında önemli bir rol oynayan Emir Saltuk’tur. Sultan Alparslan’ın 1071 yılındaki Malazgirt zaferinden sonra, Bizans İmparatoru 4. Romanos Dİogenes’ in ölümüyle iki komutan arasındaki anlaşma şartları yerine getirilmemiştir. Bunun üzerine Sultan Alparslan, Anadolu’daki fetihlere devam emrini vermiştir. İşte, Emir Saltuk da bu vesileyle Erzurum ve civarını fethederek, Saltuklular Beyliğini kurmuştur. Emir Saltuk’un ölümünden sonra, yerine oğlu Emir Ali geçmiştir. Emir Ali’nin ölümünden sonra da kardeşi Ziyaüddün Gazi, Saltuklular Beyliğinin başına geçmiştir. 1131 yılında bölgeyi işgal eden Gürcüleri büyük bir bozguna uğratan Ziyaüddin Gazi’nin ölümü ile beyliğin başına, yeğeni 2. İzzeddin Saltuk geçmiştir. İzzeddin Saltuk zamanında Saltuklu Beyliği ;Tercan’dan başlayıp Tahirgediğine kadar uzanan; Erzurum, Bayburt, Avnik, Micingert, İspir, Oltu gibi yerleşim birimlerini içine alıyordu. 1168 yılında İzzet Saltuk Beyin ölümüyle yerine oğlu Nasuriddin Muhammet geçmiş ve Irak Selçuklu Sultanına tabi olmuştur. Gürcülerle yaptığı şiddetli çatışmalarda Erzurum kentini savunan Nasuriddin Muhammed’in ölümüyle beyliğin başına, 1191 yılında kız kardeşi Mama Hatun geçmiştir. Mama Hatun, Selahattin Eyyubi’nin yeğeni Takiyiddin Ömer’in Malazgirt kalesini kuşattığı ve Ahlat ülkesini ele geçirdiği zaman, askerleriyle ona yardım etmiştir. Mama Hatun’un tahttan indirilmesiyle Melikşah tahta geçmiştir. 25 Mayıs 1202’de Süleyman Şah, Erzurum önlerine gelmiş ve Melikşah’ı esir ederek, Saltuklular Devletini sona erdirmiştir.

Saltuklulara başkentlik yapmış Erzurum kenti ve çevresi Neolitik çağdan beri yerleşmelere sahne olmuştur. Bu alanda; Huriler, Asurlular, Urartular ve Romalılar yaşamışlardır. 5. Asırda Bizans imparatorlarından 2. Theodosius tarafından ilk kale inşa edilmiş ve Theodosiopolis ismiyle bir kasaba kurulmuştur. İç kaleyi çeviren surlar üzerinde Erzincan, Tebriz ve Gürcü adı verilen üç kapı vardır. Bu kasaba 11. asır ortalarında Erzurum ovasının batı ucundaki Erzen şehrinin, Selçukluların eline geçmesiyle, bu şehir halkı Theodosiopolis’e göç etmiştir. Böylece Theodosipolis’in ismi, Erzen’e dönüşmüştür. Daha sonra ise kente, Roma Erzeni anlamına gelen Erzen-El-Rom adı verilmiş ve zamanla bu isim Erzurum adına dönüşmüştür.

Saltuklular Devletinin başkenti Erzurum, diğer Anadolu kentleri gibi ekonomik ve ticari açıdan oldukça önemli bir kenttir. Erzurum, Akdeniz limanlarından ve Suriye’den yola çıkıp; Konya, Kayseri, Sivas ve Erzincan yoluyla Azerbaycan’a ,İran’a giden ve oradan da Türkistan’dan Erzurum’a gelip, aynı yoldan Akdeniz ve Trabzon limanlarına ulaşan yol güzergahında yer alıyordu. Bu tarihi ticaret yolu üzerinde bulunan Erzurum’da, ekonomik hayat oldukça canlıydı. Ayrıca, bölgede hayvancılıkta çok gelişmişti.

Saltuklu beyleri zamanında kültür, sanat ve mimari büyük bir gelişme göstermişti. Kitabelerden anlaşıldığına göre; Ziyaeddin Gazi Erzurum’da Kale camii ve tepsi minareyi inşa ettirmişti. Nasıreddin Muhammet ise Ulu Camiyi inşa ettirmiştir. Erzurum’da üç kümbetler ismiyle bilinen türbelerden biri İzzeddin Saltuk’a aittir. Bu türbenin yanında bir de zaviye vardır. Erzurum-Kars arasında ise Micingert köyünde Saltuklulara ait Micingert Kalesi vardır.




Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli kentlerinden olan Erzurum, bugün de tarihi ve kültürel önemiyle dikkat çeken bir kenttir. Çok eski bir yerleşim merkezi olan Erzurum; batıda İstanbul, güneybatıda Harput, doğuda Kars, kuzeyde Tortum veya Ardahan kapılarıyla dışarıya açılan bir kenttir. 1071 yılında Malazgirt zaferiyle Türklerin eline geçen Erzurum, Osmanlı Devletinin padişahlarından Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlı yönetim teşkilatında aynı adı taşıyan beylerbeyliğinin merkezi olan Erzurum kentinde bulunan kale birçok tahribatlara uğramış, Kanuni Sultan Süleyman, 1552’de kenti onartmıştır. 1828 yılında Erzurum, Rus işgaline uğramış ve 1853 Kırım savaşı ve daha sonraki savaşlarda da kent tahrip edilmiştir.

1828 ve 1877 yıllarındaki Rus işgallerinin neticesinde, yüz otuz bin olan Erzurum’un nüfusu on beş bine kadar düşmüştür. 1877 ile 1878 yılları arasında meydana gelen doksan üç harbi sırasında yedi ay işgal altında kalmıştır. Erzurum, Türkiye cumhuriyetinin ilk nüfus sayımında otuzbin sekizyüz nüfusa sahipti.

Köklü bir geçmişe sahip olan Erzurum’un tarihi ve turistik yerleri şunlardır: Çifte Minareli Medrese Tebriz kapı civarında 1253 yılında inşa edilmiştir. İlhanlı dönemi eseri olan Çifte Minareli Medrese, Anadolu’nun en büyük medresesidir. Minareleri ayrı renk ve desende çinilerle kaplı ve 26 metre yüksekliktedir. Çifte Minareli Medresenin ortasında 720 metrekarelik bir eyvan vardır ve bunun da çevresinde iki katlı 37 derslik bulunmaktadır.

Saltuk Emiri Alp Tuğrul tarafından 1174 yılında İçkale bitişiğinde kale içindeki mescidin minaresi gözetleme kulesi olarak kullanıldığı gibi, 1856 yılında saat konularak Saat Kulesi olarak adlandırılmıştır. 21 metre boyunda kesme taştan inşa edilmiştir.

Saltuklu Beyliği döneminde, 2200 metre karelik alanda 1179 tarihinde inşa edilen Ulu Cami ile 1310 yılında İlhanlılar döneminde, üzeri çinilerle kaplı olarak inşa edilen Yakutiye Medresesi kentin önemli tarihi eserlerindendir. Ayrıca, Mimar Sinan’ın eseri Lala Paşa camii, Selçuklulardan kalma Hatuniye Medresesi ve Erzurum’un ticaret merkezi Taşhan olarak bilinen yapılar kentin önemli tarihi mekanlarıdır.

Kentin kuzeydoğusundan Kop Dağı sırtları üzerinde, 1877 Rus işgaline karşı kahramanca çarpışan ve şehit düşen Türk Askerlerinin anısına inşa edilen Aziziye Anıtı ile 23 Temmuz 1919’da Erzurum kongresinin hatırasına inşa edilmiş Atatürk Anıtı, kentin öne çıkan anıtsal eserleridir.

Ayrıca Erzurumda bir çok cami, hamam, bedesten, kümbet ve tabyalar bulunmaktadır. Harem kale, Oltu ve İspir kaleleri diğer tarihi eserlerdir.

KAYNAKÇA

1. İbrahim Atalay, Kenan Mortan, Türkiye Bölgesel Coğrafyası, 1997.

2. Ersin Güngördü, Türkiye Turizm Coğrafyası, 1995.

3. İbrahim Kafesoğlu, Hakkı Dursun Yıldız, Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, 1999.

4. Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, 2004.

5. Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, 2000.

Tarihte TÜRK Devletlerine Başkentlik Yapmış Şehirler 1 (Abakan-Hakas Cumhuriyeti)

Tarihte TÜRK Devletlerine Başkentlik Yapmış Şehirler 1 (Abakan-Hakas Cumhuriyeti)



Hakas Türklerinin yaşadığı Hakaseli, Kuzey-Batı ve Batı’da Kemerova Bölgesi, Kuzey-Doğu ve Doğu’da Krasnoyarsk Eyaleti, Güney-Batı’da Altay Cumhuriyeti ve Güney-Doğu’da Tıva Cumhuriyeti ile komşudur.

3 Temmuz 1991 tarihinde Hakaseli, Rusya Federasyonu’na bağlı özerk bir bölge olarak Hakas Cumhuriyeti statüsüne kavuşmuştur. 25 Mayıs 1995 tarihinde ise ilk defa Hakas Cumhuriyeti Anayasası kabul edilmiştir.

Dünyadaki tüm Türklerin tarihi beşiği sayılan Altay ve Sayan dağların arasındaki vadide, Sibirya’yı güneyden kuzeye kadar geçen Yenisey nehrinin sol havzasında yaşayan Hakas Türklerinin yurdu olan Hakas Cumhuriyetinin yüzölçümü altmış bir bin dokuz yüz kilometrekaredir. Toplam nüfusu ise beş yüz seksen beş bin kişidir. Hakas Cumhuriyetinin yerlisi olan Hakas Türklerinin yüzde 70’i kırsal kesimlerde yaşamaktadır.
Yirminci yüzyılın başında, yani 1910’da Hakasların toplam nüfusun içerisindeki oranı yüzde 98 iken, Hakaseli’nde 1990’larda Hakas Türklerinin toplam nüfusun içindeki oranı yüzde 11’e yani altmış beş bine kadar düşmüştür. Dünyadaki toplam nüfusları seksen beş bin olan Hakas Türklerinin, kendi yurdu olan Hakas Cumhuriyeti’nde en yoğun olarak yaşadığı bölge ise Askız ve Taştıp bölgeleridir.

Ruslar tarafından bölgeye verilen önemin ve işgal edilişinin nedeni; Hakaseli’nin doğal zenginlikleridir. Yeraltı ve yer üstü doğal kaynaklar açısından çok zengin bir bölge olan Hakaseli’nde zengin altın, kömür, demir cevheri, molibdeniyim, volfram, kobalt, bakır, mermer ve diğer birçok maden yatakları mevcuttur.

Hakaseli’nin esas zenginliği bu toprakların asıl yerlisi olan Hakas Türklerinin özgün kültürü ve zengin tarihine ait maddi ve manevi mirasıdır. Tarihi çok zengin olan Hakaseli topraklarında eski Türk döneminde Kırgız devleti mevcuttu. Hakas ve Güney Sibirya’daki diğer Türk soylu halkların ataları olan Kırgızlar, Orta Asya’da en kadim Türk halklarındandır.

Hakaseli’nin her tarafında balbal, kurgan, yazıt, kaya resimleri ve tapınaklar gibi yerlere rastlamak mümkündür.

Tarihsel anıtların çokluğu ve yoğunluğu sayesinde ise Hakaseli bilim dünyasında Sibirya’daki en önemli yerdir. Nitekim Hakaseli’nde bilinen tarihsel arkeolojik anıtların sayısı otuz binden fazladır.

Çin tarihsel yıllıklarına göre bölgeye milattan önce 201 yılında gelen Hunlar ile birlikte giren Kırgızlar, buradaki İskit kökenli dinlinler ile karışmış ve daha sonra Gyangun-Go veya diğer adıyla Kırgız Devletini kurmuşlardır.

Hakas adı da Kırgız kelimesinin Çince okunuşu olan Hyagaz’dan alınmıştır. 1918 tarihinden itibaren tüm resmi belgelerde halkın ismi olarak, bu ad kullanılmaya başlanmıştır. Daha önce ise Abakan Türkleri, Minusinsk Tatarları, Yenisey Kırgızları olarak bilinen Hakas Türklerinin gerçek adı Kırgız’dır.

Medeniyetin en belirgin göstergelerinden biri olarak kabul edilen eski Türk yazı sistemine sahip olan Kırgız Türkleri, bölgede kendi dönemlerinde dokuz ila on üçüncü yüzyıllar arası en güçlü siyasi oluşumlardan biri olduğundan; tarihçiler arasında bu dönem “Kırgız Üstünlüğü Dönemi” olarak nitelenmektedir.

Güney Sibirya’da milattan önce birinci binyılın sonunda kurulan Yenisey Kırgızlarının devletine ilişkin bilgilere; eski Türk bilginlerinden 1141 ila 1203 yılları arasında yaşayan Nizami Gencevi’nın yazdığı meşhur “İskender Name” adlı eserinde rastlanılmaktadır.

17. yüzyılın başlarında bölgeye gelen işgalci güçlere karşı öz yurdunu ve bağımsızlığını savunan Kırgız Türkleri; silah bakımından ve sayıca Ruslardan bir hayli eksik olmalarına rağmen, vatanlarını Ruslara karşı yaklaşık olarak 150 yıl boyunca yiğitçe savunmuşlardır. Ancak, sonuçta bu savaşın ve daha sonraki tarihsel sürecin içerisinde yıpranan Kırgız yani Hakas Türkleri, mağlup olarak yurtları işgal edilmiştir. Bundan sonra da tarihsel öneme haiz sayısız kurganlar dışarıdan gelen Rus soyguncular tarafından talan edilmiştir.

Günümüzde ise Hakaseli, Rusya Federasyonuna bağlı, yönetim biçimi cumhuriyet olan federe bir devlettir. Kendi anayasa ve devlet armasına sahip olan Hakaseli, Rusya Federasyonu ile yapmış olduğu anlaşma gereğince kendi yetki alanına verilmiş konularda federal mevzuatı ihlal etmemek koşuluyla, bağımsız olarak hareket edebilmektedir.

Hakas Cumhuriyeti’nin başkenti Abakan’dır. Hakas Türkçesinde Ağban, Abağan, Abığan olarak söylenen Abakan sözcüğü; “Ayı kanı” anlamına gelmektedir. Tanınmış Rus bilim adamı Titov’a göre; eskiden Alairt yani Ala Ört adını taşıyan Abakan nehrinin adı, kıyısında yaşayan Aba Han diğer bir deyişle Ayı Kanı adlı bir bahadırın atıyla birlikte bu nehrin sularında boğulmasının anısına halk tarafından verilmiştir.

Abakan kenti, Yenisey ve Abakan nehirlerinin kesiştiği bir yerde kurulmuştur. Bu alanda genişliği yarım kilometre olan Abakan, genişliği bir kilometre olan Yenisey nehriyle birleşmektedir. Asya kıtasının coğrafi olarak tam göbeğinde Hakas- Minsu yani Bengü Su havzası vardır. Bu havzanın en büyük yerleşim yeri de Abakan şehridir. İlk insan yerleşmesinin üç yüz bin yıl önce vuku bulduğu bilim adamlarınca tespit edilen bu topraklarda, şehir uygarlığının ilk ortaya çıkışı konusunda yürütülen bilimsel çalışmanın neticesinde; Güney Sibirya’da kentsel yerleşim tarihinin çok eski dönemlere dayandığı gün ışığına çıkarılmıştır.

Rusya Federasyonu’nun başkenti Moskova’dan dört bin elli dört kilometre uzaklıkta olan Abakan’ın toplam yüzölçümü 113 kilometrekaredir. Günümüzde Hakas Cumhuriyeti’nin başkenti olan Abakan, oldukça gelişmiş sosyo kültürel ve eğitsel bir altyapıya sahip halkın yaşadığı yerdir.

Abakan’da başta Hakas Türklerinin tanınmış Türkoloğu Profesör Nikolai Katanov’un adını taşıyan Hakas Devlet Üniversitesi ve Hakas Devlet Teknik Üniversitesi olmak üzere çok sayıda yüksek öğrenim kuruluşu vardır. Müzeleriyle, kütüphaneleriyle, tiyatrolarıyla ve parklarıyla meşhur olan Abakan kentinde Şamanlık, Hıristiyanlık ve İslamiyet inancına sahip halklar yaşamaktadır. Kentin birkaç yerinde kent mimarisini süsleyen Hakas Türklerinin geleneksel inancı olan Kamlık inancını yansıtan dikilitaş kompleksleri vardır. Yeşilliğin içinde kaybolan bir kent olan Abakan, kültür, bilim ve teknoloji merkezi olarak ta dikkatleri çekmektedir.

KAYNAKÇA
  1. Timur DAVLETOV, Abakan- Asya’nın Ortasında Bir Dağ Çiçeği, Ankara,2006
  2. Timur DAVLETOV, Güney Sibirya Türklügü: Hakas, Tiva ve Altay Türkleri, Genel Bir Bakış, 2005
  3. Timur DAVLETOV, Hakas Türkçesi Edebiyatı Üzerine Genel Bir Bakış, 2004
  4. Timur DAVLETOV, Milliyetçilik Bağlamında Hakas Türklerinin Sosyo-Politik, Ekonomik ve Dilsel Durumu, 2003
  5. Timur DAVLETOV, Hakas Türkleri ve Hakas Eli, 2003
  6. Zeki Velidi TOGAN, Umumî Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1981
  7. İbrahim KAFESOĞLU, Asya Türk devletleri, Ankara,1992
  8. Nadir DEVLET, Çağdaş Türk dünyası, İstanbul, 1989

Tarihte TÜRK Devletlerine Başkentlik Yapmış Şehirler 2 (Balıkesir - Karasioğulları)

Tarihte TÜRK Devletlerine Başkentlik Yapmış Şehirler 2 (Balıkesir - Karasioğulları)








1304 yılında Balıkesir başkent olmak üzere kurulan Karasioğulları Devleti’nin kurucuları olan Karasioğulları’nın kökeni Orta Anadolu’da devlet kurmuş olan Danişmendlilere kadar uzanır. Danişmendli ailesinden olan ve uç beyi olarak görevlendirilen Kalem Bey ve oğlu Karasi Bey, Bizans kentlerini fethe çıkan Türk beyleridir. Germiyanoğulları ile birlikte çok çeşitli fetihlerde bulunan Karasioğulları Balıkesir’i merkez alarak topraklarını Edremit ve Bergama’ya kadar genişleten bir devlet kurmuşlardır. Karasi Bey, Moğolların önünden Anadolu’ya çekilen Türk boylarını kendi bölgesinde yerleştirmiştir. Böylelikle bu bölgelerin kolayca Türkleşmesini de sağlamıştır. Karasioğulları denizcilikte ileri gitmiş bir devletti. 1328 yılında Karasi Bey’in ölümünden sonra Balıkesir ve Bergama kolları olmak üzere ikiye ayrılan Karasioğulları Devleti, Osmanlı Devleti’nin Padişahlarından Orhan Bey tarafından alınmıştır. Orhan Bey Balıkesir, Bergama ile Edremit’e hakim olduktan sonra, buralarını oğlu Süleyman Paşa’ya vermiştir.Orhan Bey, daha sonra Karasioğullarının diğer topraklarını da alarak 1360 yılında Karasioğulları Devleti’ne son vermiştir. Karasioğullarının donanması Osmanlıların eline geçmiş ve Osmanlıların ilk deniz gücünün böylece temeli atılmıştır. Ayrıca, Karasioğullarının büyük komutanları Hacı İlbey, Ece Halil Bey, Evrenos Bey ve Gazi Fazıl, Osmanlı Devleti’nin hizmetine girerek büyük kahramanlıklar göstermişlerdir.

Karasioğulları Devleti’ne başkentlik yapmış Balıkesir kenti çevresinde yapılan araştırmalarda ele geçen bulgulara göre; Milattan Önce 8000 ila 3000 yılları arasında bölgede insanların yerleşik düzen kurduğu ortaya çıkmaktadır.

Balıkesir’de Milattan Önce 3000 ila 1200 yılları arasında farklı diller konuşan Pelasg ve Leleg kolonileri kurulmuştur. Bu bölgede ayrıca efsanevi Truva Savaşları yapılmıştır. Milattan Önce 790 yılında Miletoslu göçmenler bu bölgeye yerleşmişlerdir.Bölge Milattan Önce 600’lerden itibaren Pers İmparatorluğunun etkisi altına girmiştir.

Milattan Önce 334 yılında Makedonya’lı Büyük İskender Çanakkale Boğazından Anadolu’ya geçmiş ve Biga yakınlarında Pers ordusunu yenmiş ve bölgeye hakim olmuştur. Bu bölgeye daha sonra, Selevkos’lar hakim olmuştur.

Balıkesir bölgesi,Milattan Önce 238 ila 263 yılları arası Bergama yönetimini altına girmiştir.Milattan Önce 133 yılında bölge Roma hakimiyetine geçmiştir.Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesinden sonra ise, Milattan Sonra 395 yılında buraları merkezi Bizans olan Doğu Roma yönetiminde kalmıştır.

Nihayet, 1071 yılında Malazgirt zaferiyle Anadolu kapıları Türklere bir daha kapanmamak üzere açılmış ve bölgede Türk ağırlığı hissedilmeye başlanmıştır.

Balıkesir, Selçuklu Devleti ile Osmanlı Devleti’nin kültürel mirasına sahip bir kenttir. Ayrıca diğer uygarlıkların tarihi kalıntıları ile de Türkiye’nin zengin bir bölgesidir. Burası MYSIA adıyla da bilinir.Balıkesir’in merkez ve çevresinde; tarihi kalıntılar, konaklar, camiler, kiliseler ve eski dönemlere ait kent merkezleri vardır.

1388 yılında yapılan Yıldırım Camisi ve Külliyesi, 1461 yılında yapılan Zağanos Paşa Camisi ve Külliyesi, 1786 yılında yaptırılan Yeşilli Camisi, 1465 yılında yaptırılan İbrahim Bey Camisi, Sultan Birinci Murat devrinde yaptırılan Hüdavendigar Camisi. Karesi Bey Türbesi, 1471 yılında yaptırılan Paşa Sultan Türbesi, 1413 yılında yaptırılan Kız Dede Türbesi, 1862 yılında yaptırılan Ali Şuuri Medresesi, 1401 yılında yaptırılan Taşpınar Hamamı, 1827 yılında yaptırılan Saat Kulesi kentin tarihi ve kültürel miraslarından sadece bir kaçıdır. Ayrıca, mesire yerleri, göç esnasında 239 kuş türünden 2 ila 3 milyon kuşun uğradığı Kuş Cenneti Milli Parkı, Gönen Mozaik Müzesi ve çok sayıda kaplıcaları kentin görülmeye, yaşanmaya değer doğal ve kültürel güzellikleridir.

Balıkesir’i fetheden Selçuk Türklerinin kentin ortasından geçen hisara izafeten “Balak Hisar” yani Hisar Şehri demelerinden dolayı Balıkesir adını alan kent; sahip olduğu doğal,kültürel değerleriyle önemli bir kültür ve turizm merkezidir. Balıkesir Türkiye’nin en gelişmiş bölgesi Marmara’da yer alır.

Balıkesir hem Ege Denizi’ne, hem de Marmara Denizi’ne kıyısı bulunan bir kentimizdir. Marmara Denizi kıyılarında adalar hariç 175 kilometrelik bir kıyısı, Ege Denizi kıyılarında da yine adalar hariç 115 kilometrelik bir kıyı bandı vardır. Marmara Denizi’nde; Marmara, Avşa, Ekinlik, Paşalimanı adaları ile Ege Denizi’nde irili ufaklı 22 ada kentin sınırları içindedir.

Balıkesir’in Kaz Dağları, Kapı Dağı Yarımadası, Alaçam Dağları, Madra Dağı gibi önemli doğa harikaları mevcuttur.

Başta Kaz Dağları olmak üzere bütün dağları ve çevresinde doğal yapı dünyanın en önde gelen ekosistemine sahiptir. Alplerden sonra Kaz Dağları ve çevresi 2. oksijen deposu konumundadır.

Ayvalık-Merkez ve Adaları çevresi ile Marmara Adası ve çevresindeki denizaltı doğal güzellikleri, ayrı birer görülmeye değer eşsiz turizm merkezleridir.

Balıkesir’in hemen hemen tüm ilçelerinde alternatif turizme kaynaklık edecek termal su kaynakları mevcuttur. Örneğin; Gönen, Manyas,Edremit, Bigadiç, Sındırgı ve Merkez Pamukçu Ilıca Termal su kaynakları ve buralardaki termal tesisler turist çeken önemli kaynaklarıdır.

Balıkesir’in en önemli turizm ulaşım yeri, Edremit Körfez Bölge’sidir. Altınova’dan Altınoluk’a kadar bu bölge deniz, kum, güneş, tarih, termal kaynaklar, yemyeşil zeytin ve çam ormanları,bitki türleri, Kaz Dağları’nın efsanevi güzellikleri ve bol oksijeni ile dünyanın en güzel, en sağlıklı turizm çekim merkezidir.

Bu bölge aynı zamanda; Ayvalık ile birlikte Antandros, Adramytteıon gibi antik şehirleri ile de dikkatleri çekmektedir.

Balıkesir, yetiştirdiği bilim adamları, kahramanları, sporcuları ve edebiyatçıları ile de ünlü bir kültür kentimizdir. Hacı İlbey, Evrenos Bey, Kurtdereli Mehmet Pehlivan, 16. yüzyıl şairlerinden Zati ve Türkiye’ye eserleriyle kültürel manada damgasını vuran ünlü öykücü Ömer Seyfettin, Balıkesir’in yetiştirdiği ünlülerden sadece bir kaçıdır.

KAYNAKÇA
  1. Yılmaz ÖZTUNA, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul, 1979
  2. İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihi, Ankara, 1988
  3. Ali SEVİM- Yaşar YÜCEL, Türkiye Tarihi, Ankara- 1990
  4. Ali GÜLER- Suat AKGÜL, Türklük Bilgisi, Ankara, 2001
  5. Ali SEVİM, Anadolu’nun Fethi, Ankara, 1988
  6. Yeni Rehber Ansiklopedisi, 3. Cilt, İstanbul
  7. Erdoğan MERÇİL, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara,2000
  8. İbrahim KAFESOĞLU,Hakkı Dursun YILDIZ, Erdoğan MERÇİL, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1999

Blog Listem