12 Eylül 2009 Cumartesi

Sezen Aksu - Haşarı bir rumeli kızı Urumeli- Rize Pazar kırması

Sezen Aksu

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Git ve: kullan, ara
Sezen Aksu
Doğum adı Fatma Sezen Yıldırım
Bilindiği ad(lar) Minik serçe
Türk popunun kraliçesi
Doğum 13 Temmuz 1954 (1954-07-13) (55 yaşında)
Köken Rumeli -Pazar (Rize)
Tarz(lar) Pop
Meslek(ler) Müzisyen, besteci, şarkıcı, oyuncu
Etkin yıllar 1975-günümüze
Web sitesi Sezen Aksu - Resmi web sitesi

Fatma Sezen Yıldırım veya bilinen adıyla Sezen Aksu, (d. 13 Temmuz 1954, Sarayköy, Denizli), Türk şarkıcı, besteci, söz yazarı. Öğretmen anne babaya sahip olan Aksu, üç yaşında ailesiyle İzmir'e taşındı.[1] Bu sürede asi kişiliğiyle dikkat çeken Aksu,[2] dansöz olma hayali kurmaya başladı. Sanatçı, daha sonrasında, bu süreç için "Allah babama acıdı da şarkıcı oldum" demiştir.[1] Gençliğinde sanatın çoğu dalına ilgi duyan sanatçı, 1970 yılında Hafta Sonu adlı derginin açtığı ses yarışmasında altıncı oldu. 1973'te Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi'ne başlayan sanatçı, 1974'te üç şarkısını bir plak şirketine gönderdi. Aynı yıl Ali Engin Aksu ile evlenen sanatçı, okulundan da ayrıldı. 1974'ün son aylarında plak yapımı için İstanbul'a gitti. İlk kırk beşliğini Sezen Seley adıyla yayımlayan sanatçı, bu Haydi Şansım adını verdiği eserini 1975'de yayımladı. Ancak albüm sadece elli kopya sattı.

Bunun ardından seksenlerin başına kadar devamlı yeni kırk beşliklerini çıkardı. İlk albümünü ise 1977'de Allahaısmarladık adlı ilk albümünü yayımlayan sanatçı, albümdeki "Kaç Yıl Geçti Aradan" adlı şarkısıyla döneme göre büyük bir adım attı. 1978'de Hurşid Yenigün'ün iki şarkısına söz yazan sanatçı, döneme göre büyük bir ses getirdi. 1978'de ikinci albümü Serçe'yi yayımlayan Aksu, başrolünü Bulut Aras'la paylaştığı bir Atıf Yılmaz filmi olan Minik Serçe'de oynadı. Sanatçı bu tarihten sonra Minik Serçe adıyla anılmaya başladı. Sanatçı, daha sonra 10 Temmuz 1981'de Sinan Özer iler evlendi. 1981 yılında Mithat Can Özer'i dünyaya getirdi.[3] Sonrasında Şener Şen, İlyas Salman, Ayşen Gruda gibi isimlerle "Bin Yıl Önce, Bin Yıl Sonra" adlı müzikalde rol aldı. Daha sonra 1989'da ikinci filmi olan "Büyük Yalnızlık"ı Yavuz Özkan'nın yönetmenliğinde, Ferhan Şensoy'la başrolu paylaşarak çekmiştir. 1991'de en çok satan albümü "Gülümse"yi yayımlayan sanatçı, doksanlar müziğinde çok önemli bir yer ettiği gibi, Sertab Erener, Harun Kolçak, Aşkın Nur Yengi, Levent Yüksel, Işın Karaca, Hande Yener, Yıldız Tilbe gibi birçok ismi müzik piyasasına kazandırdı ve birçok önemli sanatçıya destek oldu.[1][4] Sanatçı son olarak 2009'da "Yürüyorum Düş Bahçelerinde" adlı albümüne imza atmıştır. Albümdeki caz tınıları da albümün özellikleri arasındadır.


Konu başlıkları

[gizle]

Hayatı [değiştir]

1954-1973: Çocukluk ve Gençlik [değiştir]

Sezen Aksu, Denizli ilinin Sarayköy ilçesinde doğdu. Fen bilgisi öğretmeni ve Selanik'ten mübadelede gelen bir aileden olan Şehriban Hanım annesi, Rize Pazar[1] kökenli[2] matematik öğretmeni olan Sami Yıldırım Bey de babasıdır.[5] Aksu, üç yaşına kadar Denizli'de oturduktan sonra, ailesiyle İzmir'e taşındı. Nihat adındaki kardeşi ile beraber büyüyen Aksu, gençlik yıllarında bir çok sanat dalına merak saldı. Öyle ki; Cengiz Bozkurt'tan bir süre resim dersleri aldı. Tiyatro ve dans derslerini de bu süreye sığdırdı. 1970 yılında Hafta Sonu dergisinin açtığı, jüri başkanlığını Ajda Pekkan'ın yaptığı 'Altın Ses' yarışmasında altıncı oldu. Ama bir diğer pop sanatçısı Nilüfer aynı yıl birinci oldu. Böylece Nilüfer, Sezen Aksu'dan önce ilk albümünü yayımladı. 1973 yılında Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi'ne girdi. 1974'ün Kasım ayında Ali Engin Aksu ile evlendi.[5]

1975-1983: Kırk beşlikler dönemi [değiştir]

1975'e girildiğinde piyasaya çıkan ilk kırk beşliğinin adı Haydi Şansım'dı. Aksu, 1975 yılında içinde kendi şarkılarının yer aldığı ikinci kırk beşliği Yaşanmamış Yıllar/Kusura Bakma'yı çıkardı. Kendisini uzun süre "Plak Kırk Beşlikler" listesinde bir numara yapacak üçüncü kırk beşliği Olmaz Olsun/Vurdumduymaz1976 yılında çıkardı.[6][7]

Sanatçı, sonrasında 1976 yılında ilk sahne çalışmasına başladı. Bebek Belediye Gazinosu'nda sahne almaya başlayan Aksu, 1977 yılında Allahaısmarladık/Kaç Yıl Geçti Aradan, Kaybolan Yıllar/Neye Yarar kırk beşlikleri ve ilk otuz üçlüğü olan "Allahaısmarladık" albümlerini yayımladı.


« Yıllar yılı seviştik de neden mutlu olmadık. Aşkımıza aşk değil yıllarca yalan kattık. Sana son bir sözüm var, O da 'Allahaısmarladık' »

( Allahaısmarladık kapağında da bulunan bir dörtlük. )

1978 yılında Hurşid Yenigün'ün iki bestesi için söz yazan Aksu, Gölge Etme/Aşk kırk beşliğini yaptı. Yine aynı yıl, piyasadaki en eski Sezen Aksu albümü olma özelliğini taşıyan Serçe, çift LP olarak piyasaya çıktı. 1979 yılında İlk Gün Gibi/Yalancı ve Allahaşkına/Sensiz İçime Sinmiyor kırk beşlikleri piyasaya çıktı. Aynı yıl sanatçı, sinema sektöründe de göründü. Sanatçının ilk filmi, başrolünü Bulut Aras'la paylaştığı; bir Atıf Yılmaz filmi olan Minik Serçe oldu. Bir ünlünün doğarken, başka bir ünlünün sönüşünü anlatan film, o dönemde fazla beğeni toplamadı. Aksu, bu filmi 1999 yılında Okan Bayülgen'in Zaga programında tekrar seyretmiş ve bu rolüne gülmüştür.[8]

1980 yılında Sevgilerimle albümünü çıkaran sanatçı, 1981'de Sezen Aksu Aile Gazinosu adlı müzikal için çalışmalar yaptı. Sanatçı, 10 Temmuz 1981'de Beşiktaş Evlendirme Dairesi'nde Sinan Özer ile evlendi.[9] Ancak o sıralarda Aksu'nun Özer'den 4,5 aylık gebe olduğu konuşuluyordu. Bu süreçten sonra, 11 Kasım 1981'de Aksu, oğlu Mithat Can Özer'i dünyaya getirdi.[9] Sanatçı, aynı yıl Aralık ayında Sezen Aksu Aile Gazinosu için tekrar çalışmaya başladı.

1982 yılında Şan Müzikholü'nde Sezen Aksu Aile Gazinosu gösterime girdi. Adile Naşit, Şener Şen, Ayşen Gruda ve Altan Erbulak ile aynı oyunu paylaşan Aksu, sahnede yedi farklı karakteri canlandırdı. Sonrasında Firuze albümünü yayımlayan sanatçı, aynı yıl, dönemin popüler dergisi Hey tarafından "Yılın Kadın Şarkıcısı" seçildi. 1983 yılında Aksu, Hey'in Geleneksel Oskar Konseri'ne de Yılın Kadın Şarkıcısı olarak katıldı.

1983-1989: Seksenler [değiştir]

1983 yılında Sezen Aksu, Eurovision'a katılma kararı aldı. Söz ve müziği Ali Kocatepe'ye ait "Heyamola" parçası, Ali Kocatepe ve Coşkun Demir ile birlikte seslendirildi. Türkiye finaline kalan bu parça Eurovision finallerinde Türkiye'yi temsil edemedi. 1983 yılında "Heyamola" parçasının 45'liği "Hey Dergisi" tarafından yılın plağı seçildi. Aynı yıl Aksu, Sinan Özer'den boşandı.

1984 yılında sanatçının tekrar Eurovision adaylığına girdiği görülmektedir. Sanatçı bu yıl da Halay, 1945 ve Merhaba Ümit adlı parçalarla Türkiye finaline kaldı. İlk olarak "Merhaba Ümit"i bırakan Sezen Türkiye finalinde "Halay" ve "1945"i seslendirmeye karar verdi. Türkiye finali gerçekleşmeden iki hafta önce Türkiye'ye gelen yabancı bir arkadaşı Aksu'ya sadece "1945"i seslendirmesini önerdi. "1945"'in sözlerinin tüm dünyayla ilgili olduğunu düşünen Aksu bu parçanın yurtdışında da ülkemizi daha iyi temsil edeceğini düşünerek "Halay"dan vazgeçti. Türkiye finalinde "1945"i seslendiren Sezen Aksu, beklenenin aksine bu kez de seçilememişti.

Sanatçı, 6 Eylül 1984'de Sen Ağlama albümünü piyasaya çıkardı. TRT'nin denetiminden geçemediği için en başta televizyonda şarkıları yayımlanmayan Aksu, 1985'in başından itibaren bu fırsatı elde etti. Albüm TRT'de yayımlanmaya başlar başlamaz büyük bir ilgi gördü ve albüm satış listelerinin haftalarca zirvesinde yer aldı. Aksu, albümün 56. haftasında "Hey Dergisi"ne yaptığı açıklamada "Bekliyordum ama bu kadarını değil... Ne yalan söyleyeyim, 1 yılı aşkın sürece listelerde kalacağımı sanmıyordum. Tüm müzikseverlere candan, gönülden teşekkürlerimi sunuyorum." şeklinde beyanatta bulundu.

1985 yılında Aksu, Eurovision'da yine Türkiye finaline katıldı. Bu sefer parçanın adı Küçük Bir Aşk Masalı'ydı. Sözleri Aksu'ya ait olan bu parçayı Sezen Aksu ve Özdemir Erdoğan birlikte seslendirdi. Ama sonuç değişmedi. Bu yıl da Sezen yurtdışında Türkiye'yi temsil edemedi. Aynı yıl, sanatçı "Bin Yıl Önce, Bin Yıl Sonra" isimli müzikal için hazırlandı. Müzikal, 1986 yılının ilk haftasından itibaren gösterime girdi. Şan Müzikholü'nde kapalı gişe oynayan bu müzikal, dönemin dünyasını ve Türkiye'sini Ti'ye alıyordu. Sahnede büyük beğeni toplayan Aksu, sahneyi Şener Şen, İlyas Salman, Ayşen Gruda gibi isimlerle paylaştı.

1986'da "Git" ile büyük beğeni toplayan Aksu, "Onyedi" dergisinin Ocak 1986 sayısında okuyucu anketinde "1985'in en büyük kadın şarkıcısı" seçildi. Aksu, 1988 yılında "Sezen Aksu'88"'i çıkardı. Bu albüm Aksu'nun son plağı olma özelliği taşımaktaydı. Aynı şekilde 1989 yılında "Sezen Aksu Söylüyor" albümüyle beliren Aksu, bu albümle çok büyük bir beğeni topladı.

1989-1999: Doksanlar [değiştir]

1990'larda Sezen Aksu, yapımcı olarak dinleyicilerin karşısına çıktı. Sezen Aksu'nun o sıralardaki vokalisti Aşkın Nur Yengi, Sezen Aksu desteğiyle beraber "Sevgiliye" albümüyle müzikseverlerin karşısına çıktı. Albüm Sezen Aksu yapımıydı ve bir milyona yakın satış elde etti.

1990 yılında Sezen Aksu beyaz perdede göründü. Yönetmenliğini Yavuz Özkan'ın yaptığı "Büyük Yalnızlık"ta Sezen Aksu, Ferhan Şensoy ile rolleri paylaştı. Film, 1990 yılındaki Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Görüntü dalında ödül aldı. Filmin müziklerini de Aksu'nun yapımcısı Onno Tunç yapmıştı. Onno Tunç bestesi olan "Uçurtma Bayramları" da enstrumantal olarak bu filmde bulunmaktaydı.

Sezen 1991'de Aşkın Nur Yengi'nin ikinci albümü "Hesap Ver"in yapımını da üstlendi. Albüm Yengi'nin ilk albümü gibi yüksek bir satış elde etti. 1991'de müzik yönetmenliğini Onno Tunç'un yaptığı "Gülümse" çıktı. Albüm, 2 milyonu aşan bir satış rakamı elde etmişti. Albümün bu kadar çok satmasının sebeplerinden biri Aksu'nun hitap kesimiydi. Aksu bu albümle halktaki her zıt kesime hitap etmekteydi. 1991'de bu albüme ait "Hadi Bakalım"'ın Avrupa'da teklisi çıktı.

1992'de Aksu yine vokalistlerine albüm yapmaya devam etti. Sertab Erener ile çalışan Aksu, Erener'in ilk albümü "Sakin Ol"u yayımladı. Albüm beklenenin üzerine satış rakamları elde etti. Bu albümden birkaç ay sonra Levent Yüksel ile çalışan Aksu, Yüksel'in ilk albümü "Med-Cezir"i de satışa sundu. Bu albüm de yüksek bir satış rakamına ulaşarak Levent Yüksel'i 90'larda tanınır biri hâline getirdi.

Sanatçı, 1993 yılında bir başka kendi albümü olan "Deli Kızın Türküsü"nü piyasaya sürdü. Albümde Uzay Heparı ile çalışan Aksu, farklı tarzlar denedi. Bu farklı albümde "Küçüğüm" ve "Masum Değiliz" gibi tanınan Aksu şarkıları çıktı. Albümün etkisi sürerken, 20 Mayıs 1994 tarihinde albümde beraber çalıştığı Heparı, motosikletini kullanırken oyuncu Demet Akbağ'ın duran haldeki arabasına çarparak bitkisel hayata girdi. O dönemde altı aylık evli olan ve kazadan önceki gün baba olacağını öğrenen Heparı, 31 Mayıs tarihinde öldü. Aksu, bu olayın ardından, Uzay Heparı'yı anmak üzere "Yas" adlı bir şarkı besteledi. Ancak kendisi bu şarkıyı okumak yerine, Levent Yüksel'in sonraki albümüne koydu. Tüm bu çalkantılardan sonra, Aksu, Sertab Erener'in ikinci albümü "Lâ'l"in yapımını üstlendi. Bu albüm de yüksek bir satış elde ederken Sezen Aksu, 90'larda müzik toplulukları arasında yaygın bir yer elde etti.

Bir sene sonra 1995 yılında Aksu, "Işık Doğudan Yükselir" albümünü yayımladı. Albümde pop müzikten çok Anadolu müzikleri yer almaktaydı. Sözlerde ağırlıklı olarak Yunus Emre'nin, Mevlana'nın ve Aşık Daimi'nin eserleri bulunmaktaydı. Fahir Atakoğlu'nun da iki eseri vardı albümde. Bunlardan birincisi, sonradan yayımlanan "Alâturka" adlı şarkıyken, diğeri de "Yaktılar Halim'imi" idi. Gülümse'nin müziğini yapan Arto Tunç'un da bu albümde iki bestesi vardı. Albümde yer alan bir başka şarkıda Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun aşağıdaki dizeleri yer almaktaydı;


« Bu Anadolu var ya bu Anadolu. Bu misli menendi görülmemiş cömert ana. Bu her yanı meme, bu her yanı dudak, bu her yanı gül. Bu zırnık almadan veren, habire veren yedi gül. »


Aralık 1997'de satışa çıkan "Düğün ve Cenaze" yine eleştirilen bir Aksu albümüydü. Albüm müzikal olarak olumlu karşılansa da yoğun eleştiriler sonucunda yüksek bir satış rakamı elde edemedi. Albüme adını veren şarkıyla beraber dokuz tane Goran Bregoviç, bir tane Kurtis Jasavev bestesinden oluşan albümün sözlerini ise Aksu, Pakize Barışta ve Meral Okay ile birlikte yazdı. 1998 yılında albümün en ses getiren şarkısı "Erkekler" teklisi yayımlandı. 1998'in Nisan ayında ise Levent Yüksel'in üçüncü albümü "Adı Menekşe" piyasaya çıktı.

Aynı yıl Aksu, Aralık 1998'de "Adı Bende Saklı" adlı bir başka albümünü daha piyasaya çıkardı. Albüm geniş çevrelerden olumlu yorumlar elde etti. "Tutuklu" ve "Adı Bende Saklı" şarkıları ise o dönemin en bilinen şarkıları haline geldi. 1999'da bunu "Sarı Odalar" teklisi izledi. Parçaya klip, İstanbul'a yapılması amaçlanan 3. köprüye karşı çıkmak amacıyla Arnavutköy'de çekildi.

2000-2009: 2000'ler [değiştir]

2 Haziran 2000 tarihinde Aksu, yeni albümü "Deliveren"i çıkardı. Bu albümde "Oh Oh", "Sarı Odalar", "Kahpe Kader" ve "Keskin Bıçak" gibi dönemin en bilinen şarkıları bulunmaktaydı. Albüm, bir milyona yakın sattı. Aksu, bir açıklamasında Deliveren adının içindeki şeytanla meleği yönlendiren anlamına geldiğini belirtti.

Aksu, 2001 yılında sağlık sorunlarıyla uğraştı. O yaz altı konser veren Aksu, büyük ilgi gördü. Eski vokalistlerinden Işın Karaca, 2001 Eurovision Şarkı Yarışması'nın seçmelerine katıldı. Ancak seçilemedi. Bu yılın sonunda Aksu, altı yıldır vokalistliğini yapan Karaca'nın yeni albümü "Anadilim Aşk"ın yayımlanmasına yardım etti. Albüm, baştan sona Aksu imzası taşıyordu.

20 Mayıs 2002 tarihinde Sezen Aksu, "Şarkı Söylemek Lazım" albümünü satışa sundu. Bu albüm sanatçının DMC firmasından çıkarttığı ilk albümüydü. 12 Haziran 2002'de albümü izleyen konser turu düzenleyen sanatçı, Türkiye'nin bütün dillerini ve medeniyetlerini bir araya getiren "Türkiye Şarkıları" isimli konser serisini sundu. Konserlerde sanatçıya Rum, Ortodoks, Ermeni ve Musevi korolarıyla birlikte Diyarbakır Belediyesi Çocuk Korosu da eşlik etti. Sahnede Türkçe, Kürtçe, Ermenice ve Rumca şarkılar, türküler söylendi. Sanatçı konserinin sonunda "Şarkı Söylemek Lazım"ı ve Mevlana'nın sözlerinden oluşan "Yeniliğe Doğru" şarkısını söyledi.

Bu konser dizisi sadece Türkiye'de değil birçok ülkede de haber oldu. AP ajansının çektiği bir fotoğraf birçok ülkede yayımlandı. 2003 yılının başında Beşiktaş'ta BKM'de Unplugged konserler veren Sezen yoğun ilgi üzerine konserlerine önce Maltepe Yayla Sanat Merkezi'nde daha sonra Türkiye'nin değişik şehirlerinde devam etti. 2003 yazı bitmeden sanatçının yeni albümü "Yaz Bitmeden" çıktı. Biri enstümental olmak üzere dört yeni şarkı içeren albümde ayrıca daha önce başka yorumcuların seslendirdiği Sezen Aksu şarkıları vardı. Yeni şarkılardan biri olan "Farkındayım"a Van'ın Gevaş ilçesinde klip çekildi.

Sezen Aksu'nun uzun bir aradan sonra 2005 yılında piyasaya sürülen yeni albümü "Bahane", beklenenin de üzerinde ilgi gördü. Albüm, ilk iki haftalık sürede 320 bin sattı. Bu albümde "Perişanım Şimdi" ve "Eskidendi, Çok Eskiden" gibi şarkılar yayımlandı. Sene sonunda albüm, Türkiye'nin 2005 yılında en çok satan albümü oldu.

Aksu son olarak 2008 yılının Haziran ayında "Deniz Yıldızı" adlı albümünü yayımladı. Albümde Aksu'nun uzun yıllar beraber çalıştığı Onno Tunç'un çaldığı piyano örnekleri yer almaktadır. Albüm, yine önceki Aksu albümlerinden farklı olarak caz tınıları taşıyan ve baladlar içeren bir albümdür.

PvPServerler

Diskografi [değiştir]

Ödülleri [değiştir]

Yıl Kategori Ödül Töreni
2005 En iyi Türk Pop Müziği kadın solisti Altın Kelebek 2005 TV Yıldızları Yarışması
2007 En iyi Türk Pop Müziği kadın solisti Powertürk Müzik Ödülleri 2007

Kritikler [değiştir]

Ak Partinin Kürt açılımına desteği [değiştir]

Sezen Aksu, AK Parti'nin kürt açılımına destek vermekten[3] ötürü Cumhuriyet Yazarı Hikmet Çetinkaya tarafından eleştirilmiş ve babasının Fethullahçı olduğu iddia edilmiştir[4] . Hatta bu olaylardan ve yazılardan sonra[5], İzmir Büyükşehir Beledeyi Başkanı Aziz Kocaoğlu, İzmir'in Kurtuluş törenleri kapsamındaki 2009 Sezen Aksu İzmir konserinin şehit haberleri ve sel felaketleri nedeniyle iptal edildi açıklamasıyla konser iptal edilmiştir.[6]

Kaynakça [değiştir]

  1. ^ a b c http://www.biyografi.info Sezen Aksu biyografisi. Ekim 2008 tarihinde erişilmiştir.
  2. ^ "Sezen Aksu`nun üvey kızları", Vakit gazetesi. Ekim 2008 tarihinde erişilmiştir.
  3. ^ Sezen Aksu.com (2008-09-03). Sezen Aksu Biyografi. Basın duyurusu. Ekim 2008 tarihinde erişilmiştir.
  4. ^ "Ferhat Göçer'in Aksu hakkındaki beyanatları", Sabah gazetesi. 2008-09-03 tarihinde erişilmiştir.
  5. ^ a b www.imdb.com
  6. ^ Sezen Aksu. sezen-aksu.com. Ekim 2008 tarihinde erişilmiştir.
  7. ^ Sezen Aksu hakkında. Ekim 2008 tarihinde erişilmiştir.
  8. ^ Sezen Aksu hakkında. sezen-aksu.com. 24 Haziran 2009 tarihinde erişilmiştir.
  9. ^ a b Sezen Aksu Biyografisi. kirikplaklar.com. 24 Haziran 2009 tarihinde erişilmiştir.

Dış bağlantılar [değiştir]

Sami Yıldırım

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Git ve: kullan, ara

İzmir il Milli Eğitim Müdürü, Yamanlar Lisesi'nin ilk müdür şarkıcı Sezen Aksu'nun babası.

Hayatı [değiştir]

Rize'nin Pazar ilçesinde 1927 yılında doğdu. Babası adliyede memuru, annesi ev hanımıdır. İlk ve ortaokulu Rize Pazar ilçesinde okumuştur. Liseyi ise yatılı kaldığı Erzurum Öğretmen Okulunda (yani o zaman ki adıyla Muallim Mektebi'ni bitirir. 1946 da İstanbul Eğitim Enstitüsü'nden mezun olur. Öğretmenlikteki ilk görev yeri Trabzon'un Beşikdüzü ilçesidir. Beşikdüzü'nde askere gider. İstanbul-Alemdağ'da yedek subaylık yapar. Askerlik bitiminde Denizli'nin Sarayköy ilçesine ilk kez ortaokul Müdürü olarak tayin edilir. Saray'da tanıştığı Manisa-Alaşehirli fen bilgisi öğretmeni Şehriban Aksu'yla 1953'te evlenir. Nihat ve Fatma Sezen isimli çocukları dünyaya gelir. 1958 'de İzmir'e tayini edildi. İzmir Üçkuyular'a İnönü Lisesi'nde 2,5 yıl müdürlük yaptı. Daha sonra 12 yıl İzmir İl Milli Eğitim Müdürü muavinliği yaptı. Bir yıl da il milli eğitim müdür vekilliği yaptı. 1979'da emekliye yaş haddinden emekli oldu.

Sezenle küslüğü [değiştir]

Babası Sezen Aksuyu evlatlıktan reddetmiş ve yıllarca konuşmamıştır. Sezen Aksu'da babası kendisine sorulunca “Ben onunla ilgili konuşmak istemiyorum, Hayatımda öyle biri yok” [1] demiştir. Daha sonra Sezen Aksu 50 li yaşlarda babası ve annesiyle barışmış ve beraber istişare eder olmuşlardır. Hatta kürt açılımına desteğinide ailesiyle beraber karar alarak yapmıştır.

Kaynaklar [değiştir]




"Yaman" dede - Sezen Aksunun babası

Yamanlar'ın ilk müdürü, 80 yaşındaki Sami Yıldırım, 59 yıl önce başladığı eğitimcilik maratonunu sürdürüyor. Görev yaptığı bu kurumlardaki öğretmenlerin farkını ise "Hepsi mefkûre insanı" diye özetliyor.

Eğer, sabah arabasını görmüşseniz saat mutlaka 8'e çeyrek vardır. Eğer yemekhanedeyse saat kesinlikle 12.00'dir. Kantindeyse saat 12.33'tür. Eğer koridorlarda dolaşıyorsa saat 12.55'tir. Öğleden sonra arabasına binerse saatinize bakın, kesinlikle 17.05'i gösteriyordur. O, saatin akrep ve yelkovanıdır adeta. Günün her anını aynı titizlik ve istikrar ile değerlendiren birisidir. Şaşmaz prensipleri vardır. Bir lokmayı 28 kez çiğner mesela. Kararlıdır da. Ama onu asıl farklı kılan 59 yıldır eğitime adanmış bir ömrün sahibi olmasıdır. 15 Kasım 1982'de kurulan Yamanlar Eğitim Kurumları'nın da ilk müdürüdür aynı zamanda. 80 yaşındaki Sami Yıldırım'ın bir başka ayrıcalığı da sanatçı Sezen Aksu'nun babası olmaktır.

Yamanlar Eğitim Kurumları, kuruluşunun ardından çeyrek asrı geride bıraktı geçtiğimiz günlerde. Uluslararası arenada Türkiye'nin gözbebeği olan bu liseden kimler geldi kimler geçti… Nice öğrenci nice öğretmen dünyanın dört bir yanına yayıldı bu liseden. Ama lisenin kuruluşundan bugüne değişmeyen tek bir kişi vardı: O da ilk gün müdür olarak kapıdan içeri giren ve bugün hâlâ danışman sıfatıyla burada hizmetlerine devam eden Sami Yıldırım.

Sami hoca 1927 yılında Rize'nin Pazar ilçesinde dünyaya gelir. Babası adliyede memur, annesi ise ev hanımıdır. İlk ve ortaokulu burada okur. Daha sonra yatılı kaldığı Erzurum'da Muhallim Mektebi'ni bitirir. 1946 senesinde İstanbul Eğitim Enstitüsü'nden mezun olur. Öğretmenlikteki ilk görev yeri Trabzon'un Beşikdüzü ilçesidir. Araya askerlik girer. İstanbul-Alemdağ'da yedek subay elbiseleri içindedir. Askerliğinin hemen ardından yolu Denizli'nin Sarayköy ilçesine düşer. Artık ortaokul müdürüdür. Burada tanıştığı Manisa-Alaşehirli fen bilgisi öğretmeni Şehriban Hanım'la dünya evine girer 1953'te. Bu evliliğinden Nihat ve Fatma Sezen dünyaya gelir. Birkaç okul değişikliğinin ardından 1958 yılında İzmir'e tayini çıkar Sami Bey'in. Üçkuyular'daki İnönü Lisesi'nde 2 buçuk sene çalışır. Ardından İzmir İl Milli Eğitim Müdürü muavinidir. Bu görevinde 12 yıl kalır. Bir yıl da il milli eğitim müdür vekilliği yapar. 1979'da, yani 28 yıl önce emekliye ayrılır.

Yamanlar'ın ilk müdürü olması ise milli eğitimde beraber çalıştığı bir dostu vesilesiyle gerçekleşir: "Bir gün beni aradı. 'Hocam, böyle böyle bir okul açılacak. Oraya müdür arıyorlar. Ben de sizi önerdim' dedi. 'Yahu ben bundan sonra tekrar milli eğitime bulaşmak istemiyorum, ben halimden memnunum' dediysem de dinletemedim. 'Ben de o zaman içişleri bakanı ile bir konuşayım' dedim."

Sami Bey'in 'içişleri bakanı' dediği, eşidir tabii ki. Şehriban Hanım 'sen çalışmayı seviyorsun' diyerek onay verince Bozyaka'da 15 Kasım 1982 tarihinde eğitim hayatına atılan Yamanlar'ın ilk müdürü olur. Bu arada müdürlük için tek bir şartı vardır. O da her kafadan bir ses çıkmasındır. "Benim sizden istediğim tek bir şey var dedim. Ben eğitim, öğretim, yönetim ile ilgili bir şeyi yapmak istediğim zaman, yok hocam öyle olmasın da böyle olsun, diyecekseniz ben bu işe hiç girmeyeyim. Hocam olur mu öyle şey dediler. Yanlış anlamayın, ben despot bir insan değilim. İstişareye büyük önem veririm. Ama herkes müdahale ederse de hizmet veremeyiz"

MUSTAFA KEMAL, İLK ÖĞRENCİ…

Okul ilk açıldığında 28 öğrencileri vardır. Okula kayıt olan ilk öğrencinin adı da Mustafa Kemal'dir. Bu 28 öğrenciden bazıları şehir, bazıları okul değiştirir; ama 12'si bu okuldan mezun olur. Daha sonra Yamanlar yeni şubeler açar. Lise Karşıyaka'ya taşınır. Bozyaka bir ara fen lisesi olur, bir ara ilköğretime dönüşür. Derken yıllar yılları kovalar. Sami hoca bu yaşta olmasına rağmen hizmete devam ediyor. "Neden ediyorum? Çünkü ben bu okulların istikbal vaat ettiğine inanıyorum. Çok da güzel öğrenciler yetişti buradan. Olimpiyatlarda olağanüstü başarılar elde edildi. Bir taraftan bayrağını, vatanını, memleketini, milletini seven, manevi dinamikleri ihmal etmeyen, diğer taraftan müspet ilimde zirvelerde dolaşan öğrenciler yetişti. Bu okullardaki öğrencilerin sayısı ne kadar artarsa ben Türkiye'nin geleceğinin o kadar daha sağlam temeller üzerine oturacağına inanıyorum."

Sami hoca kendi çağında olanların çoğunun öldüğünü, geri kalanların ya kahve köşelerinde ömür tükettiklerini ya da hasta yataklarında gün saydıklarını dile getiriyor. "Biz kahve köşelerinde oturmadık. Bu yolu seçtik. İlk günden beri hareket halindeyim. Halen mevzuat kitaplarını günü gününe takip ederim. Bakın 25 sene az bir zaman değil. 25 sene biz birbirimizi kırmadan, üzmeden aynı çatı altında çalıştık. Madalyalar alındı. Çok büyük gelişmeler oldu. Bu gelişmeleri görünce benim şevk ve heyecanım arttı. Hâlâ derslere ara ara girerim. Yeni hocalara tecrübelerimi aktarırım. Onları sınıfta alkışlattırırım. Öğretmenlerimizi ders anlatırken izlerim. Önce iyi taraflarını söylerim. Varsa eksikliklerini de üslubunca söylemeye gayret ederim."

Sami hoca bu okullarla adı gündeme gelen Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilk Bozyaka'daki okulda görüştüğünü söylüyor. Orada her gün öğrencilere 5-10 dakikalık sabah konuşması yaptığı günler... Hocaefendi bazen kulak misafiri olduğu bu konuşmalardan dolayı çok memnun kalıyordur. Bir gün Sami hocayı yemeğe davet eder. Sami hocanın Gülen'le ilk sohbet etme imkanı bulduğu ortamdır bu. İlerleyen yıllarda Hocaefendi, Sami Bey'e makamında ziyarette bulunur. Kendisine bir takım elbise hediye eder. "Bir gün spor salonunda güzel bir konuşma yaptı. Salon çok kalabalıktı. İçeride 5 bin, dışarıda da bir o kadar kişi vardı. Ben de oradaydım. Kürsüden beni gördü. İltifat etti. 'Hocam da buradaymış' dedi. 'Hocaların hocası' diye beni oradakilere lanse etti. Büyük bir alkış koptu. Sonra dışarı çıktım. Bahçede etrafıma toplanan gençler elimi öpmeye başladı. Hocaefendi'nin iltifat ettiği birine gösterilen saygıydı bu."

Sami bey Hocaefendi ile çok az bir araya gelir. Bu 'az'lardan biri de İstanbul'da yaşanır: "Altunizade'deydik. Salonda Hülya Koçyiğit'in de aralarında bulunduğu tanınmış sanatçılar vardı. Orada bir öğle yemeği yedik. Hocaefendi o zaman da şeker hastasıydı. Bana 'hocam' dedi, 'okullarımızı misafirlerimize anlatabilir misiniz?' Ben misafirlere yaklaşık 45 dakika okulları anlattım. Hocaefendi 'bu kadarını bilmiyordum' dedi. Oradaki sanatçılar da okullarımızın başarıları karşısında hayretlerini gizleyemedi." Sami hoca, az temasları olmasına rağmen Hocaefendi'yi sevdiğini, Hocaefendi'nin de kendisini sevdiğini dile getiriyor.

OKULU KAPATMAYA GELMİŞLER, AMA…

Sami Yıldırım'ın Yamanlar ile o kadar çok hatırası var ki. "Bu söylediklerim ta a harfinde" diyor. Öyle boy göstermeyi ya da basına çok konuşmayı sevmediğini dile getiriyor. O konuşmak istemiyor; ama biz bu okullarla ilgili daha çok ayrıntı istiyoruz. Bizim de Karadenizli olmamız onu biraz daha açıyor; ama 'yazacaklarını önceden görmem lazım' şartını da öne sürmeyi ihmal etmiyor. Gerekli garantiyi aldıktan sonra İstanbul'da başından geçen bir başka olayı anlatıyor. "Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın bir toplantısıydı. O zaman Süleyman Demirel cumhurbaşkanıydı. Bana da yılın eğitimcisi ödülü verdiler. Kürsüye çıktım. Orada okulları anlattım. Salon alkışla inliyordu. Sonra Süleyman Demirel yanındakilere beni sordu, bu kim diye."

Sami hocadan ilk yıllara dair anekdotlar rica ediyoruz. 1980 ihtilalinden hemen sonra kurulan okul ne gibi zorluklar yaşamıştı? "O zaman Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam Bey idi. 28 öğrenci ile başladık. Mefkureci arkadaşlarımız vardı. İdealist çalışma yapısı vardı. Birinci yılın sonunda müfettişler geldi, bizi denetlemeye. Okul, yurttan dönmeydi. Okulda başlarında sarık, ayaklarında takunya bulunan öğrenciler eğitim yapıyor sanıyorlar. Bana dediler ki, 'Hocam burayı nasıl bu hale getirdiniz? Biz burayı böyle böyle zannettiğimiz için aslında okulu kapatmaya gelmiştik. Ama gördük ki, burada çok modern, çok gelişmiş, çok mükemmel bir eğitim veriliyor'. Ben de 'Burası okul. Okul başka türlü olabilir mi' diye kendilerine sordum. O denetlemede bizim için çok güzel bir rapor yazdılar."

25 SENE DE SAKLANMAZ Kİ KARDEŞİM!

Velilerin çocuklarını bu okullara verdiği zaman gözlerinin arkada kalmadığını dile getiren Sami hoca bu okullardan rahatsız olanlara da bir anlam veremiyor: "Veliler biliyor ki çocuk burada her bakımdan başarılı olacak, ahlâk sahibi olacak, dürüst olacak, namuslu olacak; bayrağını, vatanını sevecek. Atatürk ve Türk büyüklerine karşı saygılı olacak. Birçok özel okul, öğrenci bulmakta zorluk çeker. Biz hiç zorluk çekmedik. Çünkü vatandaş burada ne yapıldığını yakından görüyor. Sadece öğrencileri değil, velilerimizi de eğitiyoruz biz." Velilerin en çok kendilerine, 'hocam çocuğumuz bu okula girdikten sonra çok değişti. Artık yatağını düzeltiyor, elbisesini sağa sola atmıyor, bize saygıda kusur etmiyor. Sizlerden Allah razı olsun' dediklerini anlatan Sami hoca, bazen de kendisine "Hocam hâlâ orada nasıl çalışıyorsun, şöyle şöyle, böyle böyle…" demelerine çok kızıyor. "Ben de soruyorum onlara; sen bu müesseseleri gördün mü? Görmedim. Gezdin mi? Gezmedim. Kaldın mı? Kalmadım. O zaman niye böyle konuşuyorsun? Bir gel, gör bakayım ondan sonra konuş yahu. Hadi ne diyorsanız; onu benden iki sene sakladılar, 3 sene sakladılar, bu şey her ne ise 25 sene de saklanmaz ki kardeşim."

OLİMPİYAT BAŞARISI ÖNEMSENMELİ

İnsanların bilmeden kulaktan dolma bilgilerle konuşmalarına üzülen Sami Yıldırım, yurtdışından gelen misafirleriyle ilgili bir anısını da hemen araya serpiştiriyor. "Bir gün Almanya'dan bir eğitimci kadrosu geldi. İçlerinden üç tanesi Türk'tü. Sağdan soldan duydukları bu tür haberler sebebiyle okulumuza karşı önyargı içindeydiler. Bunu da son gün onlarla vedalaşırken öğreniyoruz. Alman müdürleri, 'hocam' dedi. Bu üçü var ya, buraya gelmek istemediler. Şimdi burayı gezip gördükten sonra sizden özür diliyorlar."

Türkiye'ye bilim olimpiyatlarında ilk altın madalyayı da Yamanlar kazandırdı. 1993 yılında Salih Adem fizik dalında bu başarıya ulaşır. Sami hoca o günlerde yakalanan bu büyük başarının yeterli derecede önemsenmemesinden şikayetçi. Ona göre bilim olimpiyatlarında madalya almak herhangi bir spor organizasyonunda madalya almaktan aşağı kalır bir şey değildir. Salih Adem'in çok zeki bir çocuk olduğunu, Bilkent'i de 3 yılda bitirdiğini gururlanarak anlatıyor bize.

Sami hoca 1938 yılında hayata gözlerini yuman Atatürk'ün ölümünü hatırlıyor. O yıl ilkokul 3. sınıfta olduğunu belirtiyor. Atatürk'le ilgili bugüne kadar sayısız kitap okuduğunu ve onun büyük bir devlet adamı olduğunu dile getiriyor. Sami hoca ayrıca Türk insanının kendi tarihini okumamasından da şikayetçi. Bir örnek veriyor. "Bize hep Abdülhamit 'kızıl sultan' diye okutuldu. Ben onunla ilgili çeşitli kitaplar okudum. Ne gördüm biliyor musunuz? O mükemmel bir padişahtı. O en çalkantılı günlerde 33 yıl Devlet-i Aliye'yi ayakta tuttu."

ÇOCUKLARIMLA GURUR DUYUYORUM

Sami Yıldırım'ın oğlu Nihat Bey makine mühendisi. Sezen Aksu'yu ise tanıtmaya hacet yok. İki çocuğuyla da gurur duyuyor Sami hoca. Her iki çocuğundan da birer torun sahibi. Nihat Bey'in bugünlerde ikinci çocuğu dünyaya gelecek. Torunlarını çok seviyor Sami hoca: "Bana hep derlerdi torun sevgisi ayrı diye. Ben de olur mu öyle şey derdim. Evlat evlattır. Ama inanın torunun yeri hakikaten ayrıymış."

O, eşi Şehriban hanımla 54 yıldır evli. Gençlerin basit bir mevzu yüzünden ayrılmalarına çok üzülüyor: "Evlilik ciddi bir müessesedir. Hiç mi problem olmayacak? Olacak. O biraz yüksekten alınca sen biraz aşağıdan alacaksın. Hoşgörülü olmak lazım. Ailendir, hayat arkadaşındır. Sonra hemşerim Karadeniz'de kolay kolay boşanma olmaz. Bizde emanete hıyanet edilmez. Hanımlarımız bize emanet. Bak 54 yıldır beraberiz."

SANA-VİTA YAĞLARIYLA BÜYÜDÜNÜZ SİZ!

Sami hoca 1958 yılında yerleştiği İzmir'i çok seviyor. Buraya taşındıktan sonra Karadeniz'e birkaç defa gittiğini belirtiyor. Oradaki akrabaları ile bağını koparmamış. Telefonla da olsa ilgi ve alakasını sürdürüyor. Sağlığına çok dikkat ediyor. Bir lokmayı 28 kere çiğneyerek yiyor. Bu yüzden yemekhanede kendisine eşlik edecek arkadaş bulmakta zorluk çekiyor. Her gece saat 10'da yatıyor. Sabah 5'te kalkıyor. Bu yaşına rağmen her gün 45 dakika kültür-fizik hareketi yapmayı ihmal etmiyor. Onun dışında evdeki pedallı aleti 250 kez çeviriyor. 100 defa da sırt üstü yatıp bisiklet hareketi yapıyor. Yine her gün sahilde 15-20 dakika yürümeye gayret ediyor. Bugün bile merdivenleri çifter çifter çıkıyor. Bu haline şaşıranlara da 'siz Sana-Vita yağları ile büyüdünüz. Ben ise tereyağıyla' diyor.

SEZEN, HER KONSERDEN ÖNCE DUA İSTER

Sami Yıldırım'ın önemli bir sağlık problemi yok. Birkaç sene önce safra kesesinden ameliyat oldu, o kadar. Sami hoca bir de sağlam inançlı olduğunu belirtiyor. Yani hep iyi olacağına inanıyor. Bu çok önemli psikolojik bir güç onun için. Duaların faziletine de çok inanıyor. 'Evvela dualarımı yapar, ondan sonra işe başlarım' diyor. "Evden çıkarken, yemekte, akşam yatarken mutlaka dua okurum. Hem müspet ilme inanan bir insanım -uzay çağını fethedecek kadar müspet ilim- ama ona elektromotor kuvveti vazifesi sağlayacak manevi güç de lazım. İkisi bir araya gelmeli. Sonra ben hiç ümitsizliğe düşmem. Bir hastalığım olduğu zaman evvela tıbbî tedbir. Sonra bitkisel tedavi. Sonra da dua." Sami hoca kızı Sezen'in de her konserden önce kendisinden dua istediğini belirtiyor. Sami Yıldırım hoca, yakın zamanda vefat eden bir siyasetçiyle, ölümünden sonra bir gazetede yapılan son röportajlardan birini okuduğunu ve çok üzüldüğünü söylüyor. "O siyasi, orada 'ölüm çok kötü bir son' mealinde bir şeyler söyledi. Şimdi tabii bu inanç meselesi. Ama bizim gibi inananlar böyle düşünmüyor. Ölüm herkesin tadacağı bir şey. İnanan bir insan için ölüm demek kompartıman değiştirmek demek."

MİLLİ EĞİTİM BAKANINI ÇOK BEĞENİYOR

Eğitimin asırlık çınarı, anılarını kitaplaştırmayı düşünmüyor. Dedik ya ön plana çıkma gibi bir gayreti yok. Geçmişte İzmir'de çıkan öğretmenler gazetesinde eğitimle ilgili çok makalesi yayınlanmış. Sami hoca, bugünkü Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'i de çok beğeniyor. Çelik ile birlikte Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın Türkiye'de ve özellikle Güneydoğu'da yaptıkları çalışmalar çok hoşuna gitmiş. "Zaten Ak Parti de bu iki bakan sayesinde oradan o kadar oy aldı." diyor.

BUNDAN DAHA BÜYÜK HİZMET OLUR MU?

Sami hoca bugüne kadar çok öğrenci yetiştirdiğini ve öğrencileri içerisinde kötü durumda olan birine rastlamadığını kaydediyor: "Beşikdüzü'nde, Denizli'de, İzmir'de ve 25 yıldır da Yamanlar'da. Özellikle de buradan mezun olan öğrenciler hangi mesleği seçtiyseler başarılı oldular, dürüst oldular. Biz, bu büyük milletimizin istediği nitelikte insanlar yetiştirdik. Bu insanlardan millete fayda gelir, zarar gelmez. Topluma bak; neler oluyor? Annesini babasını vuranlar var. Daha bir sürü şey. Bizim talebelerimizin hiçbiri bu duruma gelmedi. İnşallah da gelmez. Beni buraya bağlayan bu oldu. Pilav günlerimiz oluyor. Çocuklar geliyor. Hepsi bir yerde başarılı olmuş, itibar kazanmış. Bundan daha büyük hizmet olur mu?"

Sami hocaya 1982'den önce bulunduğu milli eğitim camiasıyla şu an görev yaptığı okullar arasındaki farkı soruyoruz. "Ben 31 sene devlete çalıştım. Orasını gördüm. Aradaki fark şu: Buradaki arkadaşların hepsi mefkûre insanı. 25 yıl düşün, ben bir kez öğretmenler odasında dedikodu işitmedim. Siyaset konuşulduğuna şahit olmadım. Bir öğretmenimizin sigara içtiğini görmedim. Bizim öğretmenler odasında 'hep bu çocuklara nasıl daha iyi eğitim verebiliriz, onları yarınlara daha iyi nasıl hazırlarız' diye konuşulurdu. Şimdi böyle bir kurumun başarısız olması mümkün mü?"

İNSAN, ÖLENE KADAR KOŞTURMALI

Sami hocaya en çok 'ne zaman emekli olacaksın?' diye soruyorlar. Bu soruya "Hele 2027 yılına (yüz yaşına) bir gelelim, o zaman hep beraber oturup, tamam mı devam mı diye bir karar veririz" diye cevap veriyormuş: "Ben bu işi seviyorum. Arkadaşlar da beni seviyor ve bırakmıyor. Elim ayağım da tutuyor. İnsanın emeklilik yaşı diye bir yaşı olmaz yahu. İnsan ölünceye kadar hizmet edebildiği sürece hizmet edecek. Bayrağı götürebileceği yere kadar götürecek. Bayrağı devrettiklerine de 'Sami bey gitti bu iş bitti' dedirtmeyecek. Maksadımız ülkemize ve milletimize hizmet etmektir. Bu millete ne kadar hizmet edersen o kadar iyidir."

AMATÖR RUH, PROFESYONEL DONANIM

Özel Yamanlar Eğitim Kurumları, kuruluşunun 25. yılında, 8 ayrı kampus ve 12 okulda toplam 3950 öğrenci, 377 öğretmen ile yoluna devam ediyor. Genel Müdür Sebahattin Kasap, kurumun bugünkü bilimsel, kültürel ve sportif alanlardaki erişilmez başarısını ilk günkü amatör ruha bağlıyor. "Profesyonel dünyada amatör kalınamaz; ama asla da ilk günkü amatör ruhu ve heyecanı kaybetmemek gerekir." diyor ve ekliyor: "İşte bu amatör ruh ve profesyonel donanım ile geleceğe koşuyoruz." Yahya Kemal'in "Hülyası kalmayınca hayatın ne zevki var" sözünü hatırlatarak heyecanla pek çok yeni projeden bahsediyor Sebahattin hoca:

"Hani derler ya; sandalın bir gücü vardır, bir kişi fazlaysa olmaz. Toplumun da bir gücü vardır, bir kişi eksikse olmaz. Bu kurumun her santimetrekaresinde mutlaka samimi insanların teri, her tuğlanın altında onların bir izi var. Kökü mazide olan âtîyiz. Bilginin efendisi, davranışlarının hâkimi öğrenciler yetiştirmeyi hedefliyoruz. Fen bilimleri ile donanımlı; İngilizce, Almanca ve bir ilave dil bilen, teknoloji ile barışık öğrenciler… Ama kurulduğu ilk günden bu yana görev yapmış onlarca idarecinin, yüzlerce öğretmen ve personelin, binlerce gönül vermiş samimi insanın tıpkı bir bahçıvan gibi gönül pınarlarından sulayarak yetiştirdikleri, solmaması için gece gündüz çalıştıkları asla unutulmamalı."




Sezen Aksu: Onno'yu silahla kovaladım

Sadece şarkıları, besteleri, şiirleri değil; hayat tarzı, sevecenliği, doğallığı ve ne olursa olsun yaşamla sımsıkı kucaklaşması da on numara...

Onun gibi zirvede olup ünlü gibi yaşamayan, şatafatı sevmeyen, lüks arabasının direksiyonuna dokunmayıp ata binen, en muhteşem bestelerini şarkıcı dostlarına dağıtan bir başka Sezen Aksu var mı dersiniz! Bize sorarsanız, yok...

Özgür ve özgün Sezen Aksu'nun hayatında şöyle bir gezinti yaptık... Çocukluğundan genç kızlığına, acılarından mutluluklarına kadar, yaşadıklarına bir göz attık...

HABİRE EVDEN KAÇARDIM...

Fen öğretmeni Şehriban Hanım ile matematik öğretmeni Sami Bey, Denizli'de tanışıp evlenirken, dünyaya gelecek çocuklarını disiplinli bir şekilde yetiştirmeye karar verirler... Ve sonunda Sezen Yıldırım dünyaya gelir (1954)... Çocukluğu, dünyaya geldiği Denizli Sarayköy'de geçer Sezen'in... Annesi ve babasıyla birlikte yaşadığı, Sarayköy'deki tam derenin yanındaki iki katlı o evi hiç unutmaz...

'Alt katta Huriye teyzem otururdu... Üst katta ise anneannemle biz... Babamla annem, aldıkları eğitim gereği bana karşı hep mesafeli dururlardı... Bir yaşıma kadar saçım yok, kabak kafalı bir Sezen'dim... Bir tek dudaklar ve gene böyle, iri etli dudaklar... Beni epey özgür bırakmışlardı... Nasıl bırakmasınlar ki, adım 'Cüce bela'ya çıkmıştı... İlle de dikkat çekeceğim... Hiçbir şey yapamasam, durduk yerde düşüp bayılırdım... İnsanlar benimle ilgilensinler diye neler yapmazdım ki... Ha bire evden kaçardım mesela... 10 yaşımda makyaj yapardım... Annemler bir ara benimle ilgili olarak çok çaresiz kalmışlar. Beni kendi halime bırakma kararları da ondan sonra kendiliğinden gündeme gelmiş zaten.'

KARA KUZU'NUN İLK ACISI...

Oysa, Sezen Aksu'nun çocukluk yaramazlıklarındaki en önemli müsekkini anneannesidir... Eski Osmanlı kadınlarından, karizmatik ve etkileyicidir Nadire Hanım... Ve onun 'kara kuzu'sudur... Ancak, Sezen'in yaşadığı ilk ve en önemli acı da onunla ilgili olur ne yazık ki... Ünlü sanatçı hayatı boyunca unutmaz, unutamaz o acıyı...

'Çok özel bir kadındı anneannem. Mücadele içinde yaşamış, hayatı tırnaklarıyla kazımış. Annem henüz altı yaşındayken dedem ölmüş, çiftlikteki tüm işler onun üzerine kalmış. Her şeyi, tüm yükü göğüslemiş.

Tam bir hanım ağa... At binen bir kadın. Zeki, ileri görüşlü. 'Doğurdum diye sevmem evladımı, faziletli olması gerek, sevgiyi hak etmesi gerek' derdi. Kişiliğimde derin izleri var onun.

14 yaşımdaydım. İlk acımı onunla yaşadım. Elimi tutarken öldü. 'Elimi ovar mısın?' dedi ve ben ağlamaya başladım. Bana 'kara kuzum' derdi. 'Kara kuzum ağlama, üzülürüm. Dilerim sen de benim gibi mutlu gidersin' dedi. Dua ederken, nefesi kesildi. O gece anneannemin yanında uyudum, hiç korkmadım.'

SAÇLARI BEMBEYAZ

Aradan yıllar geçer ve Sezen Aksu tıpkı ona benzeyen bir acı daha yaşar. Bu kez yitirdiği Onno Tunç'tur... Son nefesinde, onun elini tutamaz ama inanılmaz bir matemdir yaşadığı... Tam 17 gün oturduğu yerden kalkmaz, kımıldamaz, gözleri bir noktada öylece kala kalır... Derken birden resim yapmak gelir içinden... Tuvalin üzerinde beliren siyah beyaz resimdeki kişi, Onno Tunç değil, ona 'kara kuzum' diyen anneannesi Nadire Hanım'dır... Bu iki acı, yalnız zamanı yoğurmakla kalmaz, 1994 mayısındaki Uzay Heparı'nınkini de ekleyerek üçlü bir yas yelpazesi oluşturur birden... Altı ay evinden dışarı adım atmaz Sezen Aksu...

'Resim yapmak iyi geldi... Ama bu arada hep düşündüm, düşündüm... Sonra bir gün aynaya baktım ki, saçlarım bembeyaz olmuş... Aslında beyaz saçlar da yakışıyor bana... Farklı bir görüntü...'

ONNO'YU HIRSIZ ZANNETTİLER

Sonra, anıların kucağında, yıllar öncesinin bir İstanbul akşamıdır, gülerek hatırlanan... Yer, Ulus sırtlarındaki evdir... Ve bir daha asla geri gelemeyecek olan o bahar akşamıdır canlanıveren anılarda...

'Sabah saatlerinde başladık tartışmaya Onno'yla. Akşam oldu, hala tartışıyoruz. Ağlamaktan gözlerim şişti. Evlerimiz de karşılıklı... Döne döne tartışma, kavga... Sonunda bu geldi, kapımı tekmelemeye başladı. Birden yukarı fırladım ve Smith Wesson marka silahımı kaptım.

Ne diyorsun sen Onno! diye namluyu doğrultup kapıya fırlayınca, bu adeta ışınlandı... Yok oldu birden... Zigzaklar çizerek kaçtı... Ben onu duvar dibine sindi sandım... Meğer karayoluna fırlamış, koşuyor... O halini görünce, ben de asfalta çıktım, gülmekten sırtüstü uzanıp debeleniyorum asfaltta. Nasılsa o korkuyla uzun süre geri dönmez dedim, içeri girdim...

Meğer o akşam Levent civarında beş ev soyulmuş. Polis gece karanlığında panik halinde koşan Onno'yu görünce 'Hırsız budur mutlaka' diyerek hemen enselemiş. Doğru karakola...

'Ben Onno Tunç'um' demiş ama karakoldaki hiçbir polis tanımamış bunu... Kavga ettiğimiz için benim adımı da verememiş... Sabahı karakolda etmiş... Derken, onu tanıyan bir polis gelmiş sabah... Sevincinden polisin boynuna sarılmış... Ancak o zaman salıvermişler...

Bir daha kapımı hiç tekmelemedi!'

İLK PLAĞI 50 TANE SATTI...

Acılar, neşeler, hıçkırıklar, kahkahalar, coşkular ve şarkılar... Hepsi içiçedir Sezen Aksu'nun hayatında... Günümüzün efsane 'Minik Serçe'sinin ilk yaptığı plağın sadece 50 tane sattığını kaç kişi hatırlar acaba... Lise yıllarında kendini iyiden iyiye müziğe veren Aksu, 1970'te HAFTA SONU gazetesinin açtığı Altın Ses Yarışması'nda 6. olur. Ziraat Fakültesi'ne ikinci sınıfta eldeva der, çünkü aklı fikri ve yüreği müziktedir. Bir süre sonra da Yeşil Giresunlu'dan, ilk plağını yapması için teklif alır. 1975'e girerken piyasaya çıkan 'Haydi Şansım' adlı bu 45'lik plak, sadece 50 tane satar.

'Moralim çok bozulmuştu... Çünkü o ilk plağımdan kendim ve yakınlarım almıştı sadece... Kimbilir, belki de dağıtımı iyi yapılamamıştı...'

Sonrasında 'Kaybolan Yıllar' adlı plağıyla büyük bir çıkış yapar (1976)... 'Olmaz Olsun', 'Yaşanmamış Yıllar' ve 'Seni Gidi Vurdumduymaz'ın ardından Bebek Belediye Gazinosu'nda ilk sahne çalışmasını yapar... Ve 1979'da 'Minik Serçe' adlı ilk filmini çevirir... İkinci ve son filmi ise 1990'da Ferhan Şensoy'la oynadığı 'Büyük Yalnızlık'tır.

NEFRETE YER YOK...

Ünlülerin dünyasındaki alışılagelmiş aşkları Sezen Aksu'nun hayatında aramak çok büyük bir yanılgıdır... Kavgalı gürültülü ayrılıkları 'Şeytan görsün yüzünü'yle başlayan açıklamaları yoktur onun... Sevdiği birinden daha sonra nefret etmez, edemez... Ayrılık kelimesi Sezen Aksu lügatında asla yer almaz... İlk evliliğini yaptığı Hasan Yüksektepe'si, soyadını aldığı Engin Aksu'su, Onno Tunç'u, Uzay Heparı'sı, Ahmet Utlu'su, Cem Baba'sı her zaman vardır onun için... Mithat Can'ın babası Sinan Özer keza...

Şimdi Londra Music Schooll'da okuyacak Mithat Can... Ve Sezen Aksu, onun hasret provaları içinde, arada bir iki gözü iki çeşme şimdiden...

ÇİNGENE RUHLU SEZEN

Hayatının her döneminde para, pul hep ikinci plandadır onun için... Zaten bunu gizleme gereği de duymaz hiç...

'Yatırımla hiç işim olmaz... Dört tane duvar, meraklısı alsın valla... Hiç işim olmaz... Canım istese, duvar üstüne duvar koyardım ben... Ben gidince her şey burada kalacak... Giden sadece ben olacağım...

Benim iki tane evim var... Bir tanesi her an satılmak üzere, sinirlenince satın diyorum... Mustafa Oğuz bir dakika bekle diyor... On senedir sattırmamayı başardı Mustafa...

Ben mekansızlığı çok seviyorum... Bütün dillerde bir sürü atasözü var... Çingenelerin ise bir tane atasözü var, biliyor musunuz!

'Evde oturan adam, ölür!''

Şahane bir söz! Mekansızlık... Sokak, insan, börtü böcek... Dokunacağım... Mutlaka dışarda olmalıyım... Çingene ruhluyum ben... Ev dediğimiz şey, ortak dostlarla paylaşılan bir mekan... İçinde insan olmayan ne toprak isterim, ne sokak isterim... Her yer insanla manalıdır...'

Sezen Aksu albümünden

BABA OCAĞINDA

Yıl 1979 Sezen Aksu, İzmir'de, babası Sami Yıldırım ve annesi Şehriban Yıldırım'ın yanında.

TELLİ DUVAKLI SERÇE...

Tarih; 10 Temmuz 1981. Burası, Beşiktaş Evlendirme memurluğu. Çiçekler, konfetiler, kalabalığın alkışları, telli duvaklı Sezen Aksu ile beyaz smokinli Sinan Özer içindir. Aksu'nun nikah sırasında Mithat Can'a 4.5 aylık hamile olduğu gündeme gelir.11 Kasım 1981'de Mithat Can doğar. İki yıl sonra da bu evlilik son bulur. Ama dostlukları asla bitmez.

Onno Tunç'un, çok özel bir yeri vardır Sezen Aksu'da. Onunla sevgiyi, dostluğu, müziği ve mutlulukları paylaşmıştır. 16 Ocak 1996 tarihinde uçağı düşen Onno'nun acısı hala yüreğindedir Minik Serçe'nin.

BABAANNE OLMA ÖZLEMİ...

Mithat Can, Özel Atanur Oğuz Lisesi'nden mezun oldu. Sezen Aksu, bir de itirafta bulunuyor: 'Mithat Can’ın bir aşk bebeği yapmasını isterim. Ve ona ben bakarım.'

SEVGİLİ ATLARI

İki atı var Sezen Aksu'nun.Glaryus ve Rasputin.

Bu yüzden Sarıgazi'deki Ferhat Bey Çiftliği'ne çok sık uğramakta ünlü sanatçı.'Otomo-biller beni hiç ilgilendirmiyor. Atlara bayılıyorum' derken sevgiden sesi titriyor.

Blog Listem