23 Haziran 2009 Salı
Balkanlar Ya Da Tamamlanmamış Tasfiye - Ahmet DAVUDOĞLU
Ahmet DAVUDOĞLU
Asrın başında Balkanlar uluslararası siyasetin odak noktalarından birisi idi. Bir yandan Batı ile Doğunun sınıf bölgesi olan bu yarımada öte yandan çok renkli kompozisyonu ile büyük devletlerin müdahalesine açık bir yapı arzediyordu. Nitekim insanoğlunun o güne kadar görmediği çapta bir cihan savaşı bu bölgede atılan bir kurşunla başladı.
O günlerde Avrupa kamuoyu için Balkanlar Batı sömürgeciliği karşısında gittikçe güçsüzleşen bir direnişin siyasi merkezi konumunda olan Osmanlı Devletinin Avrupa’dan tasfiyesi açısından büyük bir önem taşıyordu. Balkan savaşı ile Osmanlı Devletinin Avrupa topraklarından -Doğu Trakya hariç- gerçekleştirilirken 1. Dünya Savaşı sonrasında uluslar arası siyaset ve hukuk açısından da nihai tasfiye tamamlanmış oldu. Asrın sonuna geldiğimizde Balkan meselesinin bütün özellikleriyle tekrar gündeme gelişi şu soruyu da son derece anlamlı kılıyor: “Omsalı Devletinin tasfiyesi daha tamamlanmadı mı?”
Siyasi tabirlerin ortaya çıkışı bazen siyasi olayların gelişmesinden daha önemli ipuçları verebilir. 19.yüzyıla kadar Osmanlı’nın Avrupa toprakları için Avrupalılar “European Turkey” Turkey d’Europe” , Turkey in Europe (Avrupa Türkiyesi. Avrupa’daki Türkiye) vb tabirler kullanırken Osmanlı Devleti”Avrupa-i Osmani” ve “Rumeli-i Şahane” gibi idimleri tercih ediyordu. Bu dönemden itibaren siyasi gelişmelere paralel olarak Türk ve Müslüman imajlarını silecek yeni bir isimlendirme gerekiyordu ki bundan sonra sürekli olarak bunalım krizle özdeş hale gelecek iki tabir birden bu bölge için kullanılmaya başlandı: Balkanlar ve Ortadoğu (veya yakındoğu) “Balkanlar” ve “Balkan Yarımadası” tabirleri siyasi literatüre ilk olarak 1808’de Alman coğrafyacı A. Zeune tarafından kullanıldı. 19.Asrın ortalarına doğru (1835) D.Ornalins d’Halloy Hazar-Türklerinden alındığı rivayet edilen Balkan tabirini de yetersiz bularak Islav-Yunan (Slavogrece) tabirini kullanmayı tercih etmiş, K.Ritter ise doğrudan (Halbinsel Griechenland) Yunan yarımadası demiştir. Fischer ve Wagner gibi bazı Alman araştırmacıların ilk defa 1863’de Avusturyalı konsolos I.G.von Hahn tarafından kullanılmış olan Güney -Doğu Avrupa yarımadası (Südosleuropaische Halbinsel) tabirini geliştirerek yarımadayı Avrupa ismi ile doğrudan ilişkilendirmelerinin Avrupalı büyük devlelerinin bölgeye yönelik ilgilerinin yoğunlaşmaya başladığı bir dönemde ortaya çıkması kesinlikle bir tesadüf değildir. Yugoslavia coğrafyacı Cvijic’in bölgenin Avrupa’daki Türkiye gibi tabirlerle herhangi bir şekilde Türk adıyla özdeşleşmesini “çirkin bir şahadet” olarak değerlendirip Balkan tabirinin kullanılması gerektiğini söylemesi de bu konuda ilginç bir “şahadet” tir.
19.Asrın sonlarından itibaren birçok siyaset bilimci ve seyyahın Orta-Doğu tabirini özellikle Balkanları kastederek kullanmaları bu tabirin coğrafi olmaktan çok kültürel bir zıtlığı ayrımı ifade etmesi açısından önemlidir. Daha sonra Orta-Doğu tabirinin kullanımı Müslümanların hakimiyet sahalarının daralmasına paralel bir değişiklik gösterecektir.
Balkan yarımadası tabiri ile bu bölge için Türk ve Müslüman imajlardan arındırılmış yeni bir kimlik tespit edilirken Orta-Doğu tabiri ile Batı ile Doğu arasında oynak bir siyasi hattın sınırları belirlenmiş oluyordu. Bugün tek tek kişiler düzeyine kadar inmiş bulunan isim değiştirme operasyonunun global düzlemdeki ilk habercileri Balkan ve Orta-Doğu tabirlerinin siyaset literatürüne girmiş olmalarıdır. Endülüs Devletinin İspanya’dan , Osmanlı Devletinin Doğu Avrupa’dan çekilmesiyle siyasi coğrafya düzeyindeki kimlik değişimi bugün Avrupa sınırları içinde yaşayan tek tek bireyleri kapsayan bir yoğunluk kazanmıştır. Çoğulcu(!) Avrupa kültürünün brakın etnik sosyokültürel gurupları homojen hristiyan isimlerine niteliğini sarsan birey isimlerine dahi tahammülü yoktur. Almanya’dakş Türk işçi çocuklarının Alman toplumuna uyum projeleri ile Bulgaristan’ın zorla müslümanlaştırılmış (!) Bulgarlara gerçek kimliklerini iade etme operasyonu arasında bir nitelik farkından çok bir taktik yöntem farkı vardır. Yetmiş sene önce savaş şartlarında söz konusu olmuş Ermeni tehcir olayını sürekli sıcak bir şekilde gündemde tutmaya gayret eden Batı kamuoyunun yıllardır Balkanlarda gözler önünde sergilenen asimilasyon ve tehcir faaliyetlerine sessiz kalışı Avrupa sınırları içinde müslüman kimliğini muhafaza eden bütün etnik unsurların tasfiye edilmesini hedef edinen bu şuurlanmanın tabi sonucudur. Türkiye’nin AT’a müracaatı safhasında Balkanlarda müslümanlara yönelik operasyonların artış göstermesi dramatik bir gelişme olarak kabul edilmelidir.
Tükiye açısından bu gelişmelerin ortaya çıkardığı diğer önemli bir sonuçta ülke içinde gittikçe artan bir önem kazanan sosyo-politik ve sosyo-kültürel kimlik meselesinin uluslar arası bir eksende kendini göstermeye başlamuş olmasıdır. 1.Dünya savaşı sonrasında evrensel misyonlardan ve bu misyonların gerekli kıldığı müesseselerden soyutlanarak kapalı bir sistem içerisinde yeni bir kültürel çerçeve ve siyasi kimlik oluşturma çabasına giren Türkiye bugün bu gelişmelerle birlikte sadece uluslararası ilişkilerine temel teşkil eden bazı edilgen prensipleri değil aynı zamanda ülke içi ve dışı bütün siyasi kültür dengelerini gözden geçirmek zorundadır. Bu zorunluluk yazımızın başındaki “Osmanlı Devletinin tasfiyesi daha tamamlanmadı mı?” şeklindeki sorumuzu daha bir anlamlı kılmaktadır. Evet , uluslar arası hukuk açısından Osmanlı Devleti tasfiye edilmiştir, ama bu tasfiyeyi deklare eden Türkiye Cumhuriyeti bugün Osmanlı Devletinin tasfiyesi ile ortaya çıkan “siyasi merkez” boşluğunu doldurma zorunluluğu ile karşı karşıya kalmıştır. Kıbrıs Türklerinin Anavatanın güvenlik şemsiyesi altında bulunma arzuları. Balkanlardan gelen kitlevi göç dalgaları. Irak-İran savaşından kaçan mağdur insanların güneydoğu sınırlarından girişleri. Kafkasya’da milliyet çatışmalarında yaygınlık kazanmaya başlayan semboller hatta ve hatta sınırların çok ötesinde Özbekistan’dan tahliye edilen Misid Türklerinin iltica talepleri, dış siyasi baskılar karşısında siyasi merkeze yönelik sığınma talepleri şeklinde özetlenebilir. Yani bütün bu unsurlar için Türkiye hala siyasi merkez konumundadır. Ya bulundukları yerlerde onları korumalı, yada sınırlarını açarak ülkeye kabul etmelidir. Sizin kendinizi bu misyondan soyutlamış olmanız onlar açısından bir kıymet ifade etmez. Bulgaristan’dan kaçan binlerce Müslüman Türkün sınırlara dayandığı günlerde Azerbaycan Gürcistan ve Ermenistan şeyhulislamı Pasazade’nin Türkiye’ye gelerek Kafkaslardaki dini eğitim için yardım talebinde bulunması sadece siyasi değil kültürel bir sığınma ve merkez konumunu göstermesi bakımından son derece ilginçtir. Bu tarihin belli dönemlerde sınırlı iradeleri aşarak günlük politikaya ağırlığını koymasından başka bir şey değildir. Sosyalist ülkelerde reform hareketleri yaygınlaştıkça kendini gösterecek milliyet çatışmaları bu ağırlığın daha da hissedilir bir şekilde artmasına yol açacaktır.
Türkiye böyle bir gelişmeye her zaman olduğu gibi son derece hazırlıksız bir şekilde karşı karşıya kalmıştır. Öncelikle bu tür dış unsurlarla etkili bir ilişki kurulmasını temin edecek siyasi kurumlar ve bu kurumların özünü teşkil eden siyasi kültürün terkedilmesi ciddi bir boşluk doğurmuştur. Başka bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti bir yandan tasfiyesini deklare ettiği Osmanlı Devletinin mesuliyetlerini üstlenmek zorunda kalırken öte yandan bu zorunluluğun altından kalkılması için asgari şart olan siyasi kültür ve kurumlardan yoksun bulunmaktadır. Bulgaristan karşısında düşülen aciz durumun temel sebebi ülke dışında bulunan Müslüman Türk unsurların meselelerine müdahaleyi haklı çıkaracak hukuki ve reel olamamaktır.
İkinci önemli husus şu anda ülke içinde bulunan kitlelerin psikolojik hazırlıklarının yetersizliğidir. Yaklaşık bir asırdır yaşanan kimlik krizinden sonra 80’li yıllarda tırmanış gösteren ekonomi merkezli hayat anlayışının yol açtığı değer yıpranması ve depolitizasyon halkın bu çapta bir meseleyi göğüsleyerek manevi motivasyondan mahrum brakılmasına yol açmıştır. Bu çapta bir mesele ancak fedakarlık esası üzerine oturmuş bir değer sistemine sahip toplumlarca göğüslenebilir. Fenerbahçe’nin şampiyonluğunun uyandırdığı heyecan dalgasının Bulgaristan meselesinde onda bir nispetinde bile görülmeyişi, zekat potansiyeli trilyonlarca ifade edilen
Ahmet Davutoğlu - Bir Urumeli dehası
Resimler
Videolar
Web Sayfaları
google_protectAndRun("render_ads.js::google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);
google_protectAndRun("ads_core.google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);
Ahmet Davudoğlu1912 yılında Bulgaristanın Şumnu şehrinin Kalaycı köyünde doğdu. İlköğrenimini doğduğu köyde , ortaöğrenimini Ekizcede Medresetü’l-Aliye’de, medrese öğrenimini ise Şumnuda yaptı. İhtisas için Mısıra gönderildi (1936). Ezherdeki öğreniminden sonra, bir süre okuduğu Nüvvab Medresesine hoca olarak atandı. Bulgaristanda Rus işgali ve komünist yönetimin işbaşına geçmesinden sonra tutuklanarak toplama kamplarına gönderildi (1944). Baraj inşaatında amele olarak çalıştıktan sonra, hastalanması üzerine serbest bırakıldı. Varnadaki Türk Konsolosluğuna iltica talebiyle başvurdu. Aradan yıllar geçtikten sonra iltica talebi kabul edilerek Türkiyeye göç etti (1949).Önce Yedikule Küçükefendi Camii’ne İmam Hatip olarak atandı. Bir süre de gezici vaizlik ve 3 yıl Bursa Orhangazi Müftülüğü yaptı. Bundan sonra İstanbul Fatih Camii Kütüphanesi memurluğuna nakledildi. Bir süre İmam Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yaptıktan sonra, İstanbul Yüksek İslam Enstütüsünün açılması üzerine, buraya öğretim üyesi ve müdür yardımcısı olarak tayin edildi (1950). Yüksek İslam Enstitüsünde müdürlük de yaptı. 7 Nisan 1983 tarihinde İstanbulda vefat etti.ESERLERİ:Buluğul-Meram Tercümesi, Selamet Yolları, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Tibyan Tefsisi Tercümesi, Mevkufat Tercümesi, Reddül-Muhtar Tercümesi, Ölüm Daha Güzeldi,Dini Tamir Davasında Din Takripcileri, Kuranı-Kerim Meali Vasıyeti:Herşeyden evvel imanınızı korumaya çalışınız! Allah’a iman, bize bahşedilen nimetlerin en büyüğüdür. O öyle baha biçilmez bir pırlantadır ki; kazanılması kolay, fakat muhafazası son derece müşkildir. Çünkü ins ve cin şeytanlarından onun pek çok düşmanları vardır. Bunlar gece gündüz onu sizden çalmak, sizi ondan ebediyen mahrum etmek isterler. Bu sebepledir ki merhum üstadım Adıyamanlı Mustafa Hayri Efendi hazretleri ömrü boyunca iman-ı kamil ile çene kapamayı niyaz etmiş; talebesine ve dostlarına bu hususta vasiyetlerde bulunmuş; dualarını rica etmiştir. Allah rahmetini gani eylesin. Sair esatize-i kiramımızın, aba ve ecdadımızın ümmehat ve ceddadımızın dahi ruhlarını şad, makamlarını cennat-ı aliyat kılsın.....Şunu hiç bir zaman unutmayın! Peygamber Efendimiz Hazretlerinin bundan 14 asır evvel haber verdiği kıyamet alametlerinin küçükleri bugün tamamen zuhur etmiştir. Bundan sonra, sıra büyüklerindedir. Bugün vicdan sarsıntısı, iman buhranı o dereceye varmıştır ki, müslüman aileleri içinde dinle alakası olmadığını açık açık ilan edebilen fertlere ve onların bu küstahlığını hazmederek; gençliklerine, çocukluklarına bağışlayabilen ana-babalara her yerde rastlamak mümkündür....La Havle vela Kuvvete illa billah! Bu azim cinayetler karşısında insanın kanı donacak gibi oluyor. Müslüman bir ana-baba, evladının küfrüne nasıl razı olur Yarabbi!...O anneler o babalar ki, çocuklarımız elemsiz kedersiz büyüsünler, yetişsinler diye; gece uykularını terk etmiş, hayatlarını feda kılmışlardır....Şimdi ergenlik çağına yetişen çocukları onların gözleri önünde Allah’ı inkar ediyorlar da akıllarınca evlat sevgisi saikasıyla bunu hoş görüyor; gençliklerine bağışlıyorlar. Allah aşkına düşünsünler! Bu yaptıkları sevgi midir, yoksa düşmanlıkların en büyüğü müdür? Dünyadan imansız giden bu çocukların ahırette yerleri ne olacaktır? Cennet mi cehennem mi? Bunu düşündükleri gün, şüphesiz cevabını bulacak ve evet cehennemdir diyeceklerdir. Öyle ise, neden çocuklarını kurtarmaya çalışmıyorlar, neden ağızlarını bıçak açmıyor? Bunun sebebi, bizzat kendilerinin iman zaafı illetine mübtela olmalarıdır. Gayri müslim memleketlere yaptığımız ihracat meyanında, tonlarca Türk kızının bulunması yine bu sebeptendir. Müslüman anne babalar! Unutmayın, kendinizden mesul olduğunuz gibi evlatlarınızdan da mes’ulsünüz! Ahirette müslüman olarak göçmek istiyorsanız, çocuklarınızı da, müslüman yetiştirininiz! Ahirete imansız gidenlerin yeri ebedi cehennem azabıdır. Cehennem azabının dünyadaki basit misali ateştir. Hangi anne baba, yavrusunun ateşte yanmasına tahammül edebilir? Bu mümkün olmadığına göre, şiddet derecesini hayal etmekten bile aciz kaldığımız cehennem ateşinde ebedi yanmalarına nasıl razı oluyorsunuz? Aklı selim sahibi bir insan değil kendisinin veya evladının; düşmanının bile ateşte yanmasına razı olamaz. İşte İslamda cihad ve bu hikmete mebni meşru kılınmıştır. Küffar, bize dinimizden dolayı düşmandırlar. Halbuki Dinimiz, onlara karşı cihadı emretmekle onlar hakkında en büyük iyiliği emretmiştir. Çünkü cihad, onları da müslüman yaparak ebedi cehennem azabından, kurtulmalarını sağlamak için farz kılınmıştır. Ama küffarın Akıl almaz hamakatları, bu inceliği anlamaya manidir....Hülasa: ilk vazifemiz imanımızı ve çoluk çocuğumuzun imanlarını temin ve muhafaza olmalıdır. Ondan sonra onun icaplarını birer birer yerine getirmeğe gayret ediniz. Müslüman, kulluk edeceğine Allah’ına söz veren insandır, bu sözü verip de ona kulluk etmeyen yalan söylemiş, hilebazlık etmiş olur ki, karşılığında cezayı hakeder. Çocuklarınıza dinlerini mutlaka öğretin! İbadetlerini yerli yerince bilerek tatbik etsinler! Onları İslam adab ve terbiyesi üzerine yetiştirin! Bu vazifeleriniz, ta çocuk dünyaya geldiği andan başlar ve hayatınız müddetince devam eder. İlk yapacağınız iş, ona bir müslüman adı koymaktır. 5-6 yaşlarına girince namaza alıştırın! Kur’an okumayı asla ihmal etmeyin. Zira Kur’an müslümanın herşeyidir. Yediğimiz ve yedirdiğimiz lokmaların haram mı helal mi olduğuna dikkat ediniz! Helale helal, harama haram deyin, çünkü bunun aksini iddia, maazallah küfür olur....Kız çocukların terbiyesine, tesettürüne hususi İtina gösterin! Kıyamete yakın ‘Giyinmiş Çıplak’ kadınlar zuhur edeceğini Peygamberimiz Efendimiz bundan 14 asır evvel haber vermiştir. Bugün bu mucize aynen zuhur etmiş ve hadis-i şerifin manası herkesçe anlaşılmıştır. Avrupa taklitçiliği çok tehlikeli bir hal almıştır. Buna dikkat edin! Bugün adette, giyimde vesair hususta küffarı taklit moda olmuştur....Müslüman bilinen bir çok aileler, Noel Baba, yılbaşı ve salon düğünü gibi şeylerde gayri müslimlerden aşağı kalmıyorlar. Halbuki Peygamber Efendimiz: ‘Her kim bir kavme benzerse, o da onlardandır!’ buyurmuşlardır....Tedrisat sıralarında, talebeye yaptığım tavsiyeleri burada da tekrarlıyorum. Sakın Ehl-i Sünnet ve Cemaat Yolundan ayrılmasınlar! Zira bu taktirde kendilerine hakkımı helal etmem! Talebe ve diğer ihvan-ı dinime şahsi vasiyetim şudur ki: hayatımda Cenab-ı Hakktan benim için hüsnü hatime, mematımda da af ve mağfiret dilesinler, beni hayır duadan unutmasınlar, vefatımı duyanlar cenaze namazıma koşsunlar. Buralarda ölürsem Hz.Eba Eyyubu’l-Ensari (R.A) kabristanına defn olunmamı vasiyet ederim. Cenazemde bid’atlara yer verilmemesini isterim. Varislerim imkan bulurlar da, devrimi yaptırırlarsa memnun olırum. Bütün din kardeşlerim ahiret haklarını bana helal etsinler! Allah cümlesinden razı olsun.
Davutoğlu dersleri
BİR zamanlar İslami camiada Ahmet Davutoğlu denilince...Akla sadece "aksakallı ulu bir hoca" gelirdi.Ahmet Davutoğlu Hoca...1912 doğumlu "Hoca", Bulgar Türklerindendi. İlk din dersini Balkan medreselerinde almıştı. 1936'da Mısır'da Ezher Üniversitesi'nin Şeriat Fakültesi'ni bitirmişti. En önemli eseri, İslam'ın muteber altı hadis kitabından biri olan Sahih-i Müslim çevirisiydi. Bir de "Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri" adlı tartışmalı bir kitabı vardı. Geleneksel din anlayışına karşı çıkan saygın isimleri "Mezhepsizlik fitnesi çıkarıyorlar" diye suçlardı hoca... 1982'de hayatını kaybetti.Onun vefatından birkaç yıl sonra İslami camianın gündemine bir başka Ahmet Davutoğlu girmesin mi?İzlenim Dergisi'nde Huntington'ın "Medeniyetler Savaşı" adlı tezine karşı etkili makaleler yazıyordu. Hakkında herkesin kanaati şuydu: Boğaziçi mezunu, iyi yetişmiş bir uluslararası ilişkiler uzmanı. O zamanlar akademik kariyeri "Doçent" idi.Adını duyduğumda ilk tepkim şu olmuştu: "Yoksa bu Davutoğlu, Ahmet Davutoğlu Hoca'nın torunu falan mı?"Cevap şu oldu: "Alakası yok, isim benzerliği."Sabah Gazetesi'nde Erdal Şafak'ın yazısını okuyunca...Şafak'ın iki Davutoğlu'nu karıştırdığını fark ettim.Erdal Şafak, Sahih-i Müslim çevirisini yapan Davutoğlu Hoca ile bizim "Danışman" Davutoğlu'nu birbirine karıştırmış. Madem "Danışman Davutoğlu", bundan sonra da etkinliğini sürdürecek...O zaman başka meslektaşlarımızın benzer yanlışa düşme tehlikesinin önüne geçelim:Arkadaşlar! Bu Ahmet Davutoğlu'nun o Ahmet Davutoğlu ile bir ilgisi yoktur.
Şumnu'lu Bir Din Alimi: Ahmet Davudoğlu
« : Mayıs 03, 2009, 08:30:31 »
Ahmet Davudoğlu 1912 yılında Bulgaristan’ın Şumnu şehrinin Kalaycı köyünde doğdu.
İlköğrenim’ini doğduğu köyde , ortaöğrenimini Ekizce’de Medresetü’l-Aliye’de, medrese öğrenimini ise Şumnu’da yaptı. İhtisas için Mısır’a gönderildi (1936).
Ezher’deki öğreniminden sonra, bir süre okuduğu Nüvvab Medresesi’ne hoca olarak atandı.
Bulgaristan’da Rus işgali ve komünist yönetimin işbaşına geçmesinden sonra tutuklanarak toplama kamplarına gönderildi (1944).
Baraj inşaatında amele olarak çalıştıktan sonra, hastalanması üzerine serbest bırakıldı.
Varna’daki Türk Konsolosluğu’na iltica talebiyle başvurdu.
Aradan yıllar geçtikten sonra iltica talebi kabul edilerek Türkiye’ye göç etti (1949).
Önce Yedikule Küçükefendi Camii’ne İmam Hatip olarak atandı.
Bir süre de gezici vaizlik ve 3 yıl Bursa Orhangazi Müftülüğü yaptı.
Bundan sonra İstanbul Fatih Camii Kütüphanesi memurluğuna nakledildi.
Bir süre İmam Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yaptıktan sonra, İstanbul Yüksek İslam Enstütüsü’nün açılması üzerine, buraya öğretim üyesi ve müdür yardımcısı olarak tayin edildi (1950).
Yüksek İslam Enstitüsü’nde müdürlük de yaptı.
7 Nisan 1983 tarihinde İstanbul’da vefat etti.
ESERLERİ:
Buluğul-Meram Tercümesi, Selamet Yolları, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Tibyan Tefsisi Tercümesi, Mevkufat Tercümesi, Reddül-Muhtar Tercümesi, Ölüm Daha Güzeldi,Dini Tamir Davası’nda Din Takripcileri, Kur’an’ı-Kerim Meali
BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN MANDELLASI , ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI ,DAVA ADAMI, ŞAİR VE AYDIN KİŞİ …
ÖLÜM YILDÖNÜMDE RAHMETLE ANIYORUZ…
Nuri Turut Adalı 22.11.1922’ de Kırcaali ili Mestanli ilçesinin Adaköy’ünde doğdu. İlk öğrenimini Kaşıkçılar köyünde, orta öğrenimini Hitiboğlları nahiyesinde okudu.Lise ayarında öğrenimini Medresettün-Nüyab ‘ta (Şumnu ) tamamladı.Aynı okulun bünyesindeNüvvab’in Ali Bölümünde üç yıl öğrenim yaptıktan sonra ( mezun olmaya bir yıl kala ) Kealist düşüncelerinden dolayı okuldan atılır. Bu olaylar Bulgaristanın Çarlık döneminde gelişmekte.
Bir yıl sonra , 9 Eylül 1944 senesi Kızıl ordu Bulgaristan ‘ı istila eder ve komunist düzen hakimiyeti ele alır.
Tolplam 5 yıl 5 yıl Gümülcine’nde, Kırcali’de ,ve Çorbacılar köyünde öğretmenlik görevinde bulundu.
1945-46 Nüvvap öğretmenlerinden hacı Muharrem ,Hacı Ahmet Davutoğlu, gazeteci- yazar Dr Ahmet Kemal’ile birlikte o yılların korkunç ,,Rositsa;; temerkuz kampına gönderirlir , tahliyesinden hemen sonra da (1950-1953) ,, Belene,, temerkuz kampına hapsedilir.
1960’ yılında dönemin T.C başbakanı Adnan Menderes’e Bulgaristan Türklerinin durumu ile ilgili , elçilik vasıtası ile bir rapor gönderir. 27 Mayıs devriminden sonra , birinci rapor mahiyetinde , bir rapor daha istenir, fakat Musa Cebri adında bir şahıs ( T.C. vatandaşı ) tarafınfan ihbar edilip tutuklanıp 15 ( onberş ) yıla mahküm edilir.
Aktif asimilasyon kampanyası yıllarında ( 1982 ) defterinde yazdığı şiirler bahane edilerek tekrar tutuklanır ve 3 yıl daha hüküm giyer.
Bu üç yılın sonunda , 7 Mart 1985’te tahliyesi yapılmayıp , göz hapsinde tutulur.Buna rağmen iki ay sonra ( 7 Mayıs 1985 ) tekrar tutklanıp ,, Belene ,, temerkuz kampına gönderilir. Üç aylık dayanaksız bir tutuklamadan sonra , göstermelik bir tahliye yapılıp , Vidin’in Skomple köyüne sürgün edilir.
Yıllar sonra baba ocağına döndüğünde bile , Nuri Turgut Adalı hala sakıncalı görülüp , sabah ve akşam olmak üzere günde iki defa polise imza veriyor. 10 haziran 1989 –da eline tutuşturulan iki bavulla Bulgaristan sınırlarını terk etmesi istenildiğinde , tabii ki gideceği yegane ülke Anavatan Türkiye dir.
ÖZETLE – TÜRKLÜK UĞRUNA CEZAEVLERİNDE VE SÜRGÜNLERDE GEÇEN KOCA 23 YIL…
YARIM ÖMÜR… SÖYLEMESİ BİLE ZOR .
08.08.2004 tarihinde doğduğu evde hakkın rahmetine kavuştu. Ruhu şaad olsun.
Amin
14 Haziran 2009 Pazar
Urum language (Urum Dili)
A language of Georgia
ISO 639-3: uum
Population
97,746 in Georgia (2000 WCD). Population total all countries: 192,729.
Region
Caucasus. In recent years there has been emigration of Urum speakers from Georgia to Greece. Also spoken in Greece, Ukraine.
Dialects
Related to Crimean Tatar. A number of inherently intelligible dialects.
Classification
Altaic, Turkic
Comments
Spoken by ethnic 'Greeks'.
Also spoken in:
Ukraine
Language name
Urum
Population
94,983 in Ukraine (2000 WCD).
Region
A few villages in the Donetsk Oblast of southeastern Ukraine. 10 villages total.
Comments
Spoken by ethnic 'Greeks'.
This web edition of the Ethnologue contains all the content of the print edition and may be cited as:Gordon, Raymond G., Jr. (ed.), 2005. Ethnologue: Languages of the World, Fifteenth edition. Dallas, Tex.: SIL International. Online version: http://www.ethnologue.com/.
Ethnologue: Web Ethnologue: Print Bibliography Publications Catalog Software Who we are Shopping cart Site search Site map Home
URL: " +document.location+ "")
// -->
URL: http://www.ethnologue.com/show_language.asp?code=uumContact us
Terms of Use Privacy Policy External linksCopyright © 2009 SIL International (formerly known as the Summer Institute of Linguistics)
Urum language (Urum Dili)
From Wikipedia, the free encyclopedia
Jump to: navigation, search
Urum
Урум
Pronunciation
uˈrum
Spoken in
Ukraine, Greece
Total speakers
192,729[1]
Language family
Altaic[2] (controversial) Turkic Kypchak, Oghuz Urum
Writing system
Cyrillic alphabet, Greek alphabet
Language codes
ISO 639-1
None
ISO 639-2
–
ISO 639-3
uum
Note: This page may contain IPA phonetic symbols in Unicode.
Urum is a Turkic language spoken by several thousand people who inhabit a few villages in the Southeastern Ukraine and in diaspora communities world wide. Urum language are often considered variants of Crimean Tatar language.
The name Urum is derived from Rûm ("Rome"), the term for the Byzantine empire in the Muslim world. The Ottoman Empire used it to describe non-Muslims within the empire. The initial vowel in Urum is prosthetic: originally Turkic languages did not have r- in word-initial position, and in borrowed words used to add a vowel before it. The common use of the term Urum appears to have led to some confusion, as most Turkish-speaking Greeks were called Urum. The Turkish-speaking population in Georgia is often confused with the distinct community in the Ukraine.[3][4] (see: Urums)
Contents[hide]
1 Sounds
1.1 Consonants
2 Writing System
3 Publications
4 References
//
[edit] Sounds
[edit] Consonants
Consonant phonemes
Labial
Dental
Alveolar
Postalveolar
Palatal
Velar
Glottal
Plosive
p
b
t
d
c
ɟ
k
ɡ
Affricate
ts¹
tʃ
dʒ
Fricative
f
v
θ
ð ²
s
z
ʃ
ʒ
x
ɣ
h
Nasal
m
n
ŋ
Flap/Tap
ɾ
Lateral
l
Approximant
j
(1) /ts/ is found only in loanwords.
(2) /θ/ and /ð/ are found only in loanwords from Greek.
[edit] Writing System
A few manuscripts are known to be written in Urum using Greek characters.[5] During the period between 1927 and 1937,the Urum language was written in reformed Latin characters, theNew Turkic Alphabet, and used in local schools; at least one primer is known to have been printed. In 1937 the use of written Urum stopped. Alexander Garkavets uses the following alphabet:[6]
А а
Б б
В в
Г г
Ғ ғ
Д д
(Δ δ)
Д′ д′
(Ђ ђ)
Е е
Ж ж
Җ җ
З з
И и
Й й
К к
Л л
М м
Н н
Ң ң
О о
Ӧ ӧ
П п
Р р
С с
Т т
Т′ т′
(Ћ ћ)
У у
Ӱ ӱ
Υ υ
Ф ф
Х х
Һ һ
Ц ц
Ч ч
Ш ш
Щ щ
Ъ ъ
Ы ы
Ь ь
Э э
Ю ю
Я я
Θ θ
[edit] Publications
Very little has been published on the Urum language. There exists a very small lexicon[7], and a small description of the language[8].
[edit] References
^ http://www.ethnologue.com/show_language.asp?code=uum
^ "[1] Ethnologue"
^ Казаков, Алексей (12 2000). "Понтийские греки" (in Russian). http://www.publish.diaspora.ru/magazin/articles/russia026_1.shtml.
^ Gordon, Raymond G. (ed.) (2005). "Ethnologue Report for Urum". Ethnologue: Languages of the World. SIL International. http://www.ethnologue.com/show_language.asp?code=uum.
^ "Urum". Language Museum. http://www.language-museum.com/u/urum.php.
^ Гаркавець, Олександр (2000) (in Ukrainian, Urum) (pdf, html). Урумський словник. p. 632. http://www.unesco.kz/qypchaq/Urum_Dictionary.htm.
^ Podolsky, Baruch (1985). A Tatar - English Glossary. Wiesbaden: Harrassowitz. ISBN 3-447-00299-9.
^ Podolsky, Baruch (1986). "Notes on the Urum Language". Mediterranean Language Review 2: 99–112.
[hide]
v • d • eAltaic languages
Turkic · Mongolic · Tungusic · Korean1 · Japonic1
1 Not always recognized as Altaic languages. See also Buyeo languages.
[hide]
v • d • eTurkic languages
Italics indicate extinct languages
Oghur
Bulgar · Chuvash · Hunnic · Khazar · Turkic Avar
Uyghuric
Old Turkic · Aini1 · Chagatai · Ili Turki · Lop · Uyghur · Uzbek
Kypchak
Altay · Baraba · Bashkir · Crimean Tatar2 · Cuman · Ferghana Kypchak · Karachay-Balkar · Karaim · Karakalpak · Kazakh · Kipchak · Krymchak · Kumyk · Kyrgyz · Nogai · Old Tatar · Tatar · Urum2
Oghuz
Afshar · Azerbaijani · Crimean Tatar · Gagauz · Balkan Gagauz Turkish · Khorasani Turkic · Ottoman Turkish · Pecheneg 3 · Qashqai · Salar · Turkish · Turkmen · Urum
Arghu
Khalaj
Siberian
Chulym · Dolgan · Fuyü Gïrgïs · Khakas · Shor · Tofa · Tuvan · Western Yugur · Sakha/Yakut
1 Mixed language. 2 Also Oghuz. 3 Disputed.
[hide]
v • d • eTurkic topics
Languages
Afshar · Äynu · Altay · Azerbaijani · Baraba Tatar · Bashkir · Bulgar · Chagatai · Chulym · Chuvash · Crimean Tatar · Cuman · Dolgan · Fuyü Gïrgïs · Gagauz · Hunnic · Ili Turki · Karachay-Balkar · Karaim · Karakalpak · Karamanli Turkish · Kazakh · Khakas · Khalaj · Khazar · Khorasani Turkic · Kipchak · Krymchak · Kyrgyz · Kumyk · Kypchak group · Nogai · Old Tatar · Old Turkic · Ottoman Turkish · Pecheneg · Qashqai · Sakha · Salar · Shor · Kazan Tatar · Tofa · Turkic Avar · Turkish · Turkmen · Tuvan · Urum · Uyghur · Uzbek
Peoples
Altays · Azerbaijanis · Balkars · Bashkirs · Bulgars · Chulyms · Chuvashs · Crimean Tatars · Cumans · Dolgans · Gagauz · Iraqi Turkmen · Karachays · Crimean Karaites · Karakalpaks · Karapapak · Kazakhs · Khakas · Khalajs · Khazars · Kimek · Kipchaks · Krymchaks · Kumandins · Kumyks · Kyrgyz · Meskhetian Turks · Nağaybäk · Nogais · Oghuz Turks · Qashqai · Salar · Shatuo Turks · Syrian Turkmen · Tatars · Finnish Tatars · Keräşen Tatars · Lipka Tatars · Siberian Tatars · Volga Tatars · Telengit · Teleuts · Tofalar · Turgesh • Turkish people (Turks in Bulgaria · Turkish Cypriots · Turks in Kosovo · Turks in the Republic of Macedonia · Turks in Romania · Turks of Western Thrace) · Turkmens · Tuvans · Uyghur · Uzbeks · White Huns · Yakuts · Yugur
Politics
Pan-Turkism · Kemalism · Turanism
Homeland
Göktürks
States
Azerbaijan · Kazakhstan · Kyrgyzstan · Northern Cyprus · Turkey · Turkmenistan · Uzbekistan
Autonomousrepublics
Altai Republic · Bashkortostan · Crimea · Chuvashia · Gagauzia · Karakalpakstan · Khakassia · Nakhchivan · Sakha Republic · Tatarstan · Tuva · Xinjiang
Studies
Old Turkic script · Proto-Turkic language · Turkic alphabets · Turkology
Religions
Islam · Christianity · Buddhism · Shamanism · Tengriism
History of the Turkic peoples
Retrieved from "http://en.wikipedia.org/wiki/Urum_language"
Categories: Turkic languages Pontic Greeks Languages of Ukraine
7 Haziran 2009 Pazar
sahib - Alevilikteki muhasip kurumu Hind tesirinden. Eyup Sabri Kartal izahı kaynak gösterilerek alınabilir.
Sahib
From Wikipedia, the free encyclopedia
This article does not cite any references or sources. Please help improve this article by adding citations to reliable sources. Unverifiable material may be challenged and removed. (June 2008) |
Sahib (Arabic: صاحب, Hindi: साहिब, Urdu: صاحب) (traditionally pronounced /ˈsɑːɪb/ or /ˈsɑːb/ in English, now often /səˈhiːb/) is an arabic term of respect, meaning Sir, master or lord, passed on to several languages including Hindi-Urdu (Hindustani), Punjabi, Bengali and Marathi. It has also been translated as: grace or, as in the Sikh religion, "Guru's honor." It comes from the Arabic ṣāḥib صاحب, originally "friend, companion" (from ṣaḥiba صحب "he accompanied"). Its feminine form is ṣāḥibah صاحبة.
Contents[hide] |
[edit] Ruler titles
[an introductory sentence is needed. what are these things?]
[edit] Combined ruler styles
(This list may well be incomplete; gun salutes mentioned are as in 1947, some may be the result of one or more promotions)
- Maharaja Jam Sahib was unique to the rather major princely state (13-gun salute) of Nawanagar
- Maharaja Raj Sahib of the rather minor Gujurati salute states of Dhrangadhra-Halvad (13-gun salute) and Maharana Raj Sahib of Wankaner (11-gun salute)
- Maharaja Rana Sahib of the rather major princely state (13-gun salute) Porbandar
- Thakur sahib was significantly rarer and higher than Thakur (often below the status of princely state, never a gun salute), being used for several minor salute states (9 guns, the lowest class in India, until independence excluded from the style His Highness): Dhrol, Limbdi, Palitana and Rajkot
[edit] Subsidiary ruler styles
In various dynasties, members of certain genealogical rank were awarded various combinations of additional styles, in se not their rank, which may include sahib. This could even happen in a Muslim dynasty, e.g. sons of the ruling Nawab of Junagadh used Nawabzada before their personal name, then Khanji and the father's name, finally Sahib.
Again this could be combined titles:
- Sahib-i-Jah "Lord, or Possessor of Dignity" was a title of the ruling Nawab of Baoni.
[edit] Non-Indian ruler title
The ruling Bey of Tunis, an Arabo-Barbaresque under Ottoman suzerainty in North Africa, also known as 'regency' since the French protectorate, used the style Basha Bay Tunis, Sahib al-Mamlaka at-Tunisiyya ("Pasha Bey of Tunis, Lord of the Tunisian Realm"; in French: Bey de Tunis, Seigneur de la Régence de Tunis), suggesting their realm was at par with that of a Malik (Arabic for King), until the last incumbent changed it in 1956 (till 25 July 1957) in "King (Padshah) of the Tunisians and Commander of the Faithful."
[edit] Derived non-ruling princes titles
[edit] Sahibzada
This derivation using the Persian suffix -zada(h), literally 'son (or further male descendant; compare Shahzada) of a Sahib', was also (part of) the formal style for some princes of the blood of Muslim dynasties, e.g.:
- the sons of a ruling Nawab of Arcot (the head of the family; political pensioners, the only princely title still recognized by the Indian Republic) are styled: Sahibzada (personal name) Khan Bahadur, not Nawabzada (literally 'son of the Nawab').
- in Bahawalpur, in Pakistan, the younger sons of the ruling Nawab/Amir are styled: Sahibzada (personal name) Khan Abassi; but the Heir Apparent: Nawabzada (personal name) Khan Abassi, Wali Ahad Bahadur
- in Baoni, the younger sons and other male descendants of the ruling Nawab, in the male line, were styled Sahibzada (personal name) Khan Bahadur, while the Heir Apparent was: Nawabzada (personal name) Khan, Wali Ahad Bahadur; either could be personally promoted to Nawab
- in Bhopal, the grandsons of the ruling Nawab were styled: Sahibzada (personal name) Khan, while the Heir Apparent was the Wali Ahad Bahadur, the younger sons: Nawab (personal name) Khan Bahadur
- in Jaoroa, more distant male relatives of the ruling Nawab then the sons (who were Nawabzada) were styled: Sahibzada (personal name) Khan
- in Khudadad, Tippu Sultan's Muslim empire, the grandsons and other male descendants of the sovereign Padshah bahadur were styled: Sahibzada (personal name), until in 1860 the colonial Indian Government extended to them the existing style for sons of the ruling Nawab: Shahzada (personal name) Sahib
- in Malerkotla, where the Heir Apparent was Nawabzada (personal name) Khan Bahadur, the younger sons of the ruling Nawab were styled: Sahibzada (personal name) Khan Bahadur
- in Savanur, where sons of the ruling Nawab were Nawabzada, the other male descendants in the male line: Sahibzada (personal name) Khan Sahib, and the more remote male descendants of the ruler: Sardar (personal name) Khan Sahib.
This could be further combined, e.g.:
- in Hyderabad, the great, mainly Muslim state of the Nizam, every son of the ruler was fully styled Walashan Nawab (personal title), Sahibzada Mir (personal name) Khan Bahadur; in the case of the Heir Apparent, all this was followed by The Prince of Berar, with the style of His Highness, normally reserved for ruling princes with at least an 11 (later 9) guns-salute;
- in Loharu, where the Heir Apparent was Nawabzada Mirza (personal name) Khan, both the younger sons, and male descendants, of a ruling Nawab, in the male line, were styled: Sahibzada Mirza (personal name) Khan.
- in Murshidabad (present title-seat of the royal house of Bengal), the other sons and male descendants of the reigning Nawab, in the male line: Sahibzada Sayyid (personal name) Mirza;
- in Sachin, the grandsons and other male descendants of the ruling Nawab, in the male line were styled: Sahibzada Sidi (personal name) Khan Bahadur, while the Heir Apparent was Nawabzada Sidi (personal name) Khan Bahadur, Wali Ahad Sahib, and the other sons: Nawabzada Sidi (personal name) Khan Bahadur.
[edit] Wali-ahad Sahib
- In Palanpur, the younger sons of the ruling Nawab, and other male descendants in the male line, were styled Sahibzada (personal name) Khan; but the Heir Apparent: Nawabzada (personal name) Khan, Wali-ahad Sahib.
[edit] Colonial and modern use
Sahib means "friend" or "master" in Arabic and was commonly used in the Sub-continent as a courteous term in the way that "Mr." (also derived from the word "master") and "Mrs." derived from the word "mistress") is used in the English language. It is still used today in the Sub-continent just as "Mr." and "Mrs.", and continues to be used today by English language speakers as a polite form of address.
The term sahib was applied indiscriminately to any person whether Indian or Non-Indian. This included Europeans who arrived in the Sub-continent as traders in the 16th Century and hence the first mention of the word in European records is in 1673.
Pukka sahib was also a term used to signify genuine and legitimate authority, with pukka meaning "first-class" or "absolutely genuine."
Sahiba is the authentic form address to be used for a female. Under the British Raj, however, the word used for female members of the establishment was adapted to memsahib, a corruption of the English word "ma'am" which was added to the word sahib.
The same word is also appended to the names of Sikh gurus.
[edit] Musahib
This title (pl. musāhibān), etymologically the active part. of 'to associate, or consort (with), means originally companion, associate, friend (the abstract term is musāhabat); not unlike the Hellenistic Greek Philos and the Latin Comes in the Roman empire, it became a title for a favourite (of a Sahib, especially a prince), and such 'personally close' positions as aide-de-camp, in some princely states even a Minister.
[edit] Other compound titles
[edit] Sources and references
6 Haziran 2009 Cumartesi
Finnish
[edit] Pronunciation
[edit] Noun
veli
[edit] Declension
|
Inflection of this word is somewhat irregular. The stem in inflected forms is velj-.
[edit] Related terms
isoveli
Definition from Wiktionary, a free dictionary
Contents[hide] |
[edit] Finnish
[edit] Etymology
iso (“‘big’”) + veli (“‘brother’”)
[edit] Noun
isoveli
- A big brother.
- Also with capital initial, the Big Brother (government surveillance).
[edit] Declension
|
|
[edit] See also
veli | evliyâ, büyük zühd ve takva sahibi, günahlardan çok kaçınan ve zamanını ibâdet ve. taatte sarfeden, Allah'ın izniyle gaybdan haber verebilen ve kerametler gösteren kimse | tr | |||
veli | Bir çocuğun her türlü durum ve davranışlarından sorumlu olan kimse | tr | |||
veli | Ermiş, eren, evliya:"Anadolu'da, hele Rumeli'de her yol üstünde, her tepede görülen türbelerde yatan veliler..."- Y. K. Beyatlı | tr | |||
VELİ | Sahib, mâlik | tr | |||
VELİ | Evliya | tr | |||
VELİ | Muin. Muhafaza eden | tr | |||
VELİ | Küçük çocukların hâlinden mes'ul kimse | tr | |||
VELİ | Sıddık | tr | |||
VELİ | Baba. Babanın babası, cedde de denir | tr | |||
VELİ | Fık: Hayatını mücadelelerle ve azimet ve fevkalâde bir zühd ve takva ile ibadet ve taata sarfederek kendisinden Allah'ın (C.C.) izniyle gaybdan haber vermek ve gaybî ahvali keşfetmek gibi ilmî ve kevnî hârikalar zuhura gelen zât. Allah'a (C.C.) manevî yakınlık kesbetmiş olan şerif zât | tr | |||
VELİ | Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) isimlerinden birisi | tr | |||
VELİ | Velayet hakkına sahip bulunanlardan her biri, bunlar ana ve/veya babadır |
Blog Listem
-
Türk ve Yunan Edebiyatında Mübadele - Benzerlikler ve Farklar - http://www.herkulmillas.com/index.php?option=com_content&view=article&id=186%3Atuerk-ve-yunan-edebiyatnda-muebadele-benzerlikler-ve-farklar-&catid=63%3Aki...1 yıl önce