4 Ağustos 1940'ta, Manisa-Turgutlu'da doğdu. Aile, “Ümmetler” lakabıyla tanınıyor. Dedesi öğretmendi. Hilmi Özkök, dedesinin ismini almıştı. Babası Halil Özkök ise artezyen kuyusu açar, sıhhi tesisatçılık yapardı. Üç yaşında annesi Lütfiye Saniye'yi kaybetti. Babası yeniden evlenince, dedesi, Hilmi ve bir yaşındaki İstiklal'i kendi yanına aldı. Babasının ikinci eşi Refika (Sanlı)'dan ise beş kardeşi daha oldu. Aileyi tanıyanların ifadelerine göre, Hilmi Özkök ile üvey annesi Refika Özkök arasında anne-oğul ilişkisi vardı.
Çocukluğu Turgutlu'nun Yiğitler Mahallesi'nde geçti. Hilmi Özkök'ün en yakın arkadaşları Erdinç Irgıt ve Selami Taşçı'ydı. Üç arkadaş, çelik-çomaktan körebeye kadar tüm oyunları oynardı birlikte. Arada kapıları taşlar, bahçelerden aşırdıkları erikleri ağaç tepelerinde saklanıp yerdi.
Üç arkadaşın diğer tutkusu ise güvercin beslemekti. Bir gün kuluçkadaki kuşlardan biri öldü. Ne yapacaklarını bilemediler. “Yumurtaları dut ağacındaki kumru yuvasına koyalım” dedi biri. Uğraşıp didinip koydular da. Ama kumru, yavru büyüyüp, tüyleri çıkınca bu farklı renkteki yavruyu yuvadan attı. Küçük Hilmi ve arkadaşları çok üzüldüler bu olaya.
Okul çağı geldiğinde Muallim Hilmi Bey, torununu evinin yakınındaki İsmet Paşa İlkokulu'na yazdırdı. 542 numarayla okuduğu okulunun adı Demokrat Parti iktidara gelince “Namık Kemal İlkokulu” olarak değiştirildi.
Çalışkan bir öğrenciydi. Akşamları, gaz lambası ışığında ödevlerini yapardı. Yaz aylarını sokaklarda oynayarak, dedesinin bağında çalışarak geçiriyordu. Sıcaklar bastırdığında arkadaşlarıyla dereye koşardı. Bir gün yüzerken 100-150 metre kadar uzağında dinamit patlattı birileri. Suyun yüzü ölü balıklarla kaplandı. Arkadaşları balık toplamaktan çekindi. Eve götürseler, dereye gittikleri anlaşılacaktı. O, rahatça topladı, balıklarla evinin yolunu tuttu. Muallim Hilmi Bey sevgisini, şefkatini esirgemediği torununu serbest bırakıyordu böyle konularda.
“Büyüyünce ne olmak istiyorsun” sorusuna cevabı kısaydı: “Okumak” Özel bir seçimi yoktu. Dedesinin yönlendirmesiyle Bursa Işıklar Askeri Lisesi'ne girdi. Yine başarılı öğrenciler arasındaydı. Çalışkanlığı sayesinde üstçavuş oldu. Nöbetçi subaya tekmil vermek onun göreviydi.
Sınıfta sözü geçerdi. Aynı sınıftaki mahalle arkadaşı Erdinç'i, çevredeki lerin zalimce şakalarından kurtarmak hep ona düştü. Turgutlu'dan gelen diğer yedi arkadaşını da hep o korudu.
Askeri lisede öğrencilerin mektupları okunup kontrol edilerek veriliyordu öğrencilere. Bu uygulamadan rahatsızdı. Bursa'daki eniştesinin evini mektup adresi seçti. Hafta sonları, okuldan çıkınca ilk iş mektuplarını alıyordu. Yakın arkadaşlarının mektupları da oraya geliyordu. Dayanışmayı mektup adresi konusunda da sürdürüyordu.
LİSEDE RUSÇA ÖĞRENDİ
Bursa'da askeri lisede okurken edindiği alışkanlığı, Harp Okulu için Ankara'ya gittiğinde de sürdürdü. Her tatilde hiç aksatmadan Manisa'ya ve Turgutlu'ya gitti. Mahalle arkadaşlarına uğramadan, sevdiği ilçenin sokaklarında dolaşmadan edemedi. Ailesine, kardeşlerine çok düşkündü.
Aynı zamanda teknolojiye, elektroniğe meraklıydı. Turgutlu'ya geldiği günlerde radyo tamircisine uğrar, iflah olmayan radyoları toplayıp eve götürürdü. Onları kısa sürede eskisinden daha iyi hale getirip tamirciye iade ederdi. Radyo tamiri hobisiydi, zevkle yapıyordu. Harp Okulu'ndaki arkadaşları onun için “O hep birinciydi” derken, mezuniyet numarasına dikkat çekiyorlar: “Sicil numarası da 1959-1'dir.” Bu numara 1959 mezunlarının birincisi olduğunu gösteriyor.
1961 yılında Topçu Okulu'ndan mezun olduktan sonra ilk görev yeri Erzurum'du. Üsteğmen olarak burada göreve başlarken artık yalnız değildi. 1967'de Turgutlu eşrafından Ali Moralıgil'in kızı Özenç ile evlenmişti. Özenç Hanım, fen bilgisi öğretmeniydi. Gürler ve Çağlar adını verdikleri iki oğulları oldu.
Topçu birliklerinde 1970 yılına kadar batarya subaylığı, komutanlığı yaptıktan sonra 1972'de Kara Harp Akademisi'nden mezun oldu. Kısa süre içinde kurmay subay olarak karargaha adım attı. Önce NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı Özel Silahlar Şubesi'nde, ardından da Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargahı SHAPE'in Plan ve Prensipler Dairesi'nde görev yaptı. Hızla yükselmeye başladı. Daha albayken dikkat çeken, mesleğinin zirvesine çıkacağı söylenen bir subaydı. NATO Savunma Koleji'ni bitirdi. Talih kuşu 1984'te Özkök'ün başına kondu. Tuğgeneralliğe terfi eden Özkök'ün başarı grafiği sürekli yükseliyordu. Önce tümgeneral, 1992'de korgeneral, 1996'da ise orgeneralliğe terfi etti.
1995'e kadar Brüksel'de NATO Türk Askeri Temsil Heyet Başkanlığı yaptı. Bu dönemdeki müzakerelerde müthiş sabırlı, istediğini koparana kadar inat eden çetin ceviz bir müzakereci portresi çizdi. Güler yüzlü, esprili ve babacan tavrı, müzakere masasına oturduğu anda değişiyor, en ufak bir mimiğin bile fark edilemediği düz bir zemine dönüşüyordu yüzü.
Sovyetler Birliği bağlantılı görüşmeler ve gezilerde ise gizli silahı vardı: Lisede öğrendiği Rusça. Çok iyi olmasa da konuşulanı anlıyordu. Kimi temaslarda önemli avantaj kazanıyordu. Konuşulanlar arasında ters bir şeyler varsa onları yakalıyordu. İngilizcesi zaten çok iyiydi.
Orgeneralliğinin ilk iki yılını NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevinde geçirdi. Daha sonra Genelkurmay Karargahı'na döndü. 1998-1999 yıllarında Genelkurmay İkinci Başkanlığı'na geldiğinde kariyer çizgisinin zirveye ulaşacağının ipuçları belirmişti. Nitekim 1. Ordu Komutanlığı'nda bulunduktan sonra 2000 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. Bu göreve geldiğinde iki yıl sonra Genelkurmay Başkanı olacağı neredeyse kesinleşmişti. 1940 doğumlu olduğu için emekli olmadan önce Genelkurmay'a atanacak süresi kalıyordu.
BİLGİSAYAR TUTKUNU
Hangi rütbede, hangi görevde olursa olsun Turgutlu ile bağlarını hiç kesmedi. Çocukluk arkadaşlarını hep ziyaret etti. “İlçenin kenar semtinde küçük bir bakkal dükkanı işlettiğim halde, her gelişinde beni ziyaret eder” sözleriyle Özkök'ün çevresine olan ilgisini anlatıyor çocukluk arkadaşı Selami Taşlı. Erdinç Irgıt ile mangal yapan, incir ağaçlarına tırmanan Özkök, Turgutlu'ya her gidişinde aile büyüklerinin mezarlarını da ziyaret ederdi.
Kenan Evren'den sonra ikinci Egeli genelkurmay başkanı olarak geçti kayıtlara. Egeli ruhu, Beşiktaşlılık gibi kişiliğinin vazgeçilmez parçasıydı. Turgutlu'da Köfteci Halil'e uğruyor, lotoculuk yapan küçük kardeşi Hüseyin'in dükkanında oturuyor, çarşıda pazarda tişört ve keten pantolonla korumasız dolaşıyordu. Üniformasız da kendini rahat hissediyordu.
İstanbul'da da hafta sonları eşiyle birlikte üniformasını çıkarıp alışverişe, gezmeye gidiyordu bazen. Alışveriş merkezinden elinde poşetlerle çıkan tanınmış bir general, alışıldık görüntü değildi. Ama o hoşlanıyordu kendi işini yapmaktan. Kimi zaman da eşiyle birlikte kolkola girip sinemaya gidiyorlardı birlikte. Tabii yine üniformasız ve korumasız.
Özkök, okumaktan, teknolojiden, beyin fırtınası toplantılarından hoşlanıyordu. Yaşıtlarının tersine bilgisayar dünyasıyla fazlasıyla ilgiliydi. Bu özellikleri, 30 Ağustos 2002'de Hüseyin Kıvrıkoğlu'ndan sonra Cumhuriyet'in 24. Genelkurmay Başkanı olarak göreve başladığında hayli işine yaradı. Hem demokrat kişiliğiyle hem de teknolojiye, bilime, değişime bakışıyla farklı bir Genelkurmay Başkanı imajı verdi. Bilgisayar tutkusu yüzünden iki defa askerlikten istifa etmeyi düşündü. Geleceğin teknolojide olduğuna inanıyordu. Müthiş detaycıydı. Tatbikatlarda en küçük ayrıntıları bile sorup-öğrenirdi.
Hiç kimseye, hatta çok sevdiği Turgutlu'ya bile torpil yapmadı. İlçelerine askeri bir birlik kaydırılıp, kışla yapılması için gelen hemşeri heyetine taviz vermedi. İsteklerini dinlemeden reddetti. Sadece okulun onarılması için yardımcı oldu.
Tavizsiz tutumunu yolsuzluk, usulsüzlük iddiaları karşısında da sürdürdü. İlk kez, bir kuvvet komutanının yargılanmasına izin verdi. Onun döneminde yargılanan komutanlar eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. İlhami Erdil ile de sınırlı kalmadı, hangi rütbede olursa olsun bütün iddiaların mahkemeye götürülmesini sağladı.
SON BASAMAKTA DÜŞÜYORDU
Em. Org. Hilmi Özkök'ün yakın çevresi, onu ailesine olan düşkünlüğüyle de tanıyor. Geçen yıl vefat eden kayınpederi Ali Moralıgil'le son anlarına dek ilgilenmiş. “İş ve seyahat için bir yere gittiğinde, hem uçağa binmeden önce, hem de sağ-salim ulaştık diye mutlaka Ali amcayı arardı. Kayınpederini yatağa kendisi götürür, gece kalkıp, bir ihtiyacı olup-olmadığını sorardı.” Sözleriyle anlatıyor ailenin yakınları bu ilişkiyi.
Özel hayatındaki dikkat, özen ve içtenlik görevine ve üslubuna da yansımıştı. Bu yüzden basının ve ordunun şahinleri Özkök Paşa'dan hiç hazzetmedi. Org. Özkök'ün Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na getirilişiyle birlikte de kulislerde alttan alta eleştiriler başladı. Ancak o günlerin anlaşılabilmesi için, biraz daha geriye, 28 Şubat günlerine gitmekte fayda var…
“Meşhur “28 Şubat”ın (1997) birinci yıldönümünün üzerinden sadece iki hafta geçmişti. Çay içmek için davet edildiği konutta, “üst düzey komutan” onu bekliyordu. Daha başta, bu konuşmanın her zamankinin aksine “off the record” olmayacağı gazeteciye söylenmişti. Komutan, “Basında 30 Ağustos'ta yaşanacak terfilerle ilgili 'spekülatif' yayınlar yapılıyor ve bu yayınlar doğruları yansıtmıyor” diyordu: “Gazeteler Org. Çevik Bir'in genelkurmay başkanı olacağı senaryolarını işliyor. Net olarak söylüyorum, olmayacak!”
Sinirlendiği belli olsa da, soğukkanlılığını koruyan komutan, “Ne kadar zorlanırsa zorlansın mevcut hiyerarşi bozulmayacak ve bozulmamalı. Karadayı Paşa görev süresi dolduğu için değil, yaş haddinden emekli olacak. Bunun dışında şu an için başka bir formül yok. Ordunun hiyerarşik sırayı koruması ve sırasıyla Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, Org. Atilla Ateş ve Org. Hilmi Özkök'ün görev yapması gerekir” sözleriyle devam ediyordu açıklamasına. Bu konuşma 16 Mart 1998, Pazartesi günü Zaman gazetesinde haber oldu.
“Üst düzey askeri yetkili”nin dedikleri aynen çıktı. 1999 Ağustosu'nda adı geçen komutanlardan Org. Atilla Ateş, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na, Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu ise Genelkurmay Başkanlığı'na geldi. Aradan dört yıl geçtikten sonra üçüncü isim, Org. Hilmi Özkök, “Askeriye”nin başına geçti.
ORDU BİRLİKLERİNİ DAĞITTI
Gazeteciye açıklama yapan emekli komutan o sırada İstanbul'da görevli olan Em. Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun ekibindeydi. Kıvrıkoğlu Paşa ve ekibi, 28 Şubat kararlarını destekliyor, ancak uygulanan yöntemi ve üslubu doğru bulmuyordu. Bu kanattan muhafazakâr çevrelere zaman zaman tepkiyi yumuşatacak mesajlar gidiyordu. Güya Em. Org. Kıvrıkoğlu, “Meclisi Ankara'da kapatırsanız, İstanbul'da açarım” demişti. Kıvrıkoğlu ve ekibinin o dönemdeki tek derdi, tüm Anadolu'yu kaplayan komutanlara yönelik kampanyadan yara almadan kurtulmaktı. Fısıltı gazetesi kulaktan kulağa 28 Şubatçı generallere yönelik söylentiler yayıyordu. Yolsuzluk dosyaları ortaya dökülüyor, aile kökleri, mahkeme kararları araştırılıyordu. Bu dönemde Kıvrıkoğlu Paşa, stratejik bir kararla olumsuz propangandadan kurtulmuş oldu.
Özkök Paşa'nın, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan, Genelkurmay Başkanlığı'na yükselmesi hiç te kolay olmadı. Normal prosedür gereği, Em. Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, hem yaş haddinden, hem de görev süresini doldurduğu için emekli olacaktı. Yerine de Kara Kuvvetleri Komutanı Em. Org. Hilmi Özkök gelecekti. Ancak Yüksek Askeri Şura toplantısına çok az bir zaman kala Em. Org. Kıvrıkoğlu'nun görev süresinin uzatılacağı konuşulmaya başladı Ankara kulislerinde. Bunun için yapılacak yasa değişikliği üzerinde koalisyon ortakları DSP ve ANAP anlaşmıştı. Başbakan Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz'ın mutabakatına, koalisyonun üçüncü ortağı MHP'nin, Devlet Bahçeli'nin de onay vermesi gerekiyordu.
Tam bu noktada çıkan pürüz bütün planları alt-üst etti. Yasa değişikliği MHP lideri Devlet Bahçeli'nin masasına da gelmişti. Bahçeli, danışmanı Em. Korg. Altay Tokatlı'ya konuyla ilgili fikrini sordu. Tokatlı Paşa şok olmuştu. Hiçbir olağanüstü durum yoktu. Buna rağmen genelkurmay başkanının görev süresinin uzatılması fikri ortaya atılmıştı. Bu işin içinde başka bir iş olduğunu düşündü ve Devlet Bahçeli'ye fikrini söyledi: “Kesinlikle onaylamayın.”
Bunun üzerine Em. Org. Kıvrıkoğlu'nun görev süresini uzatma planı suya düştü.
Kıvrıkoğlu Paşa, görevde kalamamıştı ama katıldığı son YAŞ toplantısına damgasını vurdu. Bir yıl önce 1. Ordu Komutanlığı görevinden alarak 2. Ordu Komutanlığı'na gönderdiği, TSK’deki en kıdemli orgeneral Edip Başer Paşa'yı emekli ettirdi. Normal prosedüre ve terfi sırasına göre Başer Paşa'nın Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na getirilmesi gerekiyordu. Teamüllerde olmamasına rağmen Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevine, Jandarma Genel Komutanı Em. Org. Aytaç Yalman'ı getirdi. Bu tayin karşısında tüm YAŞ üyeleri adeta şok oldu. Özkök Paşa, zor da olsa Genelkurmay Başkanlığı görevini almıştı ama en yakın arkadaşı Edip Başer Paşa'yı hakkettiği göreve getirememişti. Em. Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, hesap adamı kişiliğini bir kez daha göstermişti. Özkök'ü, görevinde kuşatmaya başlamıştı.
Özkök Paşa, yeni görevinin ilk aylarından itibaren eleştirilerin odağında yeralmaya başladı. Genelkurmay başkanı bir türlü “Şahinler”in yörüngesine girmiyordu. Özellikle yeni kurulan AKP hükümeti ile TSK ilişkilerinin normal seyrinde gitmesi bazı ordu mensupları ile basın mensuplarının hiç hoşuna gitmemişti. Tam bu dönemde ilk işaret fişeğini gazeteci Emin Çölaşan yaktı. Ardından da Cumhuriyet gazetesinde Mustafa Balbay'ın, Özkök Paşa'yı eleştiren yazıları yayınlandı.
Bu yazıların hemen ardından da Birinci Ordu Komutanı Em. Org. Çetin Doğan'a “güzellemeler” yayınlanmaya başladı. Ancak ne kamuoyu bu çalışmaları dikkate aldı, ne de diğer medya mensupları. Herkes oynanan oyunun farkındaydı. Bu defa psikolojik harp hedef değiştirmiş, Genelkurmay Başkanı'na yönelmişti.
Ama dananın kuyruğu yine Mustafa Balbay imzalı “Genç Subaylar Rahatsız” manşetiyle koptu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök'ün baş başa yaptıkları görüşmenin detayları Cumhuriyet gazetesine sızdırıldı. Habere göre Org. Özkök, genç subayların rahatsızlığını Erdoğan'a iletmişti. Subaylar kamuda yaşanan kadrolaşmadan rahatsızdı.
Genelkurmay Başkanlığı haberi kesin bir dille yalanladı. Org. Özkök'de, bir basın toplantısı ile iddialara ve yazılanlara cevap verdi. Hürriyet, Milliyet ve Radikal gazeteleri ise “Genç Subaylar”ın rahatsızlığını Org. Özkök'e ileten altı üst düzey komutanın ismini deşifre etti. Bu isimler arasında Ege Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon, Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman, Birinci Ordu Komutanı Em. Org. Çetin Doğan da vardı.
Özkök Paşa, bir taraftan haberi yalanlarken, diğer taraftan da gerekli gördüğü tedbirleri kararlılıkla uyguluyordu. İstanbul'daki Birinci Ordu Komutanı Em. Org. Çetin Doğan'a bağlı tüm birlikleri, diğer ordu komutanlıklarının emrine verdi. Komutanlığının son günleri Doğan Paşa için tamamen sembolik bir görev ifa etmek anlamına geliyordu. Zaten fazla bir direnç gösteremeden de aynı yıl içerisinde emekli oldu.
2003 ve 2004 hem Özkök Paşa için, hem de Türkiye için zor yıllardı. Dört kuvvet komutanı ile Em. Org. Özkök, ayrı düşmüştü. Şener Eruygur, Aytaç Yalman, İbrahim Fırtına ve Özden Örnek Paşalar, ortak hareket ediyor, hükümete karşı en azından muhtıra verilmesini istiyorlardı. 2003-2004 kışında Ankara adeta cadı kazanı gibiydi. Bütün herkes Jandarma Genel Komutanlığı ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı karargahında yaşanan hareketliliği konuşuyordu.
İşte tam bu günlerde, 3 Şubat 2004'te, CIA, Ankara'daki üst düzey bir görevlisiyle istihbaratı uyardı. Özkök Paşa'ya karşı “çok ciddi fiziki bir eylem” yapılacaktı. Sabri Uzun'un başkanlığını yaptığı Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı harekete geçti. Eylem Ankara Merkez Garnizon Komutanı Tümg. Fehmi Büyükbayram'ın da yoğun çabalarıyla sonuçsuz kaldı. Tümg. Büyükbayram, Özkök Paşa'nın kullandığı yol güzergâhını değiştirecek, yoğun güvenlik önlemleriyle de girişimi akamete uğratan isim oldu.
Yine aynı tarihlerde Em. Org. Hilmi Özkök'ün sağlığının bozulduğu dedikoduları yayıldı Ankara'da. Amaç Genelkurmay Başkanı'nı istifaya zorlamak veya sağlık raporuyla görevden aldırmaktı. Özkök Paşa'nın bu girişimlere cevabı F-16'ya binip uçmak ve denizaltı ile dalmak oldu. Kendisini bertaraf etmek isteyenlere mesajını vermişti; “En zorlu koşullarda bile görev yapabilecek durumdayım.”
Görevinde binbir badire atlatan Özkök Paşa, 47 yıllık meslek hayatının ardından şimdi İzmir'de huzur içinde, torunu ve bahçesiyle uğraşarak vakit geçiriyor…
www.chroncildergisi.com
Türk ve Yunan Edebiyatında Mübadele - Benzerlikler ve Farklar
-
http://www.herkulmillas.com/index.php?option=com_content&view=article&id=186%3Atuerk-ve-yunan-edebiyatnda-muebadele-benzerlikler-ve-farklar-&catid=63%3Aki...
1 yıl önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder