http://www.cumartesicafesi.com/index.php/Kapi-Araligi/Kadinin-ortunme-Tarihi.html
TEK TANRILI DİNLER
Kadının en büyük onuru bakire olmaktı. Bir de doğurgan olmak.
Hiçbir sosyal hakkı yoktu. Hatta kadın, başı açık dışarıya çıkarsa kocası onu boşayabilirdi bile. Tek tanrılı dinler, kadının sosyal hayatını pek değiştirmedi:
Talmud a göre, Yahudi kadınların başı açık halde toplum içinde gezmeleri günahtır. Eski Ahit te üç farklı yerde kadının başını örtmesiyle ilgili pasaj bulunmaktadır.İşaya 3/20 de başa giyilen kıyafet anlamında "fara", İşaya 3/23 te başörtüsü anlamında "tsnyafaah" ya da Tekvin 24/65-38/14.19 da yüzü örten örtü anlamında da "tsaayafa" kullanılmıştır. Ayrıca vücudun üst kısmını örten örtü anlamında "radod" kelimesi kullanılmıştır. Hıristiyanlığın temel ilkelerini belirleyen Tarsuslu Aziz Pavlos, "Kadının örtüsüz Tanrı ya dua etmesi doğru değildir. Kadın örtünmüyorsa saçı kesilmelidir" demiştir.
Erkek eli değmemişliğin, erdemliğin sembolü Meryem Ana, hep başı bağlı tasvir edilmiştir. Bilindiği gibi, Hıristiyan rahibelerin başları örtülüdür. Gelelim bizim İslam dinine... İlk İslami buyruklardan 17 yıl sonra kadının örtünmesiyle ilgili ayet gelmiştir. Ahzab Suresi 59. Ayet, "Ey Peygamber, zevcelerine, kızlarına, müminlerin kadınlarına de ki dış esvaplarını üzerine giysinler. Bu onların tanınıp taarruza uğramamalarına daha fazla hizmet eder" der.
Görüldüğü gibi, köle ve cariyelere örtünme zorunluluğu getirilmemişti. Örtünme statü göstergesiydi ve bunun cinsellikle filan hiç ilgisi yoktu.
İslam dünyası içinde örtünmeye ilişkin farklı görüşler de zamanla ortaya çıktı. Örneğin, Mevlana da kadının başörtüsü konusunda şunları söylemiştir: "Kadına her ne kadar gizlenme, örtünme emir edersen onda kendini gösterme isteği artar. Eğer kadının tabiatında kötülüğe yönelik bir eğilim yoksa yasak etsen de etmesen de o kişiliği doğrultusunda hareket edecektir." (Fihi Ma Fih)
Mevlana nın bu sözleri söylemesinde geldiği Orta Asya kültürünün etkisivardır kuşkusuz. Peki Orta Asya da Müslümanlığı kabul eden Türkler ne zaman örtündüler?
RAMAZAN AYINIZ KUTLU OLSUN
Yıl 1930. Bir ramazan gecesinde Direklerarasında ünlü Ferah Tiyatrosu nun önünde oyunu seyretmek için gelen kişiler görülüyor. Kapının üzerindeki afişte, "Ramazanda her gece muazzam beynelmilel varyeteler" yazılı. Paçaları yırtmaçlı, başları kukuletalı tavşan kızların ramazan ayında bir tiyatroda gösteri yaptığına dikkatinizi çekerim.
TÜRK KADINI NE ZAMAN BAŞINI ÖRTTÜ
ORTA Asya daki göçebe Türkmen kadınların sosyal hayat içindeki statüsü, Hıristiyan ve Yahudi kadınlardan farklıydı. Müslümanlığı kabul ettikleri 9. ve 11. yüzyıllardaki yaşam biçimleri de geleneksel Müslüman yaşamına uymuyordu.
Osmanlı döneminde, Bizans alınana kadar örtünme kurumsal olarak yerleşmedi. Tarihçi Şikari, İstanbulun fethinden önce başkent olan Bursada kadınların yüzlerini örtmediğini yazıyor: "Yüz örtmek sonradan ádet oldu. Karamanoğlu Alaüddinin Hamidoğlu İlyas diyarını katliam ettiğinde üç kabile Diyar-ı Osmana firar etmişlerdi.
O vakit bunları Murad Han görüp pek temiz ve uslu ádem olduklarından kendi şehrinde (Bursa da) yerleştirmiş. İşte bu kabile kadınları pek güzel olduklarından herkes bunları temaşa etmeye (seyretmeye) başlayınca ulema tarafından bu kabilenin hatunlarının yüzleri siper edilmesi (yüzlerinin saklanması) emredilmesi. İşte ne vakit taşraya çıksalar, o kabile hatunları yüzlerini siper ederlerdi.
Fakat bu hal sonradan diğer kadın ve kızların da pek hoşuna geldiğinden herkes daima güzelce her tarafını örtmeye başladı." Burada dikkati çeken nokta örtünmeye inançtan çok, toplumsal bir tedbir gereğine başvurulmasıydı. Göçebe toplumun izlerini taşıyan Osmanlıda kadın, erkekle birlikte hareket etmekte, törenlere katılmaktaydı. Bu dönemde kadınların yüzleri de açıktı.
Örtünme yıllar sonra, Osmanlı Devletinin "halifelik" makamına sahip olmasıyla yaygınlaştı.
Anadoluda Asurdan Antik Yunana, Roma dan Bizans a uzanan kadının eve kapatılma süreci Türk kadınını da etkiledi. Osmanlı da kadının kapanması 16. yüzyılda başladı ve Cumhuriyet Türkiye sine kadar sürdü.
OSMANLI GERİLEDİKÇE KIYAFETLE UĞRAŞTI
Osmanlıda kadınlar üzerine çıkarılan bütün yasalar, kadının kapanması ya da kıyafetlerinin denetlenmesi yönünde oldu. Çıkarılan bu ferman ve yasalarda kadının giyimi ayrıntılı olarak tanımlanmıştı. Feracelerin yaka boyları, üzerlerindeki nakışlar, yaşmakların biçimleri, kumaşların kalınlığı ve inceliği gibi detaylar bu fermanlara konu olmuştu.
Bu fermanlarla gelen yasaklar, kadına üç alanda müdahale etti.
1. Giyimleri,
2. Sokaktaki davranışları,
3. Erkeklerle olan ilişkileri.
Aslında Osmanlı, gerileme dönemine girmesiyle kadınlara yönelik kıyafet yasakları konusunda sertleşti.
Örneğin, ilk yasak 1725te çıkarıldı.
"Günlük kıyafetlerinin şeriata uygun olması devlet namusu gereğindedir. Fakat savaşlar yüzünden çok önemli işlerle uğraşılırken bu husus ihmal edilmiştir.
Bazı yaramaz kadınlar bunu fırsat bilip sokaklarda halkı baştan çıkarmak için aşırı süslenmeye başlamışlardır. Yeni biçimlerde çeşitli esvaplar yaptırmışlardır.
Hıristiyan kadınlarını taklit ederek başlarına acayip serpuşlar geçirmişlerdir.
Bundan böyle kadınlar bir karıştan ziyade büyük yakalı ferace ve üç değirmiden fazla baş yemenisi ile sokağa çıkamayacaklardır. Feracelerde süs olarak bir parmaktan enli şerit kullanılmayacaktır.
Bu yasakları dinlemeyecek olan kadınların sokakta yakaları kesileceği ve esvaplarının yırtılacağı ilan olunsun. Dinlememekte ısrar edenler yakalanıp başka şehirlere sürüleceklerdir."
Bu yasak Müslüman Osmanlı kadınlarının, Hıristiyan kadınlara benzememeleri için koyu renkli giysiler yerine renkli giysiler giymelerini de tavsiye ediyordu.
Ama bazen de Müslüman kadına yakışan tek giysi olduğu iddiasıyla renkli giysiler yasaklanıp çarşaf giymeleri istenmekteydi!
Osmanlıda kadınların kıyafeti hep tartışma konusu oldu.
Neredeyse her padişah bir ferman çıkardı. Örneğin, Sultan II. Mahmud da bir fermanla Hıristiyan kadınların başlarını Müslüman gibi, Müslüman kadınların ise Hıristiyan kadınları taklit eder şekilde örtmelerini yasakladı.
II. ABDÜLHAMİD İN ÇARŞAF YASAĞI
19. yüzyılın ortalarında kadınlar İstanbul da çarşaf giymeye başladı. 1850 lerde Suriye valiliğinden dönen Suphi Paşanın karısı, İstanbul da ilk çarşaf giyen kadın oldu.
Daha çok Yunanlılarda görülen bu giysi, Meşrutiyet dönemine değin baştan yere kadar uzanan kolsuz tek parçalı bir sokak kıyafetiydi. 1876-1908 arasında ise başı-omuzları örterek bele kadar uzanan bir pelerin ve belden ayak bileklerine inen bir etek olmak üzere iki parçalı sokak üst giysisi olarak kullanıldı. 1880 li yıllar, çarşafın hızla yayıldığı yıllar oldu.
Ancak, Sultan 2. Abdülhamid öldürülme korkusuyla çarşafı yasakladı. 27 Ekim 1883te Paris te yayımlanan Le Courier d Orient isimli gazetede, çarşaf yasağından etkilenen kumaş tüccarlarının yakınmalarına yer verildi. İstanbulda bu tür yasaklar söz konusu iken Anadolu kadınları için ferace ya da çarşaf güncel bir tartışma olmadı.
Hatta 1882de çıkarılan bir fermanla ferace giymeleri istenen kadınlar bu buyruğa isyan ettiler. Konu ile ilgili olarak 27 Temmuz 1882 de Levant Herald Gazetesi nde şu haber yer aldı. "Yeni İzmit valisi civar köylerden pazarda satmak için pazara mal getiren ferace giymemiş ve ayağında pabuç olmayan Türk kadınlarının 5 gün hapis ve bir mecidiye para cezasına çarptırılacağı konusunda bir yasak çıkardı
Bu yasağa karşılık köylü kadınlar, atalarından kalmış gelenek ve göreneklerini hiçe sayıp baskı altına alan bu yeni kanuna uymaktansa, köylerinde kalmayı yeğlediler." Burada aslında şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Türkiye nin bugün konuştuğu kamusal alan tartışması o zaman da yaşanıyor. Osmanlı, pazaryeri gibi kamusal alanlarda örtünmeyi zorunlu kılıyordu.
Müslüman kadınlar Anadoluda peçe takmadığı gibi İstanbulun Kadıköy, Tarabya gibi semtlerinde de bu serbestliğe sahipti. Oysa Beyoğluna giden bir kadın peçe takmak zorundaydı. Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor: İktidarın merkezinde duyarlılıklar fazla iken çevrede bu duyarlılığın azaldığını görüyoruz.
Osmanlının son döneminde türban, aydınlar tarafından çok tartışılan bir konu oldu. Birçok kesim bu konuda kendi görüşünü belirtti. Kimi gerekliliğini, kimi gereksizliğini savundu. Ziya Gökalp gibi aydınlar, İslamiyet öncesi Türk kadını konusunda araştırmalar yaparak o modelin benimsenmesi gerektiğini savundular. Görünen o ki, Osmanlıda başlayan bu tartışmalar günümüzde henüz sonuçlanmamıştır.
Başörtüsü, demokrasi mi yoksa bir uygarlık meselesi midir?
Türk ve Yunan Edebiyatında Mübadele - Benzerlikler ve Farklar
-
http://www.herkulmillas.com/index.php?option=com_content&view=article&id=186%3Atuerk-ve-yunan-edebiyatnda-muebadele-benzerlikler-ve-farklar-&catid=63%3Aki...
1 yıl önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder